Belediyelerde Yaşanan Grevlere Dair
Bir süredir toplu iş sözleşmesi süreçlerinde DİSK Genel-İş, Genel-İş’e bağlı temsilcilikler ve CHP’li İlçe Belediyeleri arasında yaşananlar kamuoyunda tartışılmaktadır. Açık ve net bir şekilde görülmelidir ki grev anayasal bir haktır. Ve tartışmasız olarak sorumluluğun önceliği işverendedir.
Emekçilerin Talepleri ve Güncel Şartlar
Türkiye’nin içinden geçtiği çok boyutlu krizin pandemi şartları ile ağırlaştığı bir ortamda, bu grevlerin yaşandığını ve emekçilerin taleplerinin yine bu şartlar ile birlikte şekillendiğini hatırlatarak söze başlamak istiyoruz. Türkiye’deki ekonomik krizin bugün başlamadığını, her geçen gün derinleştiğini ve var olan sorunları hakkıyla tartışabileceğimiz bir ortam bile olmadığını hatırlatıyoruz. TÜİK ile başlayıp bakanlıklara, kolluk kuvvetlerine kadar uzanan bir silsile ile türlü hokkabazlık yöntemleri üzerinden EKONOMİK KRİZyokmuş gibi bir tiyatro oyunu oynanmaya çalışılıyor.
Bunun yanında içinde olduğumuz bir sosyal kriz ve hukuk rejimi krizinin varlığını da kabul etmeliyiz. Saray rejimi etrafında kümelenenlerin, adeta bir kast rejimi içerisinde üstünlüğe sahip olduğu bir garabete hukuk sistemi demek zorunda kalıyoruz. Bu hukuk garabetinin emekçiler gibi, erişim ve kaynak sorunlarını yaşayan gruplara karşı uyguladığı eşitsiz ve cezalandırıcı pratikleri görmezden gelemeyiz.
Sorumluluk Zamanı!
Yaklaşık 1 senedir devam etmekte olan pandemi sürecinin Türkiye toplumu üzerine nasıl ek yükler getireceğini öngörmek için müneccim olmaya gerek yoktu. Zaten var olan ve büyük yalanlar ve baskılar ile tanımlanmasına bile izin verilmeyen bir ekonomik kriz mevcuttu. AKP’nin her fırsatta faturayı çalışan kesimlere, şatafat ve sonu gelmez bolluğu! ise kendi taht-ı revanına akıttığını acı tecrübelerle öğrendik. CHP’li belediyelerin karşılaşacakları kısıtlamalar, engellemeler ve saldırılar yerel seçimler daha gerçekleşmeden açıkça ortadayken, bugün gelinen noktada talan ekonomisi ile açlığa terk edilen milyonların hakkını, AKP rejiminin tahsis edeceğini beklemek en iyi tabir ile saflıktır.
Türkiye’de dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 8.939 TL iken, yine Türkiye pandemi sürecinde G-20 ülkeleri arasında gelir ve harcama desteğini en düşük seviyede gerçekleştiren iki ülkeden birisi iken işçinin emeği karşılığında verdiği mücadelenin karalamasını asla kabul etmiyoruz. Emekçiler özellikle İstanbul gibi bölgesel enflasyonun ve yaşam koşullarının çok ağırlaştığı bir şehirde yaşam mücadelesi vermektedirler.
Kısa Çöp ve Uzun Çöp
Hak aramanın her türlüsünün kuşatıldığı, açlık ve yoksulluğa terk edilen, örgütlülüğün SARI SENDİKACILIK örnekleri ile yıllardır çürütüldüğü ülkemizde emekçilere sahip çıkmak zorundayız! Hak talep eden işçilerin yüzleşmesi gereken gerçeklik, Türkiye’de iş arayan milyonlar olduğu gerçeği değil toplumu savunmasız kılan bu düzendir.
Bu düzenin karşısında CHP’li belediyelerin üzerindeki yük bütün ülkenin geleceğine dairdir. CHP ve hatta bütün muhalif unsurlar tarafından verilecek bu gibi sınavlarda Türkiye halkının tamamına başka bir geleceğin mümkün olduğunu göstermek sorumluluğu işte bu siyasi kadroların üzerindedir. Bugün, emekçilerin talepleri yaşamsaldır ve bunu hakkıyla karşılayabilmek için karşılaşılan sorunlara dair POLİTİK ve İDARİ bütün hamleleri yapmak bu ülkenin geleceği için yine bu belediye yönetimlerinin üzerindedir! Bu sorumluluk konusunda geç kalmış yerel yöneticiler işçilerin taleplerinin yaşamsallığını gösteren grev pratiklerini engellemekten kaçınmalıdırlar.
Emekçilerin talepleri için verdikleri mücadele bir şeyi afaki olarak göstermektedir. Ağır iş kollarında, yıpranma süreleri çok kısa olan çalışanlara gösterilen tepkiler bir tercihi zorunlu kılmaktadır. Ne derin yoksulluk, ne de yoksulluk taleplerini dile getiren insanların sebep olduğu durumlardır. Hal böyle iken emekçilerin taleplerine karşı saldırganca gösterilen tavrın politik bir yanı olduğunu zannetmek bir yanılgıdır. Kısır döngüdür. Ya bu yamyamca düzenin yok edilmesi gerekliliği ile yüzleşeceğiz ya da düzenin getirdiği yükün hıncını taleplerini dile getirenlerden çıkaracağız!
Bugün yükselen talep, talan edilen haklarımızın, geleceğimizin bizlerden nasıl çalındığını ifşa etmiştir. Kimsenin çöp toplayan işçinin emeğinin değerini sorgularken kendi örgütsüz ve itirazdan yoksun yaşamına dair özeleştirisini görememekteyiz. Burada insanca yaşamaya dair talep edilen HAKLAR, daha farklı bir mesleği daha farklı bir yaşam hikâyesi içinde, daha farklı şartlarda çalıştığı için kimseden mahrum bırakılamaz!
Türkiye’de büyük bir gelir adaletsizliği vardır! Bu gelir adaletsizliğini politik bir mücadele olmadan aşamayacağımız gerçeğini anlamamız gerekiyor. Süreç boyunca oluşan kafa karışıklığı sendikal hareket için yeni bir başlangıca ihtiyaç olduğunu gösterirken yerel yönetimlerin böylesine krizlerle faşizme fırsat vermemesi için daha çok halk denetimine tabi tutulması gerektiğini anlıyoruz.
Grev ve direniş işçilerin tarihsel ve evrensel haklarıdır. Kısa çöp uzun çöpten hakkını alacaktır!