Türkiye’de Seçim Sistemi Tartışmaları Üzerine – Doç. Dr. Burak Cop Cevapladı
Yakın dönemde yeni anayasa tartışmalarıyla birlikte sürekli olarak düşük yoğunluklu bir gündem halinde olası bir seçim sistemi reformu konuşuluyor. Her ne kadar ortada henüz somut bir teklif veya tasarı olmasa da mevcuda kıyasla daha dar bölgelerden oluşan bir seçim sistemi üzerine çalışıldığı tahmin ediliyor. Gerek farklı seçim sistemlerinin özelliklerini gerek bunların Türkiye siyasetinde yaratacağı sonuçları başlıca uzmanlık alanı seçim sistemleri olan bir akademisyene, siyaset bilimci Doç. Dr. Burak Cop’a sorduk.
Görkem Özdemir: Merhaba hocam, öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz.
Son haftalarda bir seçim sistemi reformu konuşuluyor. Aslında bu soru belirli aralıklarla gündeme geliyor, sizin de geçtiğimiz yaz bu konuda Diken’de yayınlanan bir yazınız vardı. Öncelikle bize bu adı geçen seçim sistemlerinden, bunların farklarından bahsedebilir misiniz? Dar bölge, daraltılmış bölge gibi sistemlerin özellikleri nedir, bugünkü sistemden ne açılardan farklıdır?
Burak Cop: Dar bölge Türkiye’de 1961’den beri uygulanan nispi temsile taban tabana zıt bir sistemdir. Tek sandalyeden oluşan seçim çevrelerinde en çok oyu alan aday seçilir. Tek turlu düzenlendiği yerler İngiltere, ABD ve çoğu eski İngiliz sömürgesi olan bir dizi ülke. Fransa’da ise çift turlu versiyonu uygulanır. Fransa’daki sistem biraz daha adil. Tek turlu versiyonu adaletsiz sonuçlar vermeye yatkındır. Birinci gelen aday diyelim ki yüzde 40 aldı, bu durumda o seçim çevresinde oyların yüzde 60’ı temsil edilmemiş olur. Dar bölgenin ülke genelindeki sonucu ise birinci gelen partinin mecliste, oy oranını belirgin biçimde aşan bir sandalye oranı elde etmesidir. Diğer partiler ise eksik temsil edilir. Ancak oyu ülkenin belli kesimlerinde yoğunlaşan partiler, söz gelimi etnik kimliğe hitap eden partiler de bu sistemden yararlanır. İngiltere’ye bakınız, İskoç Ulusal Partisi Liberal Demokratlardan çok daha az oy alır ama onlardan birkaç kat fazla milletvekili çıkarır.
Türkiye’de dar bölgeyi ciddi ciddi düşünen bir siyasi aktör göremiyorum. Daraltılmış bölge dedikleri ise, temel mekanizması itibariyle mevcut sistemin aynısı. Bizde prensip olarak her il tek bir seçim çevresi. 81 ilin yalnızca dördü yüksek nüfuslarından dolayı birden fazla bölgeye bölünüyor, belki yakın gelecekte Antalya bu niteliği haiz beşinci ilimiz olacak. Daraltılmış bölge sisteminde ise söz gelimi 10 milletvekili olan bir il iki bölgeye, 15 milletvekili olan ise üç bölgeye ayrılabilir. Her bir daraltılmış bölgenin illa 5 sandalyeden oluşması diye bir kural yok, bunu 4 veya 6 da yapabilirsiniz. Peki 7 milletvekili olan bir il kaç bölgeye bölünecek? Kanun koyucunun nasıl takdir ettiğine bağlı. Matematiksel olarak 4-3 diye de bölebilirsiniz, 5-2 diye de, hatta 6-1 biçiminde de.
Peki seçim çevreleri bu şekilde daraltılınca ne oluyor? Büyük partiler bundan kazançlı çıkıyor, özellikle de ülke genelinde birinci gelen parti. Orantısızlık bakımından dar bölge sistemine göre biraz daha adil olabilir ama mevcut sistemimize göre daha adaletsizdir. Sanırım Cumhur İttifakı bunu değerlendiriyor fakat daraltılmış bölge orta boy partilere çok zarar verir, adlarını anmak gerekirse İYİP, HDP ve MHP’ye. Tabii Türkiye’de 2018’den beri ittifak diye bir kavram da hayatımıza girdiği için seçenekler ve olasılıklar iyice karmaşıklaşıyor. Ben yine de AKP’nin böyle bir sisteme MHP’yi nasıl ikna edeceğini tasavvur edemiyorum.
Görkem Özdemir: Sizin cevabınıza ek bir bilgi olarak ben de 2018 genel seçim sonuçlarına baktım ve 5 veya daha az milletvekili çıkaran 51 ilde MHP’nin %13 civarında oyla toplam 161 milletvekilliğinden sadece 9 tanesini kazandığını gördüm. Bu örnek dahi aslında bu sisteme MHP’nin normal şartlarda destek olmasının pek mümkün olmadığını gösteriyor ama yine de normal şartlarda bulunduğumuzdan emin olmadığım için bu ihtimali tam olarak yadsıyamıyorum da. Birtakım siyasi pazarlıklar sonucu (HDP’nin kapatılması vs.) MHP’nin bu sisteme onay vermesi halinde 1991 seçimlerindekine benzer bir senaryoyla karşılaşır mıyız? MHP kendi ismiyle girmekte ısrar eder mi yoksa AKP listelerinden girmeyi kabul eder mi? Sizce bu senaryoda nasıl bir meclis aritmetiğiyle karşılaşırız?
Burak Cop: HDP’nin kapatılması ve hazırda seçime girme yeterliliğine sahip bir partinin olmaması, ki bu durumda HDP’liler seçimi boykot etmeyeceklerse bağımsız adaylar göstereceklerdir, elbette ki meclis aritmetiğini AKP lehine derinden etkileyecektir. Ancak hem seçime katılma hakkı olan bir parti bulma olasılıkları, hem de mecliste grubu bulunan partilere seçime girme hakkı tanıyan Siyasi Partiler Kanunu’nun 36. maddesi değişmediği sürece anında meclisteki grubuyla beraber yeni bir parti kurma olanakları mevcuttur. HDP’nin kapatılıp 36. maddenin değiştirilmesi MHP’nin arzusu olsa gerek, ancak şu ana kadarki manzara AKP’nin HDP’nin kapatılmasını göze alamadığını, belki bu partiyi Hazine yardımından mahrum bırakacak bir değişiklikle yetinebileceğini gösteriyor. 1991’deki gibi bir ittifakın MHP tarafından tercih edilmesi için de sebep bulmakta zorlanıyorum. O seçimin yapıldığı dönemde MHP’nin ardılı MÇP epey düşük profilli bir partiydi, tek başına seçime girse barajı aşma şansı yoktu, en iyi ihtimalle yüzde 5 civarında bir oy alabilirlerdi. Refah Partisi çatısı altında meclise girerek siyasette daha görünür bir parti haline geldiler. Günümüzde ise MHP ve genel başkanı Bahçeli siyasette, anketlerdeki oy oranının çok ötesinde bir gündem belirleme pozisyonunun keyfini çıkarıyor. Siyaseten sorumsuz ama aynı oranda da etkili bir pozisyondan sürekli bir yerlere parmak sallıyorlar, bağırıyorlar, iktidarın politikalarına yön veriyorlar yahut yön verdikleri izlenimini uyandırıyorlar. 1991’deki MÇP ile yegâne ortak noktaları, tek başlarına seçime girseler barajı geçemeyecek durumda olmaları. Ama onun çözümü de ittifak yasasıyla bulundu üç yıl önce. Öyleyse neden oy pusulasında kendi isim ve amblemleriyle yer almayarak siyasal bir tasfiye, likidasyon tehlikesiyle karşı karşıya bıraksınlar ki kendilerini. Tarihten bir örnek verelim; 1969 ve 1973 seçimlerinde yüzde 5-6 dolaylarında oy alan, 1975’te de Milliyetçi Cephe koalisyonunda yer alarak iktidar imkanlarından yararlanma şansını elde eden Turhan Feyzioğlu’nun Güven Partisi, Ekim 1975 senato yenileme ve ara seçimlerine girmeyerek Adalet Partisi’ni destekledi. Partinin adım adım erimesi toplumsal ve siyasal nedenlerden ötürü belki kaçınılmazdı, ancak 1975’te seçim meydanına çıkmamaları bağımsız kimliklerini kaybederek seçmenlerini iki büyük partiye kaptırmalarında çok önemli rol oynadı. Seçime girmemek, başka partiyi desteklemek, adaylarını başka partinin listesinden seçime sokmak bir parti için tehlikeli sonuçlara yol açabilir. Görünürlüğünüzü, dahası özgün siyasal kimliğinizi kaybedebilirsiniz. MHP hem daraltılmış bölgeye evet deyip hem de mecliste grup kurmak istiyorsa bu büyük riski almak zorundadır.
Görkem Özdemir: “HDP’nin kapatılması ve hazırda seçime girme yeterliliğine sahip bir partinin olmaması” diyerek başladınız, bir parti kapatma hâlinde Siyasi Partiler Kanunu’nda da bir değişiklik mi öngörüyorsunuz? Mevcut durumda TBMM’de grubu bulunan partiler teşkilatlanma şartından bağımsız olarak seçime girmeye yeterli kabul ediliyor. 2018’de de zaten CHP buna dayanarak İyi Parti’nin yeterlilik kazanmasına yardım etmişti. Böyle bir değişiklik durumunda solda 1991’i yeniden yaşamak sizce gündeme gelir mi? CHP’nin HDP’li vekil ve adaylara bilhassa Güneydoğu’da listelerini açmasını muhtemel buluyor musunuz?
Burak Cop: Eş zamanlı olarak HDP’nin kapatılıp kanunda değişiklik yapılmasına dair bir öngörüm yok. Olur veya olmaz, bilemiyorum. 1991’deki SHP-HEP ittifakının günümüzde benzerinin yapılmasını beklemiyorum, açıkçası doğru da bulmuyorum. Silahlar konuştuğu müddetçe HDP ile formel bir ittifaka girmek taşınması olanaksız bir yüktür, etik olarak da doğru değildir. 1991’de HEP’li dediğimiz insanlar bir veya iki yıl öncesine kadar SHP’deydi, yani o ittifak bir tür yuvaya dönüş hareketiydi. Daha da önemlisi PKK terörizminin toplumda açtığı yara bugünkü kadar derin değildi. Son otuz yılda binlerce ocağa ateş düştü. Üstelik HEP tam anlamıyla PKK’nın legal kanadı niteliğinde değildi, her ne kadar içinde o çizgideki kişiler de bulunsa da. 1984’ten bugüne 37 yıl geçti, çatışmanın 37 yıl daha sürmeyeceğini tahmin ve umut ediyorum, bir noktada siyasetin bu sorunun çözümü için devreye girmesi kaçınılmazdır, AKP sakatlıklarla malul de olsa Çözüm Süreci ile bunu yapmaya çalıştı. PKK’nın 30 yıl öncesine göre daha uluslararasılaşmış bir örgüt olması, Ortadoğu siyasetinde ABD’nin de partner olarak gördüğü bir konuma gelmiş olması (YPG’nin Suriye’nin kuzeyindeki alan hakimiyeti ve ABD ile ilişkilerinden söz ediyorum), sorunu daha da karmaşık ve içinden çıkılması zor bir noktaya taşıyor. Ama öyle veya böyle, günün birinde siyaset kurumunun yeniden inisiyatif alacağını öngörebiliriz ve bu olduğunda da HDP gibi (ya da o gün adı ne olacaksa) yasal siyasal aktörler ön plana çıkacaktır. Fakat bugün o noktada değiliz ve o nokta halen ufukta görünmüyor.
Görkem Özdemir: Peki hocam son bir soru olarak, sizce Türkiye’nin mevcut seçim ve siyasi partiler yasalarında sisteminde ne gibi değişiklikler olmalı? Bunu siyaseten yapılabilirliğin ötesinde, idealde ne düşündüğünüzü merak ederek soruyorum. Türkiye için sizce en olumlu model hangisi olurdu?
Burak Cop: Çok geniş kapsamlı bir soru. Türkiye’de her şeyden evvel yürürlükteki mevzuata aykırı, partizanca ve 1950’den beri süregelen serbest ve adil seçim geleneğimizi kemiren uygulamalara son vermek gerekiyor. 2017’deki mühürsüz oy pusulaları vakası ve 2019’da sonucu beğenilmeyen İBB seçiminin iptali, herhangi bir reformdan önce, yürürlükteki kuralların ve kökleşmiş pratiklerimizin korunmasını gündeme getiriyor. Bu da tabii çok geri bir noktaya ricat etmiş olduğumuzu gösteriyor. Bunun ardından parti yönetimlerinin parti örgütlerine ve meclis gruplarına mutlak hakimiyetinin Siyasi Partiler Kanunu’ndan kaynaklı sebeplerinin giderilmesi, partilerin milletvekili adaylarının hatta genel başkanlarının tüm üyelerin oy kullandığı seçimlerle belirlenmesi, partilerde tam üyeliğin yanı sıra destekçi üyelik gibi kategorilerin oluşturulmasına izin verilmesi, genel seçimlerde parti aday listelerinde seçmene tercihli oy kullanma imkanı sunularak milletvekili adayları arasında tercihte bulunma olanağı tanınması… Bunlar ilk aklıma gelenler. Bunların ardından seçim sistemi ne olmalı diye sorarsanız, elimde sihirli bir değnek olsa şöyle bir sistem tasarlardım. 650 milletvekili ve 200 senatörden oluşan iki kanatlı bir meclis. İki yılda bir senatonun üçte birinin yenilenmesi. Her iki kamara için de aynı seçim sistemi: Yüzde sıfır barajlı d’Hondt. 650 milletvekilinin 400’ünün her ilin bir seçim bölgesi olduğu geniş çevrelerden seçilmesi. 250’sinin ise dar bölgelerden gelmesi. Bir başka deyişle Almanya’daki gibi bir karma sistem. Senatoda ise dar bölge olmayacak tabii, hatta küçük nüfuslu bazı iller aynı seçim çevresinde birleştirilerek buralardan bir senatör çıkabilir, Artvin-Ardahan Senatörü gibi. 200 kişiyi 81 ile adilane dağıtmak kolay değil.
Görkem Özdemir – Simon Fraser Üniversitesi Yarı Zamanlı Öğretim Görevlisi/ İVME Hareketi
Doç. Dr. Burak Cop – Bahçeşehir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi