Die Linke ve Türkiye Soluna Notlar – Ethem Eğridere
Almanya’nın “radikal solu” Die Linke yeni liderleri ve yeni hedefleriyle 2021 seçimlerine hazırlanıyor. Partide eşbaşkanlık görevini devralan Janine Wissler ve Sussane Hennig-Wellsow, parti için daha pragmatik ve ılımlı bir rota çizmişe benziyor ama bol bol fraksiyon barındıran partinin bazı kanatları bu pragmatizmi kolay kabullenecek gibi görünmüyor. Ancak Wissler ve Hennig-Wellsow’un Die Linke’ye önerdiği vizyon, pekâlâ Türkiye’de henüz atılım yapamamış ve geçmişe fazla takılı kalıp atıllaşmış sol harekete de bir yol haritası çıkarabilir. Değişen tabanı, siyasi fırsatları ve prensip ile pragmatizm arasında denge tutturmaya çalışan Die Linke’yi bu açıdan incelemek faydalı olacaktır.
Değişen Taban ve İşçi Sınıfı
Die Linke aslında iki partinin birleşmesiyle vücut bulmuş bir parti. Bir tarafını oluşturan Doğu Almanya’yı tek başına yöneten SED’nin (Sosyalist Birlik Partisi), demir perdenin çökmesi ardından yenilenmesi ve “temiz” ve reformist isimler tarafından canlandırılmasıyla kurulmuş PDS (Sosyalist Demokrasi Partisi). Diğeri ise, SPD’nin (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) hızla merkeze yaklaşmasından, neo-liberal siyasete dirsek dayamasından rahatsız olan sendikacı ve siyasetçilerin kurduğu WASG (Alternatif Emek ve Sosyal Adalet Listesi). Bu iki oluşum 2005’te seçim ittifakı yapmış, 2007’de de Die Linke (Sol) adıyla partileşmişti.
Die Linke’nin asıl oy deposu, Doğu Almanya. Özellikle bölgede neo-liberal politikalara karşı bir koruma kalkanı olarak görülen parti, bir yandan da Ostalgie denilen “Doğu Almanya günlerine özlem” hissiyatını da bazı bölgesel politikalarıyla karşılıyor. Ancak özellikle aşırı sağcı AfD’nin sahaya inmesi ve siyasete girişiyle göze çarpan bir gerçek var: Geleneksel olarak Die Linke’ye oy veren gruplar, AfD’nin göçmen karşıtı, milliyetçi ve aynı zamanda “kapitalist” söylemine yöneldiler. Sol ile aşırı sağ arasındaki mavi yakalı taban üzerine olan rekabet Almanya’ya özel değil elbette. Ancak AfD’nin daha güçlü bir “koruma” sağlayacağını düşünen belli kesimlerin bir uçtan diğer uca geçmesi de bu rekabeti net bir şekilde gözler önüne seriyor.
Bir diğer yandan da Die Linke kaybını telafi edebiliyor. Yeni taban ise gençler. Hayatı daha özgürlükçü bir çerçeveden gören, kültürel ve sosyal normlara da önem veren, eğitimli ve şehirli gençler. Die Linke’nin oy haritalarına baktığımızda, Doğu’daki oylarının azalmasıyla, Batı şehirlerindeki oy artışı neredeyse aynı oranda. Bu gençlerin Ostalgie ile bağı yok. Daha eşit, müreffeh ve açık bir toplum istiyorlar. AfD’nin karşısında Die Linke’yi başarılı bir kalkan olarak görüyor, SPD’yi (neredeyse her açıdan) yetersiz, Yeşiller’i ise ekonomik açıdan fazla merkez buluyorlar.
Bu noktada not düşmekte fayda var. Almanya’daki gençlerin çok büyük kısmı Yeşiller ve Die Linke’ye yöneliyor. CDU kendi içinde gençleşme çabasında, ancak rekabetçi ortamda çalışan beyaz yakalılar, taşra oyları ve Merkel’in yıllardır süren “yönetme başarısıyla” oylarını koruyup arttırabiliyorlar. SPD için aynı şeyi söylemek pek mümkün değil.
Mavi yakalılar ise kitle halinde hareket etmeyi çoktan bıraktı. Geleneksel olarak Batı’da SPD’nin oy deposu olan mavi yakalılar, SDP’nin yanı sıra CDU’dan Die Linke’ye, Yeşiller’den AfD’ye kadar dağılmış durumdalar. Almanya’nın %19’luk kısmını oluşturan mavi yakalı işçilerin %34’ü AfD’ye, 22%’si Die Linke’ye oy verirken, en büyük oran “oy vermeyenlerle” 39%.[1] AfD’nin öne sürdüğü “sosyal devlet şovenizmi”, Alman işçi sınıfında karşılık bulmuş, özellikle Die Linke dahil olmak üzere diğer partilere de yüz vermeyen seçmeni kendine çekmiş gibi görünüyor. Bu noktada, Die Linke içinde Sahra Wagenknecht gibi isimler göçün önüne engeller koymayı önererek AfD’nin önünü kesmeye çalışsa da[2], ne seçmen tabanından ne de partinin içinden, sol görüşün temel ilkelerine karşı gelen bu adımlara yanıt pek sıcak olmadı.
Yeni Liderler & Yeni Vizyon
Ufak bir tarih ve taban sapağından sonra yeni Die Linke liderlerine dönebiliriz. Wissler, Die Linke’nin Troçkist fraksiyonlarından gelen, dediğim dedik tavrıyla öne çıkan ve parti içi disiplini sağlamasıyla bilinen bir siyasetçi. Geçtiğimiz yıllarda hortlayan NSU 2.0’ın adresini sızdırması ve tehdit mektupları yollamasıyla gündeme gelmiş, üstüne üstlük Alman polisi içindeki aşırı sağ görüşlü memurların ortaya çıkarılmasında ve ardından yapılan soruşturmada rol oynamıştı. Hennig-Wellsow ise daha ılımlı bir karakter ve partinin pragmatiklerinden addediliyor. Hem eyalet meclislerinde hem de parti içinde sadece muhalefet etmekten öte bir pozisyon alabilen, geleceğe dair somut planları olduğunu gösterebilen bir siyasetçi. Thüringen’de AfD’nin seçimleri baltalamasıyla ortaya çıkan skandalda başrole geçmiş ve mecliste sergilediği tutumla ulusal basından adından çokça söz de ettirdiğini belirtmekte fayda var.
Önceki liderler, Die Linke’nin federal hükümete katılması konusunda, en hafif tabirle, şüpheci bir tavır sergiliyordu. Prensiplerden geri adım atmama isteği, SPD ile iş birliğinden çekinme ve parti içindeki müthiş fraksiyon zenginliğinin doğurabileceği sorunlar söz konusuydu. Bunlar, dönemi için haklı sebepler olsa da yeni eş başkanlar federal hükümette söz sahibi olma konusunda daha kararlı görünüyorlar. Özellikle Hennig-Wellsow bir kırmızı-kırmızı-yeşil koalisyonuna (SPD-Die Linke-Yeşiller) işaret ediyor ve üç partinin “muhafazakâr güçlerden” yönetimi devralmasını öneriyor. Elbette bu üç parti arasında orta yolu bulmak pek de kolay değil, ancak Hennig-Wellsow’un da söylediği gibi, “eğer yönetmeye talip olmazsanız, asla başarılı olamazsınız”.[3] Anlaşılacağı üzere kendisi Die Linke’nin çizdiği “müzmin muhalefet” kimliğinden kurtulması taraftarı; ancak Wissler’in daha şüpheci olduğunu da belirtmekte fayda var. Wissler özellikle Alman Ordusu’nun sınır ötesi harekatlarının sonlandırılmasını kırmızı çizgisi olarak öne sürse de Die Linke’nin federal hükümette yer almasına tamamen karşı değil.[4]
CDU, Covid-19 ile mücadelenin son günlerinde kan kaybederken, Merkel’in gidişi -fazlasıyla klişe bir şekilde- kartların yeniden dağıtılmasına sebep oluyor. 2021 seçimleri, CDU ile Yeşiller koalisyon kuramaması durumunda büyük sürprizlere yol açabilir.
Türkiye Soluna Notlar
Bu noktada Türkiye’ye hızlıca dönmekte fayda var. Avrupa’nın neredeyse her ülkesinde sosyal demokratların rahatça soluna düşen partiler ve hareketler, toplumlarında veya hükümetlerinde söz sahibi olurken Türkiye’de CHP’nin solu hala fraksiyon kavgalarıyla, otuz sene önce yaşanmış anlaşmazlıklarla ve milim kıpırdanmaya mahal vermeyen bir katılıkla uğraşıyor. Halbuki Die Linke, Türkiye solu için sağlıklı, başarılı ve takip edilmesi gereken bir örnek.
Die Linke’nin, Doğu Almanya’dan aldığı Ostalgie oylarını yok saydığımızda bile, Türkiye’deki solun toplamından daha aktif ve geçerli olduğunu görmek mümkün. Eyaletlerde ve şehirlerde yönetimdeler, diğer partilerle iş birliği yapmaya açıklar ve “ben haklıyım” cümlesinin ötesine geçebiliyorlar.
Bu noktada, Türkiye solunun kendine bir Radikal Realpolitik yolu çizmesi şart. Toplumun, en azından toplumun belli bir kısmının isteklerini dinlemek ve 2021 yılında sokakta ne olduğunu görebilmek için herkesin bazı gerçeklerini sorgulaması şart. Püritanlığın ve ayrışmanın Türkiye solunu getirdiği noktada, ne acıdır ki, yalnızca kopuk, uzlaşmaz ve yeniliğe kapalı yapılar ve o yapıların belli ve kısıtlı bölgelerde minimal etkisi mevcut.
Pekâlâ, Die Linke bu noktada ufuk açıcı olabilir. Onlarca farklı fraksiyonun bulunduğu parti en temel müşterekler üzerinde birleşip kendi arasında kavgayı değil, dışarıdaki acımasız piyasa güçlerine karşı durmayı önceliyor. En sıkı Marksist’ten, en özgürlükçü sosyaliste, hatta ve hatta -inanmayacaksınız- sosyal demokratlara dahi ev sahipliği yapabilen ve günün sonunda da iyi, kötü gerçek bir değişim yaratabilen bir parti. Belki de Türkiye solunun üzerine biraz olsun kafa yorması gereken noktalar ve cevaplandırması gereken soruları Die Linke’nin kuruluşu ve başarısında yatıyor. Geçmişi geçmişte bırakmak, doktrinel kavgalardan sıyrılmak ve ortak ve belki de en önemlisi, çok uzaklarda olmayan bir gelecek ortaya koyabilmek.
Ethem Eğridere – Araştırmacı
[1] Sablowski, T., & Thien, G. (2018). Die AfD, die ArbeiterInnenklasse und die Linke–kein Problem?. PROKLA. Zeitschrift für kritische Sozialwissenschaft, 48(190), 55-72.
[2] https://www.sahra-wagenknecht.de/de/article/2713.offene-grenzen-für-alle-das-ist-weltfremd.html
[3] https://www.spiegel.de/politik/deutschland/susanne-hennig-wellsow-will-linkspartei-auf-gruen-rot-rot-vorbereiten-a-720e0731-bb3d-4658-8731-2b9cb5b9e1c2
[4] https://www.rnd.de/politik/linke-auch-wissler-fur-regierungsbeteiligung-mit-grunen-und-spd-offen-ZL5IKQLDOVGZNISX7Q63ZXFIYU.html