Kapitalizm Gezegeni Yakıyor, Sıradan İnsanlar Değil – Çeviri: Kemal Büyükyüksel
Pazartesi günkü IPCC raporunda özetlenen iklim kaosundan tüm insanlar eşit derecede sorumlu değil. Zengin ve güçlüleri başlıca suçlular olarak belirlemek, daha fazla yıkımı durdurmanın anahtarı.
Chris Saltmarsh’ın Jacobin için yazdığı yazının Türkçe çevirisidir. İzinle İVME Hareketi tarafından yayınlanmıştır.
Her yedi veya sekiz yılda bir, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), iklim değişikliğinin durumunu değerlendiren, mevcut araştırmaları gözden geçiren en son raporunu yayınlar. En sonuncusu olan Altıncı Değerlendirme Raporu, bu hafta aşırı sıcakların ve yıkıcı sellerin hakim olduğu bir yazın ortasında yayınlandı.
Bu raporlar, iklim değişikliği tarihinde dönüm noktası anları gibi gözüküyor. Politikacılar, şirketler ve aktivistler durmadan tartışarak çok az ilerleme kaydederken ya da hiç ilerleme kaydetmezken, bilim adamları nerede olduğumuza ve daha yapılacak ne olduğuna dair ayık ve objektif bir resim sunarak bu saçmalığı kesiyorlar.
Ne Var Ne Yok?
Peki, en sonki IPCC raporu bize iklim değişikliğiyle mücadelede yardımcı olmamız için hangi yeni bilgileri veriyor? Temel düzeyde, çok değil. Emisyonlar hala artıyor ve gezegen hala ısınıyor. Hâlâ acil olarak ekonomiyi karbondan arındırmamız gerekiyor.
Altıncı Değerlendirme Raporu’nun manşetleri, yaygın olarak konuşulan küresel ortalama sıcaklık artışlarını 1,5 o C ile sınırlama hedefine odaklanma eğilimindedir. Bu hedef, Paris Anlaşması’nın temel taşıydı ve iklim uzmanları tarafından aşıldığında ısınmanın güvensiz hale geldiği sınır olarak belirlendi. Gerçekte: 1,1 veya 1,2 o C ısınmaya çoktan ulaştık ve mevcut iklimimiz pek güvenli olarak tanımlanamaz.
Ne olursa olsun, uluslararası toplum, iyi ya da kötü, kolektif bir hedef olarak 1.5 o C civarında birleşti . IPCC raporunun en çarpıcı manşetlerinden biri, modellenen tüm senaryolarda 2040 yılına kadar o seviyeye ulaşacağımızdı. Emisyonları hızlı bir şekilde düşürmeye başlamazsak, bu nokta çok daha erken gelecek (bundan yaklaşık on yıl sonra).
1.5 o C’de deniz seviyesinin iki ila üç metre arasında yükseldiğini göreceğiz. Aşırı ısı örnekleri yaklaşık dört kat daha olası olacak. Şiddetli yağış yaklaşık yüzde 10 daha yoğun olacak ve meydana gelme olasılığı 1,5 kat daha fazla olacak. O zaman soru, ne kadar yakında olacağı.
IPCC raporunda iyimser taraflar varsa, o da 2050 yılına kadar küresel olarak net sıfır emisyona ulaşırsak, sıcaklıkları 1,5 o C’de sabitleme şansımızın yüksek olduğu. Tabii ki kötü haber şu ki, bu, bugününkinden çok daha tehlikeli bir iklim demek – ve iyimser senaryo kesinlikle en olası olanı değil. Daha yüksek emisyonlu bir senaryo modeli bizi 2040’a kadar 1,9 o C’ye (bu noktada kırk altı yaşında olacağım), 2060’a kadar 3 o C’ye (bu noktada henüz emekli olma ihtimalim yok) ve 2100’e kadar 5,7 o C’ye götürebilir (bu noktada aşırı sıcaklık beni öldürmezse 104 olabilirim).
Bu rakamlar, zaten bilmediğimiz bir şey olmasa da rotayı değiştirmezsek bizim kuşağımızın hayatımız boyunca nelerle karşı karşıya olduğunun altını çiziyor. Birleşmiş Milletler genel sekreteri António Guterres, rapora fosil yakıt endüstrisini hedef alarak yanıt verdi: “Bu rapor, gezegenimizi yok etmeden önce, kömür ve fosil yakıtlar için bir ölüm çanı çalmalıdır.”
Bu, iklim değişikliğiyle ilgilenen herkes için apaçık bir gerçek haline geldi, ancak sadece açıklama yapmak artık yeterli değil. Glasgow’daki ertelenen COP26 konferansına üç aydan kısa bir süre kala, bu seferki konferansın gerçekten farklı olmasını beklediğimizi söyleyebilir miyiz? Önceki iki önemli konferans hiç bir şey üretmedi: Başarılı olursa ısınmayı sadece 2,9 o C’de tutacak, ülkelerin emisyon düşürmelerini gönüllü biçimde gerçekleştirmesini hedefleyen 2009 yılında Kopenhag’da yapılan Cop15 ve 2015 yılındaki COP21 (Paris Anlaşması). Glasgow daha başarılı olacak gibi gözükmüyor.
Bu rapor, diğerleri kadar keskin, ancak yerleşik uluslararası süreçlerin ve mevcut hükümetlerin acilen ihtiyacımız olan küresel ekonomik değişimi koordine etmeye hazır olduğuna inanmak için bize yeni bir neden vermiyor. Amerika Birleşik Devletleri Başkanlık İklim Özel Elçisi John Kerry, Glasgow’un “bu krizde bir dönüm noktası olması gerektiğini” söylüyor. Bunların hepsini daha önce duyduk. Şu anda güvenebileceğimiz tek dönüm noktası, bu krizi üreten ve yerleşik hale getiren kapitalist politik ekonomiden, eşitlik, adalet ve paylaşılan refaha dayalı yeni bir ekonomiye geçmektir.
“İnsanlığı” Değil, Kapitalizmi Suçlayın
Altıncı Değerlendirme Raporunun bilimsel çıktıları inkâr edilemez ve sonuçlarının çarpıcılığı, mevcut siyasi ve ekonomik sistemimizin uygunluğunu sorgulamamız için bize ivme kazandırıyor. Ancak raporun kendisi bu soruları soracak kadar ileri gitmiyor. Aslında, rapor boyunca, egemen sınıfın egemenliğini sürdürme işlevi gören bir dil görebiliriz.
“Politika Yapıcılar için Özet”teki ilk ifade , iklim değişikliğinin “kesinlikle insan faaliyetlerinden kaynaklandığını” iddia ediyor. Rapor boyunca “insan kaynaklı iklim değişikliği” ifadesi yer alıyor. İklim krizi kesinlikle insanlığın sorumluluğudur tezi BBC ve The Guardian dahil ana akım medyada yayınlanan hikayelerde çarpıcı bir başlık haline geldi.
IPPC raporunun olası ısınma dereceleri, beklenen aşırı sıcaklık ve tahmin edilen deniz seviyesi yükselmeleriyle ilgili değerlendirmelerinin aksine, genel olarak insanlığın suçlanması gerektiği önerisi bilimsel bir iddia değildir. İdeolojik bir durumdur. Bu örnekte ise yönetici sınıfı suçlamadan yalıtır.
IPCC’deki bilim adamlarının açık niyetinin bu olması pek olası değildir. İnsanların neden olduğu iklim değişikliği hakkında konuşmaya yönelik popüler eğilim, kesinlikle iyi finanse edilen iklim inkarına bir yanıttır. Bununla birlikte, iklim inkarı artık ana tıkanıklık değil – bunun yerine asıl mesele kapitalist sınıfın gecikmesi ve eylemsizliği.
En yoksullar acı çekerken iklim krizinden kâr eden kapitalistlerdir. Dünya yanarken karbonsuzlaşmayı engelleyen, kârı her şeyin önüne koyan kapitalist sistemdir. Elbette iklim değişikliğinin insan kaynaklı olduğunu söylemek teknik olarak doğru. Bildiğim kadarıyla, kapitalist sınıfın tümü insandır (David Icke bizim bilmediğimiz bir şey bilmiyorsa). Ancak bu, krizin oluşmasında tüm insanların rol oynadığı anlamına gelmez.
Doğru, bazılarımız fosil kapitalizmin meyvelerinden maddi olarak yararlanıyor. Fosil yakıt çıkarmanın modern uygarlığın temeli olması ve birçok yaşama iyileştirme sağlaması kaçınılmazdır. Ancak çoğu insan da bu sistem içinde sömürülmekte, yabancılaştırılmakta ve marjinalleştirilmektedir. Kapitalizmin karbon-yoğun ürünlerini tüketiyoruz, ancak iklimimizi çökmeye iten temel üretim koşulları hakkında hiçbir söz hakkımız yok.
Bir petrol rafinerisinde çalışan bir işçi, onları petrol üretiminden kâr elde etmek için sömüren kapitalistle aynı suçu paylaşamaz. Kömür madenine yer açmak için topraklarından zorla yerinden edilen yerli topluluklar, bu projeleri zorlayan hükümetlerle aynı suçu paylaşmıyorlar. Memeli canlılardan kaynaklı veya dünya kaynaklı iklim değişikliği hakkında da konuşabiliriz. Bu aynı derecede doğru olurdu, ancak sadece gerçek suçlulardan daha da ileri bir soyutlama düzeyinde.
İklim değişikliğinin mutlaka kapitalist üretim tarzına özgü olmadığını söylemek elbette doğru olacaktır. Kısaca bir karşı-tarihe girmek için, fosil yakıtları keşfeden herhangi bir insan uygarlığının, onları kullanacağı ve istemeden iklim değişikliğinin çarklarını harekete geçireceği kesinlikle doğrudur. Kapitalizmin eşsiz kötülüğü ise, eğilimi tersine çevirememesidir. İklim değişikliğinin nedenlerini ve etkilerini onlarca yıldır biliyoruz, ancak kapitalizmin kısa vadeli kârları maksimize etme önceliği, enerji sistemimizi değiştirme ihtiyacını ortadan kaldırdı.
İklim çöküşünden hepimiz eşit derecede sorumlu değiliz. Bireysel davranışlarımız, toplu olarak alınsa bile, ekonominin planlı bir dönüşümü olmadan hızlı ve adil karbonsuzlaştırma sağlanamaz. Ya krizin gerçek nedenini gizlerken insanlığı genel olarak çarmıha geren bir insan düşmanı iklim politikasına dalmayı seçebiliriz – ya da insan potansiyeli ve olasılığı ve daha iyi bir dünya hakkında bir hikâye anlatan hümanist ve sosyalist bir iklim adaleti vizyonunu benimseyebiliriz. Sahip olduğumuz iklimden en iyi şekilde yararlanmamızı sağlayabiliriz.
1.5’te Dünya
Hedefleyebileceğimiz en iyi şey 1,5 derecelik ısınmaysa ve Altıncı Değerlendirme Raporunun bize söylediği gibi, iklimde bu kadar çok değişiklik artık kaçınılmaz ve geri döndürülemez ise, o zaman Yunanistan, Türkiye ve Cezayir’deki mevcut orman yangınları sadece yeni bir normalin başlangıcı. Bu bağlamda, en kötüsünü vurgulamak yerine insanlığın en iyi özelliklerini ortaya çıkarmamız gerekecek. 1 dereceye kadar ısınmanın her fraksiyonuna karşı savaşmanın yanı sıra, şu anda yaşadığımızdan daha tehlikeli bir iklimin kalıcılığını da kabul etmeliyiz. Dayanışma ve adalet ilkelerinin çok önemli hale geldiği yer burasıdır.
Birincil görevimiz, mümkün olduğunca hızlı ve adil bir şekilde karbondan arınarak ısınmayı sınırlamaktır. Bu yeni iklime nasıl uyum sağlayacağımızı da düşünmeliyiz. Sol ve iklim hareketi, iklim değişikliğine adil bir uyum programı talep etmeli ve bu programı kendi siyasi platformumuza entegre etmeli. Dayanıklı binalar ve altyapı, sel savunması, tahliye planları, iyi finanse edilen acil servisler, kayıp ve hasarı karşılayacak devlet garantili sigorta ve iklim krizi mültecilerini kabul edip destekleyecek politikalar görmemiz gerekiyor. Bunlar siyasi arzularımızın son noktası olamaz veya karbondan arındırma mücadelesinden vazgeçmek için bir bahane olamaz, ancak 1.5 o C’lik bir dünyada herhangi bir adalet vizyonuna bunların dahil edilmesi gerekir.
IPCC raporunun netleştirdiği gibi, önümüzdeki on yıllarda birden fazla ısınma senaryosu var. Bunların bazılarında ima edilen hem hükümetlerin hem de iklim hareketlerinin emisyonları gereken zaman ölçeğinde düşürmedeki başarısızlığıdır. Elbette amacımız devletin yönetiminin başına geçmek ve onu ekonomiyi dönüştürmek ve adaleti sağlamak için kullanmak olmalıdır. Ancak, politikacıların statükoyu koruduğu ve karbondan arındırmadığı veya karbonsuzlaştırmanın fakirleri feda ederken marjinalize edilmiş zenginlerin yararına olduğu senaryolar içinde çalışmaya da hazırlıklı olmalıyız. Bu göreceli yenilgi senaryolarında, topluluklarımızda güç ve dayanışma inşa ederek kendimizi savunmaya hazır olmalıyız. Devletin sağlam gıda dağıtımı, acil barınma ve kurtarma sistemleri kurarak bizi başarısızlığa uğrattığı durumlara toplu bir dayanışmaya hazırlıklı olmalıyız.
IPCC raporlarının amansız ve yıkıcı aşırı hava koşullarında yayınlandığı bu gibi anların kolektif bir umutsuzluk, endişe ve güçsüzlük duygusu uyandırması anlaşılabilir bir durum. Çalışma hayatımın tamamı, IPCC’nin modellediği senaryoların çoğunda, ısınan bir gezegen içerisinde geçecek. Bu duyguları, bizi umutsuzluğa sürüklemelerine izin vermeden kabul etmeli ve bunlara saygı duymalıyız.
Medyanın, egemen sınıfın ve hatta bilim adamlarının bize söylediklerine rağmen, iklim krizinden “biz” sorumlu değiliz. Ancak suçlanacak olanlar bu konuda anlamlı bir şey yapmayı planlamıyor – bu yüzden yine de bize bağlı. Bu bilgiyle, eşitlik, adalet ve ortak refaha dayalı yeni bir ekonomi inşa etmeye hazır, radikal bir kitle hareketi oluşturabiliriz. Ne olursa olsun fosil kapitalizmin mirasıyla yaşamak zorunda kalacağımızı biliyoruz, ancak bunu tarihe gömeceğimizden emin olabilirsiniz.