Batının İkiyüzlülüğü Üzerine – Münire Özbey
Dünya 15 Ağustos 2021 Pazar gününden bu yana Afganistan’ı konuşuyor. Tahliye paniği, diplomat ve askerlerin durumu derken nihayet kadınların uğradığı zulme sıra geldi. Erkek egemen bir dünyada ezilenleri gözetmeyen bencil politikaların bedellerini ise Türkiye 28 Temmuz’dan bu yana yangınlar, seller, Altındağ olayları ve ırkçılığın yükselişi ile ödüyor. Peki Afganistan, Türkiye’nin bunca sorunu varken neden gündemi bu kadar meşgul ediyor? Bazen odadaki fili söylemek lazım, siyasal islam bize sandığımızdan çok daha yakın bir zamanda sanki yeterince patriyarkal uygulamamız yokmuş gibi şeriat vadediyor. Taliban’ın açıklamasını ‘olumlu’ bulan ve Taliban ile masaya oturmaktan kaçmadığını açıkça ifade edebilen ‘yöneticiler’in mevcudiyeti bir kadın olarak benim kanımı donduruyor. Siyasal islamın akıl ve havsaladan öteye gün be gün geçtiği görmek ve sadece “din kitlelerin afyonudur” ile cevap verilebilmek açılım yapılmış bir yirmi senede bize ne kadar bir muhaliflik kazandırıyor?
Ancak durum sadece Türkiye için değil tüm dünya için bir turnusole dönmüş durumda. Zira duyuyoruz ki an be an takip edilen diplomatların tahliyeleri sırasında onlara yardımcı olan Afgan halkı geride bırakılmış, bununla da yetinilmemiş iletişim kurulabilecek tüm araçlar bloke edilmiş. Bir başka ülke ise öncelikli olarak bira ve şarap stokunu tahliye etme ihtiyacını duymuş. Takibinde sürekli olarak Reuters gibi büyük yayın organlarının Taliban’ın kadın haklarına ne kadar ‘saygılı’ olacağına dair yaptığı açıklamaların videolarını tweet olarak attığını görüyoruz.
Cumartesi akşamından bu yana Çin, Rusya gibi devletlerin ise Taliban yönetimini tanıma konusunda yaptığı açıklamalar en az Türkiye’nin yaptığı açıklamalar kadar kan dondurucu. Bu arada Taliban ise yalnızca TR basınında değil, İsrail ve İran televizyonuna demeçler veriyor. Bu iki ülkenin adının yalnızca Taliban söz konusu olduğunda yan yana gelebilmesi sadece bana mı ilginç geliyor?
Alman basınından Volksstimme ise yer yer bizde de duyulan şu yorumu yapıyor; “Afganistan’ın taş devrine dönmesinden uluslararası toplum, ABD veya Almanya sorumlu değildir. Afgan halkı gelişme kaydetme konusunda eline geçen fırsatı kaçırdı. 20 sene boyunca milyarlarca dolar oraya aktı, okullar ve alt yapı kuruldu, pek çok yabancı ülke vatandaşı Afganistan’ın güvenliği için hayatını kaybetti. Afganistan’ın siyasi elit kesimi ve geleneksel liderleri harcanan çabalardan bir şey öğrenmedi ve yapılanları da koruyup kollayıp ileri taşımadı. Olanlardan da dolayısıyla sadece onlar sorumlu. Batılı politikacılara yöneltilecek tek suçlama ise yıllarca bu Afgan yolsuz elit kesim ile bile bile o oyunu sürdürmek olabilir.” Volksstimme’ın anlamı Halkın Sesi, bu yorum ancak bu kadar tesadüfi olabilirdi.
Peki bu yorum ne kadar gerçekçi?
ABD, soğuk savaştan bu yana anti-komünizm propagandalarını yapabilmek için desteklediği örgütlerden kendine dahi zararı dokunan El Kaide’yi, bugün Afgan halkını taş devrine döndüren Taliban’ı yarattığını bu şekilde inkar edebilecek mi?
Tüm yükün halkın ve direnen kadınların üstüne yükleyip “yirmi senedir düzelin diye uğraşıyoruz n’apalım yani” demek ne kadar gerçekçi? Size de bu sözler her felaketten sonra Twitter’da türeyen “Tüm bu olanlardan halk sorumludur, hepimiz suçluyuz, biz izin verdik” tayfasına benzemiyor mu? Peki etkinlikleri bu tayfa kadar mı?
Bir gün bize bu ülkelerde yaşayan tanıdıklarımız kalkıp “Türk halkı M.Kemal Atatürk’ün ona sunduğu cumhuriyeti eliyle yıktı.” dediğinde aynı önermemizin arkasında bu kadar kuvvetle durabilecek miyiz? Aslında bir önermeyi tartışmak için kendimize uygulamak pratik bir çözüm olsa da geçerli değildir. Ancak bu kadar hızlı ekranların aktığı, hızlı bir propaganda ile Batı’nın sorumluluğundan kaçtığı ve kendini temizlediği ‘Cesur Yeni Dünya’da derdini anlatabilmenin zorluğu gün geçtikçe derinleşiyor. 280 karakterin içine sığdırdığımız düşüncelerimizde birbirimizi engelleyerek ve anlamayarak sabırsızca tükendiğimiz bu dünyanın sonuçlarından biri de bu pratik hallere başvurmak.
1996’da Taliban’ın Kabil’i ele geçirmesinin ardından Chris Harman’ın kasım ayında yayınlanmış yazısında ifade ettiği gibi “Afganistan, çok fakir bir ülkenin emperyalistler arası rekabetin girdabına sürüklendiğinde neler olacağına dair bir örnektir.” Aynı yazıda Chris Harman, Rusya’nın işgalinden hemen sonra yapılan bir uyarıya dikkat çeker: “Bir mucize eseri rakip emperyalistler Afganistan’ı rahat bırakacak olsalar bile, halkın karşılaştığı sorunlar neredeyse aşılmaz olurdu. Bir ülkede kapitalizm ya da “sosyalizm” için fiziksel kaynaklar mevcut değildir. Bunlar ancak uluslararası ölçekte devrimci bir atılımla sağlanabilir.”
İşte bugün Batı’nın tam olarak eleştirildiğim kısmı, bu uluslararası ölçekte devrimci bir atılımı yaptığını iddia etmesidir. Batı’nın yirmi senedir vurgusu ve halkı bu yatırımdan faydalanamamakla suçlaması adil midir? Bugün biliyoruz ki bir suçlamanın arkasında genellikle sorumluluktan kaçma ve temize çıkma gayesi bulunuyor. Fakir bir halkın yerleşik islam birlikleri tarafından ezilirken bir kurtuluş mücadelesi yürütmesi, yirmi yılda düzlüğe çıkması ve bir anda Batı’nın aydınlanmasına ulaşması bekleniyor. Batı’nın gözünde her şeyi çözen para, maalesef Afganistan’ı çözemiyor.
Bununla birlikte geçtiğimiz günlerde komedyen Khasa Zwan’ın Taliban tarafından infazı oldukça tepki çekmişti. Tokatlandığı video’yu bu kadar çabuk sindirmemiz normal miydi? Çekilmenin arifesinde yapılan bu infazın arkasından Zwan’ın pedofili olduğu, CIA ajanı olduğu gibi iddialar NY Times gibi bir gazete de dahi yer buldu. Sizce bu bir tesadüf müydü? Bununla ilgili olarak İrfan Aktan’ın bir+bir’de Afgan bürokrat Farhad Khurami ile yaptığı söyleşide Khurami’nin sorduğu soru çok yerinde: “CIA bula bula Kandahar’ın kenar semtindeki bir yoksul adamı mı ajan diye bulacak? Ayrıca, hangi neden bir insanın katledilmesinin gerekçesi olabilir?”
Kadın hakları üzerinden yaptığı açıklamaları servis ederek Batı’nın Taliban’ı bilinçli olarak denkleme soktuklarını düşünmeye başlamak ve bu düşünce etrafında geleceği yorumlamaya çalışmak belki etkin bir politika yaratabilmemize yardımcı olabilir. Bugün kaynakların giderek tükendiği bir dünyada sözde yatırımların dış ülkelerden merkeze çekilmesi bir tesadüf değildir. Dünya üzerinde izleyeceğimiz tüm politik hareketleri kaynakların dağılımı üzerinden okumak hiçbir zaman yanıltmamışken kıtlığa hızla koştuğumuz bu konjonktürde daha da büyük anlam kazanıyor. Artık İnsan Hakları’nın sadece ‘hakeden’ halklar üzerinden yorumlanmasını görme riskimiz Afganistan ile oldukça açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Kaynakların yönetilebilmesi için uzun süredir kullanılan bu araç, eylemlerin gerekçesini oluşturmaktan bir sonraki seviyeye geçerek sonuçların sorumluluğunu reddetmeye varıyor.
Bu iklimde ataerkil zihniyetin güçle oluşturduğu ve doğal olarak güçle yıktığı bu düzenin yerine kadın direnişinin inadı, söylemde inceliği, kapsayıcılığı gelir mi? Atwood’un bize kitaplarda tasvir ettiği distopik dünyaya gerçekten giriş yapmak zorunda mıyız?
Avrupa ve Amerika’nın insanlık dersi verdiği 15 Ağustos’tan 16 Ağustos’a geçerken Sahraa Karimi’den bir tweet gördük:
“Sabah oldu. Sabah, geceden daha karanlık. Umutsuzluk dolu bir sabah, acı dolu bir sabah.”
Münire Özbey
Kaynakça: