İktidara Karşı Öfkeli Olmak – Baran Yalçınkaya
Her gün çeşitli adaletsizliklere şahit olan muhaliflerin öfkelenmesini doğal karşılıyoruz. İşte burada bir nüans var. Doğal olması, bunun olması gerektiğine veya doğru olduğuna işaret etmiyor.
Adaletsizliklere karşı öfkeli olmanın hem toplumda hem de bireyde neler ortaya çıkarabileceğini yeterince düşünmüyoruz. Çoğu sağ ve sol ideolojilerin öfkeyi lehine kullanmaya çalışması ve özellikle erkeklerin, toplumsal normlardan dolayı, diğer duygulara yönelmektense, yalnızca öfkeyi içselleştirmeleri bu duygunun meşruiyetinin sorgulanmasının önünü bir nebze kapatmış gözüküyor.
Öfke kelimesinin zihinlerde çağrıştırdıklarıyla etimolojisi arasındaki bağlılık da öfkenin neden süreçleri yönetirken pek de iyi ve yeterli bir araç olmadığını gösteriyor. Öfkenin eski Türkçedeki ikinci anlamı ‘‘hışım’’. Aniden gelen, hissedilirken üstünde pek de düşünülmemiş bu duygunun pratiğe dökülmesinin sonuçlarını yakın tarihte defalarca tecrübe ettik. Bu tecrübelerden yola çıkarak öfkeli bireyin ya da kalabalığın manipülasyona fazlaca açık olduğunu söyleyebiliriz. Birey ya da toplum manipüle edilebilir hale geldikçe, öznenin özdenetim kapasitesi zayıflıyor. Böylece öfkenin şiddete, işe yaramayacak yöntemlere yönelmesi de hız kazanıyor, ki bu örüntünün sonuçlarıyla sürekli karşılaşıyoruz.
Toplum olarak bütün negatif duyguları öfkeye tahvil etmemizin kötü yanları protestolar, siyasetin ve gündelik hayatın dili başta olmak üzere hayatın çoğu alanında ayyuka çıkıyor. Tabii, öfkeyi kategorik olarak reddetmek çok radikal olur. Harekete geçirici ve yönlendirici etkisini göz ardı etmemek gerekiyor, farkındayım. Fakat öfke, kara bir bulut gibi üstümüze çökmüşken bunu değiştirmenin yolunun ‘’öfkeli olmak’’tan geçmediği kanısındayım.
Başta Türkiye olmak üzere, birçok ülkede popülist rejimlerin egemenliği söz konusu. Bu iktidarların kendilerince alameti farikası ise öfkeli olan tabanı yönlendirebiliyor olmak ve böylece toplumu rahatça kutuplaştırmak. Bunun zeminini yıllardır hazırlayan Erdoğan iktidarı ise bunda başarılı gözüküyor. 19 yıldır iktidarda kalabilmesinin başka bir açıklaması olduğunu zannetmiyorum. Peki, böyle bir siyasi atmosferde muhalefet partilerine düşen görev nedir? Hali hazırda kutuplaşmış toplumda Erdoğan karşıtlığını körüklemek için kendi tabanını öfkeye sevk etmek mi?
Her gün çeşitli adaletsizliklere şahit olan muhaliflerin öfkelenmesini doğal karşılıyoruz. İşte burada bir nüans var. Doğal olması, bunun olması gerektiğine veya doğru olduğuna işaret etmiyor. Öfke zehrini içip iktidarın zarar görmesini beklemek yerine diyalog zeminini oluşturmak gerektiğinin farkındayız fakat bunu başarabilmiş değiliz. Başarabilmek için ise öfkenin belli bir dereceye kadar dinmesi, yerini olumsuz olan diğer duygulara bırakması gerektiği kanaatindeyim. Aksi takdirde, belli bir zaman diliminde öfkeyi biriktirmişliğin yol açtığı yıpranma ve patlama hali gün yüzüne çıkıyor.
Öfkenin ucunun kaçması çok olası ve kaçtığında da histerik duygulara kendini rahatça bırakabiliyor. İktidara karşı duygusal ilişkiler geliştirmeden ve onun ulaşılabilir bir fenomen olduğunu kabul ederek hareket etmemiz gerekir oysa. İktidara ve devlete karşı yoğun duygular beslemek gerek nefret gerek sevgi, onun ulaşılmaz bir akla sahip olduğu varsayımıyla başlar. Halbuki devlet-birey ilişkisinde benimsenen bu varsayımla hareket etmek demokrasi yollarını kapatmaya pek meyilli.
Belli bir öfke seviyesi toplumda müzakere yollarını açılabilecekken kolektif hareketlerde var olan denklemin birçok parametreden oluşması bunu olanaksız kılıyor. Toplumdaki öfkeyi belli bir seviyede tutmak, tahakküm altındaki toplumun yüksek seviyedeki öfkesini kendi çıkarına kullanması muhtemel kişiler tarafından yönetilen ülkede, iktidarın hiç istemeyeceği bir şey gibi duruyor. Belli bir seviyede tutamamanın sebeplerinden biri kendi öfkeli tabanını karşı tarafa yönlendirmeye hazır ve istekli olan iktidar. Eylemcileri kışkırtıp belirlediği söylemlerle toplumu manipüle eden iktidar, yükselttiği öfkenin üstünde adeta sörf yapıyor. Boğaziçi eylemlerinde de aynısını gördük. Son derece barışçıl ilerleyen eylem, meşru bir gerekçeden gücünü alan öğrenciler ve onları destekleyen halk tarafından yürütülürken, iktidarın türlü boyutlarda şiddetiyle bastırılmaya çalışıldı. AKP, eylemin hedefinden bağımsız birtakım hassasiyetleri ön plana çıkartarak protestocular arasında olmayan kişileri medyasıyla manipüle etmeye kalkıştı ve yine insanları kutuplaştırmaya devam etti. Bu tür politikaların hedefine ulaşmasına izin vermemek, diyalog zeminlerini oluşturmak için direnmek ise güzel bir gelecek için çabalayan herkesin muradı olmalı.
Bütün bunları göz önünde bulundurduğumuzda sol ideolojilerin günümüzde öfkeye verdiği değeri sorgulamamız gerekiyor. Son derece kaygan bir zeminde duran, nereye savrulacağı belirsiz, bireyin kendisine ve uğruna emek verdiği tarafa zarar verebilme kapasitesi yüksek bu duygunun öteden beri kazanılmış meşruiyetini tekrardan düşünmeliyiz.