Almanya’nın Seçimi: Olası Koalisyon Denklemleri Ne Anlatıyor? – Emrah Aslan
SPD’ye ivme kazandıran faktörlerden biri, şüphesiz 2021 seçim bildirgesindeki sosyal politika önerileri. Bu sosyal önerilerin finansmanı, esas olarak daha adil ve varlıklı insanların/büyük şirketlerin daha yüksek vergilendirilmesinden geçiyor.
Almanya’da seçime günler kala koalisyon denklemleri üzerinden yürütülen tartışmalar hız kazandı. Seçim sonrasında başlayacak uzun koalisyon maratonu, şimdiden basında ve kamuoyunda zengin bir tartışma ortamı yaratmış halde. Son anketler, SPD’nin %24-27 aralığında, CDU/CSU’nun %20-22 aralığında, Yeşiller’in %15-16 aralığında, FDP’nin %10-12, Sol Parti’nin ise %6-8 aralığında oy alacağını gösteriyor. Bu oy düzeyleri, 26 Eylül sonrasında büyük bir ihtimalle en az üç partili bir koalisyonun mümkün olduğunu anlatırken, oluşan koalisyon denklemleri üzerinden fikir yürütme imkanı da veriyor.
Anket sonuçlarına yakın bir seçim sonucu çıkması halinde, liberal FDP ile Yeşiller’in koalisyon görüşmelerinde kilit partiler olacağını söylemek mümkün. FDP’nin desteği olmadan bir SPD- Yeşiller–FDP koalisyonu kurulamayacağı gibi, Yeşiller’in desteği olmadan da CDU/CSU- FDP–Yeşiller koalisyonunun kurulması matematiksel olarak mümkün olmayacak gibi görünüyor. FDP’nin sağ ağırlıklı, Yeşiller’in de sol ağırlıklı bir koalisyonu öncelikle tercih edeceğini düşünürsek, koalisyon müzakerelerinin oldukça çetin geçeceğini şimdiden tahmin etmek güç değil.
Bu bağlamda gerçekleşmesi en muhtemel dört koalisyon denklemini detaylıca inceleyerek, Almanya’yı 26 Eylül sonrasında nasıl bir iklimin beklediği hakkında genel bir fikir yürütebiliriz.
I. SPD–CDU/CSU–Yeşiller Koalisyonu: Büyük Koalisyona Yeşil Takviye
Güncel anketlere göre seçim sonrasında SPD–CDU/CSU koalisyonu (Büyük Koalisyon) için sandalye sayısı yetmeyecek ya da kıl payı yetecek. Sandalye sayısının iki büyük partinin koalisyon kurmasına yetmediği bir ortamda ve büyük koalisyonun devamının arzulandığı bir senaryoda akla gelen ilk küçük ortak, SPD ile uyumlu bir partnerlik yürütme potansiyeline sahip, aynı zamanda CDU/CSU ile de dengeli bir ilişki yürüten Yeşiller.
Zorluklar
Bu koalisyonun kurulmasındaki en büyük zorluk, SPD’nin önümüzdeki dört yılda CDU/CSU ile koalisyon ortağı olma konusunda isteksiz olması. 2005 – 2021 arası dönemde 12 yıl boyunca CDU/CSU ile küçük ortak olarak koalisyonu yürüten sosyal demokratlarda, yola başka partilerle devam etme eğilimi epey güçlü. SPD’nin sol kanat eğilimli eş genel başkanlarının CDU/CSU ile yeniden koalisyon ortaklığı kurulmasına karşı olduğu, Olaf Scholz’un da “CDU/CSU artık muhalefete geçmeli.” demeciyle benzeri bir eğilimi taşıdığı biliniyor. SPD’de farklı kanatların birleştiği hususlardan biri, 26 Eylül seçiminde muhtemelen tarihinin en kötü seçim sonucunu alacak CDU/CSU’nun muhalefete geçmekten başka bir şansının olmadığı.
Öte yandan SPD’nin değişim ve dönüşüm iddiası taşıdığı, partinin sola kaydığı bir dönemde CDU/CSU ile koalisyona devam etme tercihi, parti liderliğinin de değişim iddiasının arkasında durmasını zorlaştıracaktır. Partinin eş genel başkanlığını elinde tutan sol kanatla Scholz’un ittifakının arka planında yatan en önemli hususlardan biri, Hristiyan Birlik Partileri ile koalisyon ihtimalini mümkün olduğunca en son opsiyon olarak tutmak. Bu nedenle Scholz ve SPD liderliği, koalisyon müzakerelerinde oluşacak şartlar büyük koalisyona çıkmadıkça böyle bir ortaklığı tercih etmemeye çabalayacak.
İmkanlar ve Olasılıklar
Tüm zorluklara rağmen, bu koalisyonun kurulması, belli şartlar altında imkansız değil. Anımsayacağımız gibi 2017 seçiminden sonra CDU/CSU–Yeşiller-FDP koalisyon görüşmeleri çıkmaza girince koalisyon krizi doğmuş ve seçim öncesinde CDU/CSU ile kesinlikle koalisyon kurmayacağını ilan edip muhalefete geçeceğini belirten SPD, “Sorumluluk alacağını” ilan ederek yeniden büyük koalisyona razı olmuştu. Dolayısıyla 26 Eylül sonrasındaki koalisyon görüşmeleri sürecinde SPD–Yeşiller–FDP ya da CDU/CSU-Yeşiller-FDP görüşmelerinin sonuçsuz kalması halinde, ibrenin yeniden bu ihtimale dönme ihtimali bir hayli yüksek.
II. SPD–Yeşiller–FDP Koalisyonu: FDP’yi Sola Razı Etmenin Zorluğu
SPD’nin anketlerde ilk sıradaki yerini sağlamlaştırması ve Olaf Scholz’un sıkça yinelediği, “CDU/CSU artık muhalefete geçmeli” söylemi, kulislerde ve kamuoyunda “Trafik Işığı Koalisyonu” (Ampelkoalition) olarak bilinen SPD-Yeşiller-FDP koalisyonunun kurulma ihtimalini öne çıkardı. Gerek Scholz gerekse FDP lideri Lindner için son haftaların en popüler sorusu, bu koalisyonun gerçekleşme ihtimali. Yeşiller’in koalisyon denklemlerinde SPD’ye kıyasla daha esnek ve pragmatik bir tutum sergilemesi, meseleyi daha çok SPD ile FDP’nin anlaşabilmesine odaklarken, FDP lideri Lindner’in sol partilere dönük keskin çıkışları, zaman zaman gündem olmaya devam ediyor. Öte yandan Yeşiller’in 2017’deki koalisyon görüşmelerinde FDP ile anlaşamadığını, dolayısıyla SPD ile FDP anlaşsa bile Yeşiller’in çantada keklik olmadığı notunu düşmekte de fayda var.
Zorluklar
SPD, Yeşiller ve FDP arasında bir koalisyon kurulmasının önündeki en temel zorluk, SPD ile FDP’nin vergi politikaları konusunda bambaşka iki dili konuşması. Sözgelimi SPD, yıllar sonra ciddi anlamda sola kaydırdığı seçim bildirgesi ile servet vergisinden, büyük şirketleri daha yüksek oranda vergilendirmekten ve vergi gelirlerini anlamlı şekilde arttırmaktan bahsederken, FDP ise toplamda 88 milyar Euro’luk bir vergi geliri kaybına yol açması beklenen kapsamlı bir vergi indirimi reformunu savunuyor ve FDP lideri Lindner, “Büyümenin ve istihdamı arttırmanın en iyi yolu, vergi indirimidir.” diyor. FDP’ye göre kısa vadede vergi gelirlerinde azalma yaşansa da orta ve uzun vadedeki ekonomik büyüme bunu telafi edecek. SPD saatlik asgari ücretin 12 Euro’ya çıkartılmasını savunurken, FDP bunun işverenlerin de dahil olacağı bağımsız bir komisyon tarafından belirlenmesini istiyor ve konunun seçim malzemesi yapılmasının gereksiz olduğunu ileri sürüyor. SPD işsizlik parasının arttırılmasını ve daha uzun bir süre ödenmesini savunurken, FDP bu konuda basit iyileştirmelerin yeterli olacağını, devletin temel görevinin istihdam ve büyüme yaratmak olduğunu savunuyor.
SPD’nin halihazırda yüksek olan vergileri daha da arttırmayı önermesinin Avrupa’daki diğer ülkelere ölümcül bir sinyal göndereceğini söyleyecek kadar SPD’yi sert şekilde eleştiren Lindner, bürokrasiyi azaltmaktan, kamu kurumlarını sadeleştirmekten (küçültme olarak okuyabiliriz bunu) ve şirketlere dönük teşvikleri, vergi indirimlerini güçlendirmekten bahsediyor. Bu hususta SPD ise sosyal güvenlik yardımlarını ve kurumlarını mümkün olduğunca tek çatı altında toplayıp güçlendirmeyi hedefliyor. SPD adayı Scholz ise, Lindner’in aksine SPD – FDP ilişkisine dair sorulara daha temkinli ve doğrudan tartışmaya girmeyen bir üslupla yaklaşıp, “Koalisyon görüşmeleri henüz başlamadı, bunlar gelecekte konuşulacak” diyerek daha politik ve ketum kalmayı yeğliyor.
Bir diğer zorluk ise, FDP lideri Lindner’in, “SPD birinci parti olsa bile halkın en az %70’inin oyunu almamış olacak” söylemini dillendirerek, Scholz’un başbakanlığının garanti olmadığını ve başka koalisyon formüllerini de zorlamaya açık olduğunu (CDU/CSU ile anlaşıp Yeşiller’i de bu koalisyona ikna etme planı) ima etmesi. Şunu da eklemek gerekir ki, FDP’nin, Yeşiller’in iklimi koruma amaçlı düzenleme ve yaptırım önerilerine, “Bu işi piyasa aktörleri ile konuşarak, uzlaşarak ve zamana yayarak hayata geçirelim” düşüncesiyle yaklaşması, FDP ile Yeşiller arasında da kapanması kolay olmayan bir makas olduğunu gösteriyor.
Öte yandan FDP’nin olası bir koalisyon ortaklığında Maliye Bakanlığı’nı mutlaka istediğini belirtmesi, koalisyon müzakerelerini zorlaştıracak önemli kriz eşiklerinden biri olmaya aday. Maliye Bakanlığı, sosyal politika alanına giren istisnasız tüm konuların finansmanının anahtarı olarak hayati önem taşıyor. Bu bakanlığın FDP’ye verilmesi, SPD’nin pek çok temel tezinden ve politika önerisinden geri adım atmasıyla mümkün.
SPD’ye ivme kazandıran faktörlerden biri, şüphesiz 2021 seçim bildirgesindeki sosyal politika önerileri. Bu sosyal önerilerin finansmanı, esas olarak daha adil ve varlıklı insanların/büyük şirketlerin daha yüksek vergilendirilmesinden geçiyor. SPD’nin seçim sürecindeki en büyük kozu olan sosyal politika önerilerinden nasıl ve ne ölçüde taviz vereceği, bu koalisyon denkleminin ne ölçüde mümkün olabileceğini etkileyecek. Benzer şekilde FDP’nin neoliberal ajandasından ne düzeyde taviz vereceği de merak konusu.
İmkanlar ve Olasılıklar
Peki her şeye rağmen SPD-Yeşiller-FDP koalisyonun kurulması mümkün mü? Mümkün.
Birinci faktör, FDP’nin iktidara alışkın bir parti olarak son 8 yıldır muhalefette yer alması. 1969’dan 1998’e kadar geçen 29 yıllık süreçte aralıksız şekilde küçük koalisyon ortağı olan FDP, 1998 sonrasında ise sadece 4 yıl boyunca (2009-2013) koalisyon ortağı olarak iktidara ortak olabildi. FDP’nin iktidara ortak olma konusundaki isteği, FDP’ye yeni bir ivme kazandırma iddiasını taşıyan partinin genç lideri Lindner’in politik hırslarıyla birleşince daha anlamlı hale geliyor.
İkinci faktör, Scholz’un farklı kesimlerle köprüler kurma konusundaki becerisi. Sözgelimi SPD’deki sol kanadın temsilcisi olan eş genel başkanlarla yapıcı bir ilişki geliştirirken ve hatta bu kesimi kendi başbakan adaylığına ikna edebilecek ölçüde sola kayarken, aynı zamanda CDU/CSU ile uyumlu bir koalisyon partnerliğini yürütebilmesi, buna çok iyi bir örnek. Scholz, zor bir ihtimal olsa da belki aynı beceriyi FDP ile müzakerelerde de gösterebilir ve FDP’nin hırçın neoliberali Lindner’i kimi tavizlerle sosyal demokrat – yeşil bir koalisyona dahil etmeyi başarabilir.
Üçüncü faktör, FDP’nin bu koalisyon denklemine mecbur kalma ihtimali. Anketler, FDP’nin CDU/CSU ile koalisyon kurmak için yeterli çoğunluğa erişemeyeceğini gösteriyor. Böyle bir ortamda Yeşiller’in CDU/CSU – FDP ikilisindense sosyal demokratlarla hareket etmeyi yeğleyeceğini düşünürsek, FDP’nin iktidar ortağı olmak için tek reel seçeneğinin sosyal demokrat – yeşil koalisyona katılmak olduğu çok açık. FDP liderinin, “Vergi ve bürokrasi reformu önerilerimiz hemen, mesela 1 yıl içerisinde uygulansın dediğimiz şeyler değil. Zamana yayılacak ve etkilerini uzun vadede göreceğimiz şeyler.” demeci, SPD’ye bırakılan bir açık kapı olarak okunabilir.
III. SPD–Yeşiller–Sol Parti Koalisyonu: İmkansızın Sınırlarında Dolaşmak
SPD’nin anketlerde ilk sırayı alıp sağ partilerden bağımsız hareket kabiliyetinin artması öne çıkınca, sosyal demokratların Yeşiller’i ve Sol Parti’yi kapsayan bir koalisyona öncülük edebileceği fikri, uzun yıllardan sonra ilk kez ciddi anlamda tartışmaya açıldı. Buna rağmen SPD’den, Yeşiller Partisi’nden ve Sol Parti’den gelen karşılıklı açıklamalar, koalisyon ihtimalinin pek yüksek olmadığını gösterir türden.
Zorluklar
Sol Parti’yi olası bir koalisyon denkleminin dışında tutacak en önemli husus, Sol Parti’nin Almanya’nın NATO üyeliğini ve ABD ile ilişkilerini radikal şekilde sorgulayan bir çizgide olması. Nitekim Olaf Scholz, “Almanya’nın NATO’ya dönük taahhütleri, transatlantik ilişkilerimize bağlılığımız ve dengeli bütçe politikalarımız, tartışmaya açmak istemediğimiz şeyler.” diyerek Sol Parti’ye açık bir mesaj gönderdi. Sol Parti’nin bu konularda esneyebileceği ve daha pragmatik bir pozisyon alabileceği konuşulurken, Alman ordusunun Afganistan’daki tahliye sürecine yardımcı olması için görevlendirilmesi konusundaki tezkereye karşı hükümeti desteklememesi, Scholz açısından Sol Parti’ye dair beklentileri tamamen sıfırlayan bir tavır oldu denilebilir. Scholz cephesi bu tavrı, “Sol Parti’nin tezkereye destek vermemesi kötü bir tercihti.” diyerek sert şekilde eleştirdi.
SPD’nin Sol Parti’ye dönük eleştirel yaklaşımlarının partinin sol kanadı tarafından desteklendiğini, eleştirilerin partinin sağ ve merkez kanadıyla sınırlı kalmadığını da eklemek gerekiyor. Sözgelimi SPD’nin eş genel başkanı ve partinin sol kanadından bir isim olan Saskia Esken de “Egemen bir AB perspektifine, NATO ile yakın ilişkilere ve güçlü bütçe politikalarına olan bağlılığımız pazarlık konusu edilemez.” diyerek Sol Parti ile koalisyon zeminin zorluğuna işaret etti.
Yeşiller cephesinden gelen haberler de Sol Parti açısından pek iç açıcı değil. Yeşiller’in başbakan adayı Baerbock, “Bir hükümet dış politika konusunda gerekli becerilere ve hareket kabiliyetine sahip değilse, o hükümetin bir temeli yoktur.” diyerek, Sol Parti’nin NATO karşıtlığına ve AB’ye şüpheci bakmasına karşı sosyal demokratların sert duruşunu paylaştığını belli etti. Öte yandan Baerbock, “Bize dünyaya açık, cesur, Avrupa yanlısı bir hükümet gerekiyor.” diyerek, Sol Parti’yi olası bir koalisyon denkleminin dışında düşündüklerini de net şekilde ifade etti.
Sol Parti meselesinde SPD ve Yeşiller, Sol Parti’nin pragmatik davranmaktan uzak ve sekter bir çizgide kalacağından, özellikle dış politika alanında Almanya’yı zora sokabilecek talepleri olacağından emin. Her iki partinin Sol Parti’ye dönük eleştirileri, özellikle dış politika alanında yoğunlaşıyor. Sözgelimi Sol Parti’nin adayı Janine Wissler’in katıldığı TV programında, “NATO’yu feshetmek ve onu (Rusya’nın da dahil olduğu) kolektif bir örgüte dönüştürmek istiyoruz.” demeci, Sol Parti’nin özellikle dış politika konusunda Almanya’nın geleneksel çizgileriyle çatışan bir pozisyonda ısrarcı olacağına işaret etmekle kalmadı, SPD ve Yeşiller’de hakim olan kaygıları daha da arttırmaktan başka bir işe yaramadı.
İmkanlar ve Olasılıklar
Sol Parti’nin federal seçimlerdeki liste başı adaylarından, parlamento fraksiyonu başkanı ve partinin pragmatist kanadından Dietmar Barsch ise, özellikle SPD’nin Sol Parti’ye dair çekincelerini rahatlatmaya dönük demeçlerle havayı yumuşatmaya çalışıyor. Dış politikanın NATO üyeliğinden ve savunma politikalarından fazlası olduğuna dikkat çeken Barsch, “NATO’dan çıkış fikrini, SPD–Yeşiller–Sol Parti koalisyonun ön şartı haline getiren bir pozisyonda olmayacağız.” diyerek, SPD’ye net bir mesaj gönderirken, “1998’de SPD ile Yeşiller koalisyon kurduğunda Yeşiller’in programında NATO’dan çıkılması vardı. Fakat bu durum koalisyon görüşmelerinde bir sorun olmadı, Yeşiller koalisyonda yer aldı.” diyerek, Sol Parti’nin de benzer bir esneklik içerisinde olacağını ima etti. Sol Parti, NATO’dan çıkılması önerisinin teorik bir boyutu olduğunu, pratikte daha pragmatik yaklaşımlarla politika üretileceğini ve uyumlu bir koalisyon yürütülebileceğini vurguluyor.
Sol blok koalisyonu mümkün kılabilecek bir diğer gelişme, SPD’nin sosyal politikaya dair önerilerinin pek çoğunun, Sol Parti tarafından memnuniyetle karşılanması. Nitekim iki partinin sosyal politika alanındaki önerilerinin bu kadar yakınlaştığı bir dönem hiç olmamıştı. Sosyal politikada ciddi anlamda sola kaymış bir SPD’nin, koalisyon görüşmelerinde Sol Parti’den fedakârlık isteyip Sol Parti’nin biraz daha merkeze yaklaşan, realist önerilere ikna olmasını istemesi muhtemel. Federal düzeyde henüz iktidar deneyimi olmayan Sol Parti, SPD’nin böyle sola kaydığı bir dönemde olası bir koalisyon ortaklığı adına kimi tavizler vermeye hazır görünüyor.
Düşük bir ihtimal olsa da Scholz’un başarılı müzakereciliği ile Yeşiller ile Sol Parti arasında da yakınlaşma sağlayıp bir köprü vazifesi görmesi de muhtemel. SPD’nin Sol Parti’ye ikna olduğu bir ortamda, Yeşiller’in de Sol Parti’ye daha ılımlı yaklaşması mümkün hale gelebilir.
IV. CDU/CSU–FDP–Yeşiller koalisyonu: Sosyal Demokratları Üzecek Uzlaşı
26 Eylül sonrasında gerçekleşme ihtimali bulunan senaryolardan biri de CDU/CSU ile FDP’nin kendi aralarında anlaşıp, Yeşiller’i de ortaklığa ikna ettiği bir koalisyonun kurulması. Jamaika koalisyonu (renklerinden ötürü) olarak bilinen bu denklem, FDP’nin sol ağırlıklı bir koalisyona girmekten imtina ettiği ve Yeşiller’in sağ ağırlıklı bir koalisyona ılımlı yaklaştığı bir ortamda gerçekleşebilir.
Zorluklar
CDU/CSU, FDP ve Yeşiller arasında bir koalisyon kurulması halinde, büyük ihtimalle CDU lideri Armin Laschet başbakan olacak. Laschet liderliğinde seçime giren CDU/CSU’nun II. Dünya Savaşı sonrasındaki en kötü seçim sonucunu alması muhtemelken Laschet’in bir koalisyona öncülük etmesi ve başbakan olması, kolay bir seçenek olarak görülmüyor. Laschet’in silik bir profile sahip olması, böyle zor bir yükü ve seçimden güçlenmiş olarak çıkacak sol partilerin muhalefetini kaldırabileceğini epey şüpheli hale getiriyor.
Bir diğer husus, 26 Eylül sonrasında çok büyük bir ihtimalle parlamentoda sol bir çoğunluğun oluşması. SPD, Yeşiller ve Sol Parti’nin toplam milletvekili sayısının sağ blok partilerden daha fazla olması halinde, Yeşiller’in üstünde sağ partilerin baskın olacağı bir koalisyona dahil olmama baskısı oluşabilir. İktidar yorgunu ve dibe vurmuş bir CDU/CSU’ya can suyu olmak, Yeşiller için kötü bir tercih olacaktır ki, partiden gelen “SPD ile koalisyon partnerliği önceliğimiz” demeçleri, parti liderliğinde de bu farkındalığın olduğunu gösteriyor.
Öte yandan FDP lideri Lindner’in bitmeyen hırsları ve agresif üslubu, Laschet’i yoran detaylardan. Dahil olacağı koalisyonda mutlaka Maliye Bakanı olmak istediğini defalarca tekrarlayan Lindner, sanki birinci parti olarak koalisyonu FDP kuracakmış hissini yayıyor ki, CDU/CSU çevrelerinin FDP’ye temkinli yaklaşmasına neden olan bir sorun. Uzun yıllar SPD ile dengeli ve makul bir ortaklık yürüten CDU/CSU için Lindner, müzakere yürütmesi ve iknalaşması güç bir partner adayı olarak beliriyor.
Öte yandan Yeşiller cephesinden de bu koalisyon denklemi için temkinli ve şüpheci sinyaller gelmeye devam ediyor. Yeşiller’in başbakan adayı Baerbock, “Birlik Partileri (CDU/CSU) ile koalisyon konusunda şüphelerim var. Bence onların artık muhalefete geçme zamanı geldi. SPD ile özellikle sosyal politika alanında benzerliklerimiz çok daha fazla.” diyerek, hem Scholz’un sıkça dillendirdiği, “Birlik Partileri’nin muhalefete geçme zamanın geldi” mesajını yinelerken, sosyal politika konusunda da FDP’ye aba altından sopa göstermeyi ihmal etmedi. Parlamentoda sol çoğunluğun oluştuğu ve CDU/CSU’nun en zayıf dönemini yaşadığı bir dönemde Armin Laschet’i başbakanlığa taşımak ve FDP’nin neoliberal reçetelerinin koalisyon protokolüne girmesine aracı olmak, Yeşiller için etkisi uzun yıllar giderilemeyecek bir kimlik krizine yol açabilir.
İmkanlar ve Olasılıklar
FDP’nin sosyal demokratlarla ve Yeşillerle koalisyon kurma konusunda masayı devirecek bir tutum içerisine girip Yeşiller’i CDU/CSU – FDP denklemine dahil olmaya zorlaması, göz ardı edilecek bir ihtimal değil. 16 yıldır iktidar yüzü görmeyen Yeşiller’in, “Sağ ağırlıklı bir koalisyona dahil oluyoruz, fakat kendi ajandamızdaki pek çok konuyu koalisyon protokolüne soktuk” diyerek pragmatik bir tutumla koalisyona girmesi de ihtimal dışı değil. Yeşiller’in 2017 sonrası süreçte zaman zaman CDU/CSU’ya açık kapı bırakan ılımlı söylemleri de CDU/CSU ve FDP açısından Yeşiller’i olası bir koalisyon partneri haline getirebilecek önemli bir faktör. CDU/CSU ile FDP, 2017’deki koalisyon müzakerelerinde yapmadıklarını bu kez yapıp, Yeşiller’in iklim krizine dair önerileri için kendilerinden ciddi tavizler vererek onları koalisyona ikna etme yolunu deneyebilir.
Sonuç Yerine
Almanya’yı 26 Eylül sonrasında uzun bir koalisyon görüşmeleri maratonu bekliyor. Her ne kadar sosyal demokratlar anketlerde 5-6 puan farkla birinci sırada görülse de bu durum SPD liderliğinde bir koalisyonu garanti etmiyor. Sözgelimi 1976 ve 1980 genel seçiminde de CDU/CSU birinci parti olmasına rağmen başbakan, FDP ile koalisyon kurarak çoğunluğu elde eden SPD’den çıkmıştı ki, FDP lideri Lindner sürekli bunu anımsatıyor. Dolayısıyla mesele hangi partinin, hangi partiyle ya da partilerle koalisyon ortaklığı kurduğu noktasında düğümleniyor. Bu bağlamda FDP lideri Lindner’in SPD’nin birinci parti çıkma ihtimalini önemsizleştirecek demeçleri sıkça vererek bu gerçeği anımsatması, pazarlık masasında FDP’nin elini güçlendirme ve SPD’yi köşeye sıkıştırma hamleleri olarak okunabilir.
CDU/CSU’nun savaş sonrası dönemin en kötü seçim sonucunu alma ihtimali, Hristiyan Birlik Partileri’nin pazarlık masasında elini epey zayıflatacak bir detay. CDU/CSU’nun öncülük edeceği sağ blok + Yeşiller şeklindeki bir denklemi kamuoyuna anlatabilmenin zorluğu bir yana, Yeşiller’in böyle bir konjonktürde sağ partilerin ağırlıklı olduğu bir koalisyonun tamamlayıcısı olmak gibi bir riske girmesi de düşük bir ihtimal. Yeşiller’in dibe vurmuş bir muhafazakar parti ve seçimde dördüncü ya da beşinci parti olması muhtemel bir liberal parti ile koalisyon kurması, parti açısından kısa ve orta vadede siyasi intihar anlamına gelebilir.
Öte yandan bir sol blok koalisyon ihtimali de pek güçlü değil. Sol Parti’nin özellikle dış politika konusunda geleneksel çizgilerinden sıyrılamadığını gösteren tutarsız çıkışları, Sol Parti’yi SPD ve Yeşiller açısından güvenilir bir ortak olmaktan çıkardığı gibi, sol blok bir koalisyon ihtimalini de epey geri plana itiyor.
Her şeye rağmen şöyle bir gerçeklik var ki, Almanya’da hangi koalisyon denklemi hayata geçerse geçsin, 26 Eylül sonrasında parlamentoda büyük bir ihtimalle sol bir çoğunluk olacak. Ayrıca SPD’nin birinci olmasının verdiği psikolojik üstünlük de cabası. SPD ve onun en yakın partneri Yeşiller’in bu rüzgarı arkasına alıp FDP’yi bir koalisyona razı etmesi, zor ama imkansız olmayan bir hedef olarak gözüküyor. Burada Scholz’e düşen, FDP lideri Lindner’in Maliye Bakanı olma isteğini karşılarken, onu sosyal politikaya ikna edecek ara çözümleri yaratmak gibi zor bir dengeyi yakalamak.
Özetle, 26 Eylül sonrasında Alman siyasetini zor günler bekliyor, bilhassa Olaf Scholz’u. Bakalım Scholz, şapkadan tavşanı çıkarabilecek mi?