Liberalizmin Doğruları – Ve Yanlışları (Çeviri: Matt McManus) – Kemal Büyükyüksel
Sosyal demokrasiye ve refah devletine yönelik saldırıyla birlikte, piyasanın kendisi giderek demokratik baskılardan “ yalıtılırken ” kapitalist gücü sınırlamak için tasarlanmış birçok önemli program ve kurum geri alındı.
Matt McManus’nın Jacobin için yazdığı yazının Türkçe çevirisidir.
Liberal gelenek, sosyalistlerin ciddi bir şekilde boğuşması gereken karmaşık bir düşünce bütünüdür. Ancak bugün liberalizmin kazanımlarını – sivil özgürlükler, ifade özgürlüğü ve sosyal çoğulculuk – korumak, kapitalist özel mülkiyet haklarının liberal savunmasını reddetmek anlamına geliyor.
Irving Howe, kendi kuşağının en yetenekli Amerikan solcu yazarlarından biriydi: sol teori ve geçim ücretleri hakkında yorum yapmaktan, William Faulkner ve Amerikan edebiyatının daha ince noktalarını yansıtmaya sorunsuz bir şekilde geçebiliyordu. Dissent dergisinin kurucularından 1993 yılında yetmiş iki yaşında hayata gözlerini yuman Howe, gerekli gördüğü zamanlarda mücadelelerini vermiş ve Sol dindarlıkları sarsmıştır. Bunun çarpıcı bir örneği Howe’un iki büyük modern doktrin arasındaki bitmeyen tartışmaya katıldığı “Sosyalizm ve Liberalizm: Uzlaşma Makaleleri?” adlı 1977 eseridir.
Howe’un bir tür yakınlaşmanın gerçekleşebileceğine dair umudu, neoliberal çağ yaklaşırken ve kendisinin sırtını dayadığı Keynesyen konsensüs dağılırken, yakında aşırı iyimser görünecekti. Geriye dönüp baktığında Howe, doğrudan demokrasiye yönelik antipatisi de dahil olmak üzere liberalizme çok fazla teslim oldu.
Ancak kendi çağımızda, aşırı sağın yükselişiyle boğuşurken, Howe’un liberalizm ile sosyalizm arasındaki yakınlık üzerine yazısı yeniden gözden geçirilmeye değer.
Liberalizm ve Sosyalizm Uzlaştırılabilir mi?
Howe, “Sosyalizm ve Liberalizm”in başlangıcından itibaren bir sorunu kabul ediyor: liberalizm, herkesin bildiği üzere kaygan bir kavramdır. Burjuva toplumundaki bir “fikir akımı”, siyasi özgürlükleri vurgulayan bir “fikir sistemi”, endüstriyel kapitalizmi insanlaştırma girişimi gibi çeşitli tanımları gözden geçirdikten sonra, liberalizme uzun süredir sosyalistlerin saldırdığını gözlemliyor.
Sosyalistler, toplumu özgür ve eşit rakipler arasındaki bir sistem olarak algılayan klasik liberal toplum nosyonunun, gerçeklerden o kadar çok uzaklaştırıldığını düşünüyorlardı ki bunun sadece küçük bir şakayla sınırla olabileceğini iddia ettiler. Marksistler meşhur bir şekilde liberalleri, doktrinlerini güç ve sınıfla ilgili küçük kaygıların üzerinde bir “tarih üstü soyutlama”ya yükseltmekle suçladılar. Ve Karl Marx’ın kendisi, liberalizmin, büyük ölçüde değişen materyal ve teknolojik koşullar ve ilişkilerle ortaya çıkan tarihsel bir ideolojik “üstyapı” olduğunu belirtiyordu.
Demokratik bir sosyalist olan Howe, bu eleştirilerin çoğunu onaylıyor. Ancak, liberalizm ile sosyalizm arasındaki yakınlığı hafife alarak ve liberalizmin doğru yaptığı şeyleri görmezden gelerek sosyalistlerin sık sık aşırıya kaçtıkları konusunda ısrar ediyor. Örneğin, anarşist Mihail Bakunin ile yaptığı ünlü tartışmada, Marx, komünist amaçlara yönelik olarak kullanılırsa yavaş yavaş “söneceği” inancıyla merkezi iktidara çok fazla güvendiği itirazını reddetmiştir. Bu görüş, pratikte derinden yanlış olduğunu kanıtladı. Howe, birçok liberalin, soruna sosyalistlerden “daha derin ve daha büyük bir merakla” yaklaştıkları için algıladıkları bu potansiyel risk konusunda Marx’ı uyarmış olabileceğine dikkat çekiyor.
Howe ayrıca sosyalistleri liberal toplum vizyonunu ve onun varolmadığı varsayılan güç teorisini gözardı ettikleri için eleştirir. Sosyalistlere göre, liberaller toplumu atomistik, sahiplenici bir bireycilik tarafından yapılanmış olarak tasavvur ettiler. Her kişi, akranlarıyla yalnızca karşılıklı yarar sağlayan değiş tokuşlar temelinde etkileşimde bulunan özel bir hak sahibiydi. Bu, liberalizmi ekonomik gücün etkilerine ve sözde minimal liberal devletin emperyalizm ve sömürgecilik yoluyla dünya çapında kapitalizmin yerleşmesine yardım etme biçimlerine karşı kör etti.
Howe, bu anlayışın liberal teorileştirmenin nüanslarına zarar verdiğini savunuyor. John Stuart Mill gibi düşünceli klasik liberaller – diğerleri arasında Thomas Paine ve Mary Wollstonecraft’ı da içerebilir – bu zorlukların gayet farkındaydı ve bunlarla başa çıkmak için temel özgürlükleri ve siyasi özgürlükleri korumak, çoğulculuğu teşvik etmek ve denge ve denetim mekanizmaları dayatmak da dahil olmak üzere belirli yolları savundular. Hepsi sosyalistlerin tercih edeceği çözümler değildi, ama çözümlerdi. Sanki tüm liberaller iktidar sistemlerinden saf bir şekilde habersizmiş gibi onları basitçe “ideoloji” olarak reddetmek tarihsel olarak yanlıştı.
Bunun yanısıra, Howe, liberal düşünürlerin ekonomik gücün etkisini nasıl hafifleteceklerini ve liberal gelenek içinde yoksulların koşullarını nasıl iyileştireceklerini düşünmelerini sağlamada sosyalistlerin ne denli başarılı olduklarını fark edemediklerini belirtiyor. Onun dediği gibi:
“Toplumun hemen hemen her sofistike (ve dolayısıyla, çok geçmeden, karmaşık olmayan) analizi, siyasetin toplumsal çıkarla yakından ilişkili olması ve aşağı yukarı bunun bir yansıması olarak görülmesi gerektiğini sorgusuz sualsiz kabul eder. Toplumun, analitik olarak ayrılabilir olsa da, çeşitli faaliyet alanları gerçekte iç içe geçtiği bir bütünlük oluşturur. Nüfusun hiçbir kesiminin artık dilsiz ya da pasif olarak kabul edilemez ve tarihsel olarak hesaba katılması gereken büyük bir güç olan işçi sınıfının ortaya çıkar. Ve liberal teorinin çoğunun rasyonalizmi, gözardı edilmemesi gerekirken, çok daha zengin, daha karmaşık ve derinden rahatsız edici olan sosyal davranışlardaki güdülerin ve amaçların tanınmasıyla çok daha içinden çıkılamaz hale gelir.”
Demokratikleşmemenin Tehlikeleri
Howe, sosyalistleri doğrudan demokrasiye olan sevgilerini yeniden düşünmeye çağırırken daha az ikna edici.
Howe’a göre, hem temsili kurumları baltalayan hem de “demagojik tekniklere” açık kapı bırakan daha aracısız bir demokrasi kurma çabalarından şüphe duymamız gerekiyor. Howe’ın endişeleri, kitlesel iktidar ve onun, sayıların ağırlığı üzerinden bireysel haklara saygıyı aşındırma potansiyeli hakkındaki liberal endişelerin çoğunu yansıtıyor.
Howe bu tehlikeyi hafife alma konusunda uyarmakta haklı ve demokratik sosyalistleri “belirsiz” retorik çağrılarla tehlikeden kaçtıkları için eleştirmekte haklı. Yıllar sonra, Richard Rorty, bir ikame sisteminin nasıl işleyeceği veya salt çoğunlukçuluğun tuzaklarından kaçınacağı hakkında ayrıntılar vermeden, daha da “radikal bir demokrasi” çağrısı yapmak gibi, teorik soyutlamalara ulaşma yönündeki sol eğilimden yakınacaktı. Çoğu zaman, bu tür sorulara verilen yanıt, net yanıtlardan ziyade sadece küçümseme veya kınama oldu.
Bununla birlikte, neoliberal dönem, demokrasiye şüpheyle yaklaşanların gemiyi yönlendirmesine izin vermenin tehlikelerini dramatik bir biçimde gözler önüne serdi. Sosyal demokrasiye ve refah devletine yönelik saldırıyla birlikte, piyasanın kendisi giderek demokratik baskılardan “ yalıtılırken ” kapitalist gücü sınırlamak için tasarlanmış birçok önemli program ve kurum geri alındı. Friedrich Hayek ve Gary Becker gibi neoliberal teorisyenler, sosyal gücün dinamikleri konusunda solcuların beklediğinden çok daha bilgili çıktılar.
Bu süreç o kadar başarılıydı ki, artık pek çok kişi, toplumu, belki de birkaç düzenli özgürlük geleneğiyle birleşmiş, tamamen kendi ekonomik çıkarlarının peşinden koşan, atomize bireylerden oluşan güçten bağımsız bir kitleden biraz daha fazlası olmadığını düşünüyor. İronik olarak, neoliberalizmin yükselişi o kadar çok öfke yarattı ki, Howe ve onun liberal muadillerini endişelendiren demagojik politika biçimleri gelişti – Sağdakiler hariç, benim “postmodern muhafazakarlık ” dediğim şey biçiminde.
Sebeplerden en az biri, katılımcı demokrasinin savunucuları tarafından uzun zamandır bilinmektedir. Vatandaşların sadece sözde veya gerçek çıkarlarını temsili siyasi partiler ve dernekler tarafından savunulması yeterli değildir. Demokrasi sadece bir süreç veya kurumlar dizisi değil, bir yaşam biçimidir. Sivil bağlılık ve dostluk bağları oluşturarak çevremizdekilerin hayatlarına doğrudan ilgi duymamızı sağlar. Wendy Brown’ın gözlemlediği gibi, vatandaşlar siyasi kurumlarının neoliberal elitler için çalışan bir yönetim komitesinden daha fazlası olmadığını hissedince derin bir siyasi güçsüzlük duygusu ortaya çıkar. Buna derinleşen ekonomik eşitsizliği ekleyin ve Donald Trump gibi yabancı düşmanı popülistler tarafından kolayca manipüle edilebilecek korkunç bir hınç ve öfke duygusu oluşabilir.
Bunu göz önünde bulundurarak ve Howe’nin aksine, sosyalistlerin liberalizmin kazanımlarını (medeni özgürlükler, ifade özgürlüğü ve sosyal çoğulculuk gibi) korumak için daha fazla demokratikleşmeyi zorlamak gerektiği konusunda her zamankinden daha fazla ısrar etmeleri gerektiğini söyleyebilirim. Bu, mahkemelerin gücünü kısıtlamak, Seçim Kurulunu rafa kaldırmak ve çeşitli popüler demokrasi biçimleriyle denemeler yapmak anlamına gelir (sadece çok kusurlu olabilen referandumlar değil, aynı zamanda katılımcı bütçeleme, işçi konseyleri ve vatandaşlar insiyatifindeki yasama girişimleri.
Liberalizm ve Sosyalizm Arasındaki Yakınlık
Howe, makalesinde bize Marksist tarihyazımının “güçlü yönlerinden birinin” – onu ahlaki olmaktan çok diyalektik yapan şeyin – liberalizmin “genel olarak insanlık adına” genellikle özgürleştirici bir rol oynadığını kabul etmesi olduğunu hatırlatır. Çoğu zaman, solcu eleştirmenler liberalizmi, liberalizmin atomizmi ve yabancılaştırıcı niteliklerini teşhir ederken, parçalanacak veya daha da tehlikeli bir şekilde Sağ’dan beslenecek kötü niyetli bir ideoloji olarak kınadılar.
Howe’un dediği gibi:
“Daha aşırı solcu eğilimler, otoriter ve şiyastik eğilimler, sağın bazı argümanlarını, özellikle liberalizmin gevşek ılımlılığını, toplumsal hayatın ve insan doğasının acı gerçekleriyle yüzleşmedeki sözde başarısızlıklarını küçümseyen argümanları ödünç almaya cezbedildiler. Ancak liberal bir politikanın öncüllerini büyük ölçüde kabul eden sosyalistler için başka sorunlar da var, özellikle de liberalizme yöneltilen felsefi-varoluşsal eleştirinin büyük kısmının sosyal demokrasiye karşı eşit derecede ikna edici bir şekilde uygulanabileceği gerçeğiyle ilgili endişe verici gerçek.”
Solcuların liberalizmin ötesine geçme hevesinde, komüniter gelenekçiliğin erdemleri hakkında tuhaf bir şekilde muhafazakar argümanlar benimseyerek, varoluşu çeşitli “güç istenci” biçimlerinden pek de fazlası olmayarak tasavvur ederek veya nostaljik bir şekilde özgünlükten ya da yapaylıktan şikayet ederek şimdiki zamanın yabancılaştırıcı etkilerine takılarak onun etrafından dolaşma riskiyle karşı karşıya kalabiliriz. Bu pozisyonlar, liberalizmin tarihsel başarısının, geleneksel hiyerarşilerin katılıklarını yumuşatmak ve herkesin, en azından prensipte, özgür ve eşit olduğu bir topluma yer açmak olduğunu görmezden gelir.
Marx’ın iyi bildiği gibi, klasik liberaller yeterince ileri gittiğimizi varsayarak yanlış yapmışlardı. Ancak yol ileriye doğru olabilir, geriye değil.
Belki de Howe’un ufuk açıcı makalesinden çıkarabileceğimiz en önemli ders, Rorty’nin deyişiyle, onun canlandırıcı safsızlığıdır. Sıklıkla, ya liberalizmin ve kapitalizmin devrimci dönüşümü hakkında bütünleştirici anlatılara yöneliriz ya da hayal kırıklığına uğrayarak, dünyanın her yerindeki baskı yapılarına karşı yerel direnişin şüpheci mikropolitikasına çekiliriz.
Howe, liberal moderniteyi kabul edilmesi veya reddedilmesi gereken eksiksiz bir paket olarak almanın pek bir anlamı olmadığını bilerek bu ikili ayrımları reddetti. Liberal toplumların pek çok özelliği takdir edilecek ve hatta genişletilecekti: politik gücün kontrol edilmesi gerektiğini kabul etmesi ekonomiye kadar genişletilebilirdi; azınlık haklarına gösterilen saygı, sosyal ve kültürel çoğulculuğu gerçek anlamda kucaklayacak şekilde derinleştirilmelidir; onun sekülerizmi, tüketim ve meta fetişizmi yoluyla yabancılaşmalarını telafi etmektense, insanların varoluşsal ihtiyaçlarını daha derinden araştırmak için bir kapı olmalıdır.
Her şeyden önce, Howe’un yazısı bizi daha incelikli ve tarihsel biçimde düşünmeye teşvik ediyor. Karşıt fikirlilerin itirazlarını ideolojik olarak reddettiğimizde, eleştirilerle doğrudan yüzleşmek ve demokratik sosyalist çözümlerin neden doğru olduğunu göstermek istemediğimiz izlenimi oluşabilir. Ancak bu haklı argümanlarımızı yaparken, liberallerin de birkaç konuda haklı olduğunu kabul edebiliriz.