Ekonomi ve Kamuculuk

Toplumcu Demokrasi Serisi -3: Canan Kaftancıoğlu

Toplumcu Demokrasi Serimize yeni bir röportajla devam ediyoruz. CHP İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, İVME Hareketi’nin sorularını yanıtladı.

1)İstanbul’da geniş bir ittifakla zafer elde ettiniz. Hatta bazıları zaman zaman bu ittifaka “İstanbul İttifakı” ismini bile verdi. Farklı seçmen tabanlarıyla iletişimin ayakta tutulabildiği, bu tabanların ortak bir aday etrafında toplanabildiği bu yerel seçimden, önümüzdeki genel seçimler için nasıl dersler çıkarılabilir? Genel seçimlerde de benzer bir dinamiğin işleyebileceğini düşünüyor musunuz?

Kesinlikle düşünüyorum çünkü bu halk ayrıştırma, kutuplaştırma ve hatta düşmanlaştırma siyasetinden bıktı artık. Halktan tamamen kopmuş bir siyasi iktidarla karşı karşıya olduğumuzun altını bir kez daha çizmek isterim. O gün ayrıştıran, kutuplaştıran bir siyasi söyleme karşı oluşturduğumuz “İstanbul İttifakı” bugün genel başkanımızın paydaşların tamamını bir masa etrafında toplayan stratejisi ile devam etmekte. Güçlendirilmiş parlamenter sistem öncelikli oluşturulan bu ittifakın, Türkiye’yi kapsayan bir ittifak olacağına ve Türkiye genelinde başarıya ulaşacağına inanıyorum. Özetle, yerel seçimden çıkarılması gereken en büyük ders, toplumun kutuplaştırıcı ve ayrıştırıcı dil ile yapılan siyaseti kabul etmediği ve artık yaşam tarzı, kimlikler ve inanç üzerinden yapılacak siyasetin karşılık bulmadığının anlaşılmasıdır. CHP olarak bizler, kimlikler üzerinden değil, her kimliğe saygı duyarak vatandaşın öncelikli sorunları üzerinden siyaset yapmaya devam edeceğiz. Dolayısıyla ders çıkarması gereken iktidardakilerdir. İktidar partisi ve Cumhur ittifakında akıl değil öfke ve kibir ön plana çıktığı için dersi onlar çıkarmazlarsa halk sandıkta kendilerine en büyük dersi verecektir.

2)CHP’nin geleneksel siyasi çizgisine göre sizin daha solda olduğunuz kamuoyu tarafından gözlemleniyor. Canan Kaftancıoğlu, siyasetin yelpazesinde kendini nerede konumlandırıyor?

Bilindiği üzere CHP köklerini Kuva-yi Milliye’den alan Sosyal Demokrat bir kitle partisidir. Dolayısıyla sol yelpazenin bütün renklerini içinde barındırır. Ben de kendimi sosyalist düşünceye yakın olarak tarif ediyorum. Sokakta yürürken kendimi kötü hissetmediğim, toplumdaki herkesin istediği gibi, hak ettiği şekilde yaşayabileceği ve demokrasi tarihimizde elde ettiğimiz kazanımları daha ileri taşımak için siyaset yaptığımı söyleyebilirim. Ancak bugün kendimizi nerede konumladığımızdan ziyade kendimi demokrasi karşıtlarının karşısında demokrasiyi savunan, demokrasi mücadelesi veren kesimlerin içinde konumlandırıyorum. Çünkü önümüzdeki seçimler bu iki taraf arasında geçecek ve elbette demokrasi yanlıları kazanacak.

3)İBB Meclisi’nde AKP çoğunlukta. 31 Mart’ta Ekrem İmamoğlu 15bin daha fazla oy aldığı halde CHP Belediye Meclisi’nde çoğunluğu kazanamadı. CHP İstanbul İl Örgütü’nden sorumlu kişi olarak meclis üye seçiminde İmamoğlu’nun gerisinde kalınmasının sebebi sizce nedir?

Bunun elbette birden fazla nedeni var ancak kanaatimce İstanbul seçmenin ferasetinin bunda büyük etkisi olduğudur. Şöyle ki; İstanbullu seçmen demokrasilerde olmazsa olmaz denge ve denetleme mekanizmalarını farklı partilere vermek istedi. Bunun dışında birçok parti içi sebepleri de elbette var. Bunları da kendi içimizde değerlendirip çözümlemeye çalışıyoruz. 

4)Şu anda yerel siyasette faaliyet gösteren tanınan bir figürsünüz. Gelecekte Canan Kaftancıoğlu’nu siyasette nerede göreceğiz? Yerelde mi devam etmek istiyorsunuz yoksa gelecekte sizi Ankara’da görecek miyiz? Kendiniz için Türkiye’de nasıl bir siyasi gelecek görüyorsunuz?

Açıkçası ileride kendisine şahsi hedefler koyan bir siyasetçi olmadığımı birçok kez dile getirdim. Bu sorunuza CHP İstanbul İl Başkanı olarak cevabım; Türkiye’deki siyasetin dilinin, siyasi iklimin değişmesiyle birlikte Türkiye toplumundaki her kesimin kendi alanlarında istedikleri ve hak ettikleri gibi yaşayabilecekleri bir Türkiye’de siyaset yapmayı bırakıp, kendi özel alanımda keyif aldığım işlere yoğunlaşmayı tercih ederim. Bunu yapabileceğim bir gelecek için mücadele veriyorum. Bu nedenden dolayı kendimle alakalı bir hedefe odaklanmış değilim. Siyaseti bir meslek ya da kariyer planı yapılan bir uğraş gibi görmediğim için “ben ne olacağım?” sorusu yerine “hep birlikte 84 milyona nasıl nefes aldırmayı nasıl başarırız?” sorusuyla ilgilenmeyi tercih ediyorum.

5) Canan Kaftancıoğlu’nun siyaseten yanlış yaptığını düşündüğü, “şurada hata yaptım” dediği bir şey var mı?

Yaptıklarımdan ve deneyimlerinden öğrenmeye çalışıyorum. Keşke kelimesi çok kullandığım bir kelime değil. Daha doğrusu şu ana kadar kullanmamı gerektirecek bir durum deneyimlemedim belki de. “Şunu neden yaptım?” demek yerine “şunu neden yapmadım?” dediğim anlar olmuştur. Örneğin, Türkiye’deki sorunların çözümünün en etkin yolunun siyasi mücadeleden geçtiğini gören biri olarak aktif siyasete daha erken yaşlarda başlayabilirmişim. Yanlış denilebilir mi bilmiyorum ama bunu kendi adıma bir eksiklik olarak görüyorum.

6)Türkiye’de siyasette bir kadın olarak var olmanın getirdiği ekstra yüklerin olduğu herkes tarafından bilinen bir gerçek. Siz siyasi hayatınızda günlük olarak bir kadın siyasetçi olmanın ne gibi yükleri olduğunu düşünüyorsunuz? Karşılaştığınız sorunlardan örnek verebilir misiniz? Ve genç kadın siyasetçi ve aktivistler için ne gibi tavsiyeler verebilirsiniz?

Hepimizin sıkıntısı, yaşadıkları, sosyal, kültürel ve siyasal hayatta karşılaştığımız zorluklar birbirine benzer. Hepimizin bu konuda söyleyeceği çok şey, yapacağı çok iş var. Benim gibi kadınlar yaptıklarımızla görünür oluyoruz, belki cesaretin simgesi gibi görülüyoruz ama yaşamım boyunca tanık olduğum o kadar güçlü kadın var ki ben kendimi onların yanında güçlü bile hissetmiyorum. Anadolu’nun bir köyünde hiçbir imkânı yokken, eşinden her türlü şiddeti görüyorken, her türlü baskıya rağmen 5 çocuğunu okutabilmiş bir anne bu topraklardaki en güçlü kadınlardan biridir. Çocuğu göz göre linç edilmiş, dövülerek öldürülmüş bir anne çıkıp, “ben nefrete karşı mücadele ediyorum” diyorsa, o kadın güçlüdür. İster başörtülü olsun ister mini etekli, kıyafeti nedeniyle gördüğü baskıya rağmen mücadeleden vazgeçmiyorsa, ”ben özgürce yaşayacağım” diyorsa, o kadın güçlüdür. Tavsiyem şu anda da kadınların yaptığı gibi bir arada durmak ve örgütlü mücadele etmek. Kadın olduğu için ikinci sınıf görüldüğü halde, baskılar karşısında yılmayan her kadın güçlüdür. Hak yerini bulsun, adalet sağlansın ve özgürlük gelsin diye mücadele eden toplumsal katmanların içerisinde kadınlar var.  Aslında güçsüz kadın yok. Güçsüzleştirilen kadın var. Bizler de tek adamlara karşı çok kadın diyerek kadınların gücünün dünyayı değiştirme gücünü göstermenin mücadelesini veriyoruz. Bütün kadınlar gibi benim de siyasette karşılaştığım onlarca hatta yüzlerce sorun var. Ancak ben sorunları anlatmak yerine mücadeleyi anlatmayı tercih ediyorum. Kadınlara son sözüm sizi güçsüz kılanlardan daha güçlüsünüz bunu hissedin ve asla pes etmeyin. Ben kendi adıma bunu yapmaya çalışıyorum sadece.

7)CHP son dönemde güncel siyasi dinamikler doğrultusunda daha merkezde konumlanır hale geldi. Gelecekte CHP’nin ne yönde bir siyaset izleyeceğini öngörüyorsunuz? Soldan uzaklaşma geçici yoksa kalıcı mı olacak? Sizce CHP’nin İstanbul’da yerelde izlediği siyaset genel merkezin ideolojik konumundan daha farklı mı?

Merkeze konumlanmaktan ziyade aslında partimizin yönetim organlarından tutun, tabanına kadar tamamen insan odaklı, sosyal kimlik ve sınıf gözetmeden halkın gerçek sorunlarını çözmeye odaklanmış durumdayız. Bu açıdan bakıldığında genel merkez ve İstanbul’un farklı ideolojik konumlarda olması da mümkün değildir. Partilerde ideolojik konumlamalar merkezi bir şekilde yapılır, bütün yönetim kademeleri de ona uygun davranmak durumundadır. Aksi siyasetin olağan akışına uygun değildir. İstanbul özelinde izlenen siyaset ile genel merkezimiz arasında bırakın ideolojik bir ayrışmayı en ufak bir fark dahi yok. Çünkü biraz önce bahsettiğim gibi; partimizin yönetim kadrolarından üyelerimize kadar odaklandığımız noktalar bu ülkedeki insanların sorunları, huzurları ve refahları. Tek işimiz bu.

8)Türkiye giderek merkezileşti. Sizce yerel yönetimlerle merkezi yönetim arasındaki yetki paylaşımı nasıl olmalı? Gelecekte Türkiye için nasıl bir yerel sistemi öngörüyorsunuz? Türkiye’de yönetim merkezileşmeli mi yerelleşmeli mi? Yetki ve sorumluluklarla ilgili sınırlar neler olmalı? Yerelde demokratik kültür nasıl güçlendirilebilir?

Bu her bir soru başlı başına üzerinde uzun uzun düşünülmesi, konuşulması, tartışılması ve hatta yazılıp çizilmesi gereken konular. Kendi düşüncemi öncesinde bir tespit yaparak kısaca şöyle özetleyebilirim.

Günümüzde merkezi iktidarla yerel yönetimler arasında tariflenmiş bir iş birliği ya da yetki paylaşımı olmadığı gibi partizanca bir düşmanlık ve engelleme çabaları var. Olması gereken ise; demokrasiyi yaşamın ve siyasetin her alanında egemen kılmak, haklarını bilen güçlü bireyler dolayısıyla güçlü toplum yaratmaktır. Bunlarla birlikte güçlendirilmiş, merkezle ilişkisi ve iletişimi doğru tariflenmiş yerel yönetimlerle birlikte bu sorunların tamamı aşılabilecektir.

9)CHP belediyeleri İstanbul Sözleşmesi’nin şartlarını sağlamakla ilgili ne gibi çalışmalar yapıyorlar?

İBB ve ilçe belediyelerimiz; sığınma evleri, destek hatları, İstanbul Sözleşmesi’nin tekrar uygulanması için kamuoyu oluşturmak ve kadınların hayatını kolaylaştırmak için var gücüyle çalışıyorlar. Örneğin; İBB’nin Şiddete maruz bırakılan ya da maruz kalma tehlikesi altında olan kadınlara 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kapsamında, yüz yüze veya 444 80 86 numaralı telefon hattı üzerinden psikososyal ve hukuksal danışmanlık desteği veriyor. Kadıköy Belediyesi’nin Kadın Sığınma Evi. Fiziksel, cinsel, duygusal, sözel, sosyal ve ekonomik şiddet ve istismara uğrayan kadınların psikososyal ve sosyoekonomik sorunlarının çözümlenmesi sırasında, varsa çocuklarıyla birlikte geçici bir süre yatılı olarak kalabilmeleri için hizmet veriyor.  Bildiğiniz gibi İstanbul Sözleşmesi kadını sadece koruyan değil aynı zamanda kadını toplumsal hayatta güçlendirmeyi hedefleyen bir sözleşme. İBB’de kadın istihdamının artırılması, kadını özgürleştirme adına kreşlerin açılması da oldukça önemli.  Sadece Büyükşehir değil ilçe belediyelerimiz de kadını yaşamın her alanında özgürleştirecek, özgün çalışmalar yapıyorlar. Ancak kadına düşman bir iktidarın olduğu günümüzde bunların tamamı palyatif çözümler. Kalıcı çözüm ise halkın iktidarında olacaktır. CHP iktidarının ilk haftasında İstanbul Sözleşmesi yeniden yürürlüğe konulmakla kalmayıp, gereğinin de eksiksiz uygulanması sağlanacaktır.

10)İBB 30 Ağustos kutlamalarında gösterilerin bir kısmı belli kitleler tarafından yeni bir siyasi tartışma konusu açtı. Belli figürler bu gösteride farklı toplumsal gruplara mesajlar gönderildiğini belirtiyor. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu endişeleri gerçekçi buluyor musunuz?

Açıkçası bu endişeleri gerçekçi bulmadığımı belirtmek istiyorum. 30 Ağustos hepimizin. Bu topraklarda yaşayan bütün insanların bağımsızlığa atılan adımıdır. Bu topraklarda bulunan tüm unsurların emeğidir, inanışıdır ve en önemlisi en büyük dayanışma örneklerindendir. Bu yüzden belli figürlerin kullanımı ya da kullanılmayışının toplumsal gruplara mesaj olarak iletildiğini düşünmüyorum. İster vals olsun ister horon ister halay. Dolayısıyla 30 Ağustos ruhunda buluştuğumuz noktanın birlikte başarmak ve dayanışma olduğunu düşünüyorum.

11)Türkiye’de demokrasinin geleceğini nasıl görüyorsunuz? Demokratik bir Türkiye’yi nasıl inşa edebiliriz? Sağlam bir demokratik sistemin oluşabilmesinin önünde ne gibi engellerle karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorsunuz? Toplumsal kamplaşmanın önüne nasıl geçebiliriz?

Demokrasi mücadelesini “sabırlı karıncalar mücadelesi” diye tarif ediyorum kendimce. Yavaş ilerleyen, uzun zaman süren ancak azimle ve kararlılıkla yürünen bir yol. Ve bu yolda başarı toplumsal dönüşümle paralel olur. Ve İstanbul seçimleri bize toplumun artık kutuplaşma siyasetinden uzaklaştığını gösteriyor. 23 Haziran tarihinde ise 16 milyon İstanbullunun demokrasiye nasıl sahip çıktığını hep beraber gördük. Bu ülkenin belirli bir demokrasi tecrübesi var. Bizler bu tecrübeyi toplumun tüm unsurları ile birlikte daha ileriye taşımak için siyaset yapıyor ve bu hedef için mücadele ediyoruz. Tek adam sistemi ve içinde bulunduğumuz siyasi düzlem aslında demokratik sistemin önündeki en büyük engel. İnanıyorum ki 2023 yılına kalmadan gerçekleşecek olan seçimle demokrasinin önündeki en büyük engeli ve kutuplaşma siyasetini topyekûn ortadan kaldırarak Türkiye’nin demokrasi ufkunu genişleteceğiz.

12)Son dönemde CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun yaptığı “Helalleşme” çıkışı toplumda ciddi bir yankı uyandırdı. Sizin için “helalleşme” kavramı ne ifade ediyor? Hesaplaşma bu denklemin neresine oturuyor?

Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu helalleşme çağrısını çok kıymetli buluyorum. Benim için helalleşme kavramı toplumun tüm kesimlerinin birbiriyle barışması demektir. Bu coğrafyada çok büyük acılar yaşandı. Daha acı olan ise; birbirimizin acısına merhem olabilecekken acılar kanatıldı daima. Helalleşme çağrısı bana göre tam da bu aslında. Acılar üzerinde tepinen değil, aynen ortak türkülerimiz gibi yaraları tedavi edip ortak bir geleceğe yelken açmak. Başarabiliriz bunu. Genel Başkanımızın bu çıkışı insan hakları, özgürlükler ve toplumsal barış adına çok değerli.

13)Helalleşme-hesaplaşma denklemindeki bir diğer mesele de sizin bu aralar ciddi bir şekilde mücadele verdiğiniz cemaatler, tarikatlar ve dini vakıflar ile alakalı. Bu yapılarla ilgili yerel ve ulusal düzeyde gelecekte nasıl bir süreç işleyeceğini düşünüyorsunuz?

Tam da alakalı değil aslında. Helalleşme toplumsal bir süreci tarif ediyor. Siyasal ya da yargısal bir süreci değil. Suç işleyen kim olursa olsun onlarla helalleşilmez onlar bağımsız yargı önünde hesap verirler sadece. Bu iki durumu kesinlikle birbiriyle karıştırmamak lazım.

14)Bundan öte Türkiye’de ve yerel düzeyde İstanbul’da da ciddi tahribatlar yaratmış Fethullahçı cemaat ile hesaplaşma, bir yandan da haksızca KHK’lı konumuna düşmüş ve aynı torbaya konmuş birçok vatandaşın haklarının teslim edilmesi arasındaki dengenin nasıl kurulabileceğini düşünüyorsunuz?

Aslında bu sorunun cevabı o kadar basit ki. Bu ülkede savaş değil de barış isteyen ve sırf barış istediği için KHK’lı konuma düşerek mesleğini icra edemeyen insan var. Eğer bu ülkede hukuk bu kadar hırpalanmasaydı ve tek adam rejimiyle birlikte siyasetin tekeline girmeseydi, haklı ile haksız çok kolayca ayrılacak ve barış akademisyenleri başta olmak üzere birçok insanımız haksızca KHK’lı konumuna düşmemiş olacaktı. İktidara geleceğimiz yakın süre içerisinde bu memlekette hukuku tekrar etkin kılıp tesis ederek Fetullahçı cemaat ile yargı önünde hesaplaşıp, haksızca KHK’lı konumuna düşen vatandaşlarımızın haklarını teslim edeceğimizi düşünüyorum.

15) Siyasete katılımda cinsiyetler arasında bariz bir orantısızlık olduğunu görmek mümkün. CHP İstanbul İl Örgütü’nün ilk kadın başkanı olarak genç kadınların siyasete katılımının önündeki engelleri kaldırmak için ne gibi çalışmalar yürütüyorsunuz?

Sadece siyasette değil neredeyse yaşamın her alanına kadın temsili oldukça düşük. Kadınların siyasette eşit temsili sağlamanın olmazsa olmazı kadınları yaşamın her alanında var edebilmenin mücadelesini vermek. Genç kadınların siyasete katılımını arttırabilme adına onlara örnek olmaya çalışıyorum, biz de yapabiliriz duygusunun harekete dönüşmesini sağlayabilme adına. Ve yine pozitif ayrımcılığa ihtiyaç duyulmayacak bir kadın örgütlülüğü ve mücadelesinin neferi olmaya çalışıyorum.

Bugüne kadar bir kadın olarak hiç kimseden bir şey talep etmedim. Mücadele ederek kadınların da aynı erkekler gibi çok daha iyi yerlere geleceklerine inanıyorum. Ama tabii ki bu bir anda olacak bir şey değil. CHP içinde kadınların doğru şekilde örgütlenmesi, bu sorunların üstesinden gelmesinin yolunu açacaktır. Tabi bunlar, 10 yıllık 20 yıllık süreçlerdir. Kadınların mutlaka başaracağını düşünüyorum. Emek ve umutla olacak. Hangi partiden olursa olsun bu yüzden kadınların siyasete katılımı çok önemli ve pozitif ayrımcılığın da bu konuda çok kritik olduğunun altını çizmek istiyorum. Ayrıca burada partilerden bir şeyler beklemek yerine örgütlü kadın mücadelesini daha da güçlendirerek kotaları zorlamak yerine ortadan kaldırmanın ve kadın mücadelesini büyütmenin çok daha kıymetli olacağını düşünüyorum.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu