Hayatta Kalma Mücadelesinden Öte Bir Gelecek Yaratmak – Yeşer Sarıyıldız
Kendimi uzun zamandır bilgisayar oyununda debeleniyor gibi hissediyorum. Durmaksızın koştuğum bir oyunda, önüme çıkan engellerin üzerinden atlıyor, çevresinden dolaşıyor; yine de bir noktada ayağım takılıyor düşüyorum. Kalkıp canavarları kesiyorum, koşmaya devam ediyorum. Nefes nefeseyim. Etrafımı sarıyorlar, safları sıkılaştırıyorlar, kalkan olsun diye kendimi fanusun içine hapsediyorum; fanusu delmeye çalışıyor ve başarılı da oluyorlar. Bataryam zayıf, canımın sonlarına geldim. Ne yaparsam yapayım, seviye atlayamıyorum. Birileri kodu çözüp oyunun nasıl ‘hack’leneceğini bulmuş; sadece onlar seviye atlayabiliyorlar. Oyunun adı: Türkiye’de hayatta kalmak.
Günden güne, gündem sürreal bir hal aldığından, sanıyorum ki gerçeklik algımı yitirmeye başladım. Her yeni saçmalığa değil, bir şey olmadan geçen günlere şaşırıyorum. Kafamı dağıtmak için dünyada olan teknolojik gelişmelere bakarken bile beynim hemen ülkeyle linkleme yapıyor.
Haber: ABD / Pittsburgh Tıp Merkezi Üniversitesi fareler üstünde yürüttüğü bir deneyde yaşlanmış kas hücrelerini yeniden gençleştirmeyi başarmış.
Zihnim: Bu işin deneyleri uzun sürer umarım da çalışma malum kişi ölmeden hayata geçmez.
Haber: Hava şartları nedeniyle fırlatılması ertelenen James Webb Uzay Teleskobu bugün uzaya Hobble teleskobunun yerini alması için gönderildi. James Webb Teleskobu olarak adlandırılan Yeni Nesil Uzay Teleskobu, Ay’ın ötesindeki, Dünya’ya 1.5 milyon kilometre mesafede bulunan stabil Lagrange-2 bölgesine yerleştirilecek ve kozmolojik mesafelerde toz partiküllerinin ötesini görebilmek için kızılötesi tayfta gözlemler yapacak.
Zihnim: Ya uzayın derinliklerinde binlerce diktatör varsa ve bizi fark edip dünyaya gelirlerse ne yapacağız?
Haber: İçinde 1300’lerden kalma bir kaleyi de barındıran Birleşik Krallık’a bağlı Piel Adası, web sitesinde verdiği ilanla içindeki barı işletecek ve etrafa göz kulak olacak bir kral arıyor.
Zihnim: Acaba bizimki çoktan anlaşmaları yapmış mıdır? Seçimi kaybederse buraya mı gidecek?
Dünya yeni dijital ekonomi sistemleri, metaverse vs tartışırken, hibrid çalışma sistemlerinden tamamen uzaktan çalışmaya geçiş hızlanmışken, bu sene ilk kez uzaya gidecek turist sayısının astronot sayısını geçmesi beklenirken biz bulgur stokluyor, patates fiyatına şok oluyoruz. Bilinçaltımız çöplüğe döndü. Kendi kurduğumuz küçük ve yalın dünyamızdan çıkmadan bir kadeh şarap koyup kitap okuyalım desek; kağıda gelen zamla kitap fiyatları artıyor, içkiye gelen zamlar sonrası Türkiye’nin ünlü şarap markalarından birinin sahibi “Biz bu fiyatları nasıl alınabilir düzeyde tutacağız, günlerdir hesap yapıyorum, işin içinden çıkamıyorum” diye serzenişini paylaşıyor. Biz kadınlar, her ay regl olduğumuz için amansızca vergi ödüyoruz. Bakkallar hala tek derdimiz oymuş gibi pedi siyah poşete tıkmaya çalışadursun, 80 tl’yi geçen ped fiyatları sosyal medyayı doldurup cebimizi boşaltıyor. Olduğumuz kişi nedeniyle cezalandırılıyoruz.
Kulağa çok umutsuz geldiğimin farkındayım; ama aslında değilim. Zor günler yaşayacak da olsak, güzel günlerin yakın olduğuna, iktidarın seçimle değişeceğine inancım tam.
Tam da bu nedenle, muhalefetin onlardan beklentimizin büyük olduğunu fark etmesi gerektiğini düşünüyorum. Yirmi senedir zaten çemberimiz gittikçe daralıyor. Özellikle Gezi’den beri yaşam tarzımız saldırı altında; ama ne hikmetse, seküler kesime bir türlü sıra gelemiyor. Ağzımızı açsak, 28 Şubat ya da başörtüsü duyuyoruz. Bu iki olayı küçümseyen kimse de yok; ama çok yorgunuz ve hali hazırdaki mağduriyetimiz bile adeta elimizden alınıyor. Endişeli muhafazakarlar her zaman öyle endişeli ki; ne akaryakıt zammını konuşabiliyoruz ne de içkiye gelen %47 zammın yaşam tarzına açık bir müdahale oluşunu. Zaten yalnız hissederken, muhalefetin “aman kimseyi ürkütmeyelim” tarzı yaklaşımı ve bir kesimin dertlerini yok sayıp konuyu din kursuna bağlaması, haliyle sinirimizi bozuyor.
Sadece emeğimiz ve birikimimiz değil, mağduriyetimiz bile çalınmışken; seküler kesim olarak yalnız olmadığımızı bilmek, desteğimizi hiçbir zaman esirgemediğimiz muhalefetin bize borcu. Belki bu sözler bir şekilde ulaşır diye; kendi adıma muhalefetten ne beklediğimi açıkça yazmaya çalışacağım.
Sadece Ne Yaptığım Değil, Söylemi Nasıl İnşa Ettiğimiz de Önemli
Geçen akşam ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Habertürk canlı yayınındaydı. Erdoğan’ın sokak ısrarını ve neden sokağa çıkılmayacağını anlattı. Kullandığı “Demokratik yollarla hakkımızı arayacağız” ifadesini açıkladı, şu anda demokrasinin olmadığını, bildiri okusan gözaltına alındığını, Erdoğan’ın OHAL için fırsat aradığını ve bu oyuna gelmeye niyetlerinin olmadığını söyledi. Açıkçası açıklamasından sonra hafta içindeki kadar kızgın değilim. Yine de Kılıçdaroğlu’nun bu süreçte, sonradan açıklama yapmaya ihtiyaç olmayacak şekilde, kelimeleri iyi seçmesi gerektiğini düşünüyorum. Hala sokakta olan ve sesi gür çıkan Türkiye’deki başlıca hareket, kadın hareketi zira. Bir diğer endişem de bu konunun oto-sansür hadisesine çok benzemesi. Gezi döneminde yasaklar ardı ardına gelirken, Türkiye’nin ilk internet eyleminin yapıldığı dönemde sosyologlar uyarmıştı. Sansürden daha tehlikeli bir şey varsa, o da oto-sansürdür; çünkü siz kendinize baştan sorun çıkmasın diye sansür uygulamaya başlarsanız, sınırları daraltırsınız ve bir süre sonra “normal” o olur. Bu her şeye uyarlanabilir. Hukuk işlemiyor diye hukuki yolları es geçerseniz, hukuk tamamen yok olur. Demokrasi yok diye söylemlerde bunu normalleştirirseniz, demokratik hakkınız hak olmaktan çıkar. Bu yüzden sokağa çıkılmayacaksa dahi, ısrarla bunun aslında demokratik hakkımız olduğunu söylemek gerekiyor. Demokrasi yok diye bunu normalleştirirsek, sokakta güvenlik güçlerinin yaptığı zulmü de normalleştirmiş, haber değerini yok etmiş oluyoruz.
Seküler Yaşam Vergisi
Pandemi döneminde hafta sonu yasaklarında içki satışı da yasaklanmış, marketlerde raflara bant çekilmişti. Herkes zihnen çok yorgun olduğu için olsa gerek, “Perşembe gününden alırız” diyenler çoğunluktaydı. Mayıs ayında uzun kapanma olduğunda, dünyada içki satışı ve covid artışı arasında bir korelasyon olmadığı ortaya konuldu. Bir sürü tartışma döndü; sonunda sadece içki değil; pil, bant vs alamadığımız, iktidarın kendine özgü çözüm yöntemiyle kararını dayattığı, saçma bir uygulamaya geçiş yaptık. Yasaklar bitti, gündem değişti. 2022 yılının başlamasıyla gelen %47 oranındaki içki zamları, adeta seküler yaşam vergisi gibi yürürlüğe girdi. Herkes isyanda, ama bu konu doğru düzgün dile getirilmiyor. Muhalefet, muhtemelen iktidarın dinsiz alkolikler yakıştırması yapmasından çekinip bu koca gündem yokmuş gibi davranıyor. Oysa ki bu yasaklar birçok şeyi tetikliyor. Sahte içkiden hayatını kaybedenlerin sayısı her geçen gün artıyor, gençler içeriği tehlikeli uyuşturuculara yöneliyor. Bu konuyu “Sekülerler iki kadeh az içsin, bir şey olmaz”dan öte ele almak gerekiyor. Muhalefet bugün buna sesini çıkarmazsa, bir bahaneyle Ramazan ayında içki satışı komple yasaklansa itiraz edecek alanı kendine bırakmıyor. Kaldı ki asıl olay içki kültürünün yok edilmeye çalışılması. Rakı, uzo, arak; bunlar hep milli değeri olan, kültürel içkiler. 70’lik rakı 249TL’ye çıkıyor, meyhane kültürü yok edilmeye çalışılıyor. Dostlarımızla oturduğumuz uzun sofralarımıza sahip çıkmayacaksak, ne kalıyor ki geriye hayattan aldığımız zevke dair?
Geleceğin İktidarından Beklentimiz Büyük
Yine dün akşamki yayında, Kılıçdaroğlu başkan adayı konusuyla ilgili, hepimizin zaman zaman içinden geçen ve kendi aramızda konuştuğumuz bir konuyu dillendirdi. Dedi ki, “Adayın ismi çok da önemli değil, bu seçim devam ya da tamam seçimi olacak, halk yeter mi diyecek, yoksa bu ekonomik çöküşe, zorbalığa devam mı etmek isteyecek?” Bazen kendi aramızdaki tartışmalarda biz de diyoruz; karşı aday patates olsa, patatese oy veririm diye. Yine de burada ikinci Ekmeleddin vakası olma riskini saymazsak; bazı başka hususlar var.
Temel yaşam seviyesinden yukarı çıkamadığımız için, sıra gelmeyen önemli dertlerden bahsedemiyoruz. Dünyanın en pahalı internetini ödüyoruz; ama aldığımız hizmet berbat. Dünyanın en pahalı pasaportu bizde, bir o kadar da vize parası gerekiyor. Yetmiyor, nereden çıktığı belli olmayan bir yurtdışı çıkış pulu havalimanında bizi karşılıyor. Açıkçası benim muhalefetten beklentim, sadece ekmeğin 1TL olması değil; mesela bu ülkenin her bir gencinin dünya vatandaşı olup özgürce seyahat etmesi, başka kültürlerden ilham alması, kendi vizyonunu geliştirmesi ve önce kendisine, sonra ülkeye faydalı olabilmesi.
Ekonomiyi biraz düzeltip dışarıda kahve içerken karnımız ağrımayacak noktaya gelince, geleceğin iktidarını başarılı bulmayacağız. Hak ettiğimiz ülke için çok bekledik; standardımız yüksek. Cevabını merak ettiğimiz sorular var: Dünyada bazı ülkelerde uygulaması başlayan dijital göçebelik vizesiyle ilgili bir fikirleri var mı? Hem turizmin hem dış politikanın bir parçası olarak, bazı ülkelerle dijital göçebelik vizeleri üzerine anlaşma düşünceleri var mı? Karanlık fabrikalar yaygınlaştığında, boşa çıkacak mavi yaka iş gücü nasıl değerlendirilecek? NFT, metaverse gibi kavramlar hayatımıza girmişken devlet bunlara nasıl adapte olacak? Dijital okur-yazarlık eğitimi, cinsel sağlık eğitimi müfredata eklenecek mi? Çocuklar siber zorbalıkla nasıl baş edeceklerini öğrenecekler mi? LGBTİ+ bireylerin okullarda ayrımcılığa uğramaması için neler yapılacak? Kadının ekonomideki etkin rolünü artırmak için planlar neler? Sadece SMA değil, genetik hastalıklarla mücadele etmeye çalışan çocuklar için ne tip destekler olacak? Kapıda bekleyen gıda, iklim ve su kriziyle ilgili nasıl mücadele edilecek? Sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti nasıl kontrol altına almayı planlıyorlar? Elektrikli araçlara geçiş için hedef nedir, sürecin adımları çalışıldı mı? Korkunç durumda olan barınakları nasıl düzeltecek ve denetleyecekler?
Ülkedeki herhangi bir genç, hatta çocuk maalesef döviz kurunun neleri etkilediğini, zamların nasıl yansıdığını, ilk yardımı, afet yönetimini, SMA hastalığını, zor koşullarda hayatta kalmayı öğrendi. “Her şey çok güzel olacak”ı duymak tek başına yeterli gelmiyor, nasıl güzel olacağını da duymak gerekiyor. Muhalefete basit bir önerim var. Bir web sitesi üzerinden açık çağrı yapıp gençlerden hayallerini, isteklerini yazmalarını istesinler. Gelen yanıtlardan basit bir yazılımla kelime bulutu oluşturup sadece söylemlerinde bu hassasiyetlere yer verseler bile, eminim ki etkili olacaktır. Çalıştay yapıyorlar, deniyorlar mı bilmiyorum; ama sekülerle yoksulun, dindarla lgbti+ bireyin yıllar sonra aynı masaya oturması, beyaz yaka ve mavi yakanın bir arada tartışıp aslında aynı dertlere sahip olduklarını anlamaları önemli. Bakalım gerçekten insanlar birbirinden bu kadar kopuk mu? Ya da tahammül edemiyor mu? Nerede buluşulabilir, nerede ortak söylem bulunabilir? Kapsayıcı politikalar ve söylemler illa ki hazırlanır, mesele zaten kimseyi dışlamadan herkesi aynı potada buluşturabilmekte.
Standardı hep çok yüksek tutacağımız, geleceğin iktidarını zorlayacağımız, dediklerimizin duyulacağı, hayal kurmaktan çekinmeyeceğimiz, hayatta kalmanın konu dahi olmayacağı ve hak ettiğimiz hayatı yaşayacağımız günler için; heyecanımız yüksek, umudumuz tam, beklentimiz büyük. Bizi duyduğunuzu bilmek hakkımız.
Güzel günlerde görüşmek üzere.
Yeşer Sarıyıldız