Bir Genç Kızın Tarikat Hikayesi – Yeşer Sarıyıldız
Büküldü zaman, yaşlandı gençler: Enes Kara’nın Ardından…
Zaman algımız şaşalı çok oldu ya da belki çok olmamıştır da çok oldu gibi geliyordur. Her şey hem çok fazla hem de değişim hep uzakta gibi. Size de oluyordur, bazı gündemleri düşününce aylar geçti gibi geliyor; ama bakıyorsun geçen hafta olmuş. Bir olaya tepki vermeden çözüm üretmeye geçeceğimiz sürede, yeni bir büyük hadise vuku buluyor ve sorunların temeli üzerinde düşünemeden bu sefer diğerine sesimizi çıkarmaya başlıyoruz. Dev bir patlama sonrası toz bulutu içerisinde yaşıyor gibiyiz sürekli. Doğrulup ayağa kalkamadan, yeni bir bomba patlıyor. Şaşıracağınızı düşündüğüm bir şey söyleyeceğim: Enes Kara’nın bir video paylaşarak hayatına son vermesinin üzerinden henüz 1 ay dahi geçmedi. Kahrolduk, tweetler attık, Spaces yayınları açtık, açıklamalar bekledik, beklediğimiz gelmeyince sinirlendik, bu tarikatlar ne olacak gençlerin hayatı mahvoluyor dedik ve sonra… İfade özgürlüğü sorunları, hastalıklar, elektrik faturaları, 90lara dönüşümüz derken; Enes Kara’yı unutmamış da olsak, konuşamaz hale geldik. Oysa Enes Kara tek değil; ülkenin bambaşka yerlerinde, bu sorunları farklı şekillerde yaşayan onlarca genç kadın ve erkek var. Ben de size, tarikat yurtlarında kalmış ve sonra kendi deyimiyle “kendini kurtarmış” bir kadının, Esra’nın hikayesini anlatacağım ve özellikle dümdüz anlatacağım ki, duygusal davranıp ajitasyon yaptığım düşünülmesin.
Esra’nın ailesinin herhangi bir tarikat bağlantısı yok aslında, sadece kendilerince dini bütün insanlar. Şanssızlık bu ya, annesi Esra’dan önceki bebeğini kaybediyor ve her şey aslında böyle başlıyor. Hem kendisinin hem kocasının ailesi, bu kaybı başörtüsüz olmasına bağlıyor. Sorunun kendinde olduğuna inanıyor anne, dine dönüyor, kapanıyor. Baba zaten ataerkil, hatta bir lafı var, diyor ki; “Allah eğer bir kula secde ettirecek olsa, kadını kocasına secde ettirirdi.” Baba şiddete meyilli, hatta meyilli lafı hafif kalıyor. Sistematik olarak hem psikolojik hem de fiziksel şiddete uğruyorlar. O sırada baba çalışmıyor, Esra ve kardeşinin yarattığı masraf adamın gözüne batıyor. Masraf dediğim baya peynir ekmek, bazen evde yiyecek dahi olmuyor. Bu agresyon, şiddeti daha da körüklüyor. Yetiştirme yurduna vermekten bahsetmek evde en fazla kurulan cümlelerden biri. Esra derslerine tutunuyor, çalışkan bir kız ve bir dershaneyi burslu kazanıyor. 12 yaşında. Dershane Enes Kara’nın bağlı olduğu cemaatin bir parçası bu arada, önemli bir detay. Esra da Enes’ten 4 yaş büyük. Çoğu öğrenci başörtülü, kız erkek yan yana oturamıyorlar. Bir gün, Esraların yan komşularının oğlu sınıflarına geliyor, 3 yaşından beri tanışıyorlar. Yan yana oturuyorlar, kardeş olmadıkları için kaldırıyorlar. Esra burslu ve bursunu kaybetme korkusundan pek de bir şeye itiraz edemiyor, ailesi de öyle.
Kısa bir zaman sonra, aileyi arayıp yatılı almak istediklerini söylüyorlar. Yurt olmayan evler var, eve çağırıyorlar, yaz okulu gibi bir şey. Annesi hem babadan uzak olması daha iyi olur diye hem de bursu kaybeder korkusuyla “Tamam” diyor. Orada gerçekten işkence gibi bir hayat başlıyor. İki katlı bir dairede altmış beş kişi kalıyorlar. Her yerde insan yatıyor, mutfakta yerde süngerlerin üzerinde bile. Gece biri susasa, birini ezmeden su almanın imkansız olduğu bir ortamda, sıcak yaz günlerinde çarşafa zorluyorlar, uzun kollu kalın kıyafetler giydiriyorlar. Sabah erkenden başlayan zorunlu ve oldukça katı bir din eğitimi var. Telefon etmek, televizyon izlemek yasak. Geceleri bile örtülü uzun eteklerle uyuyorlar; çünkü kadın kadına temasa dikkat etmek zorundalar. Salçalı ekmekle besleniyorlar, tuvalet temizliyorlar. Çeşme suları o kadar kötü ki, hepsi kabız oluyor. En büyüğü lise çağlarında olan küçücük çocuklar bütün gün temizlik yapıyor, rahatça duş alamıyor ve sürekli zorunlu olarak ibadet ediyorlar.
Esra 13 yaşında, ilk aşkını yaşıyor. “Çocukluğumun en masum hissiydi, sınıftan bir oğlana aşıktım” diyor. Bir cesaret, ablalardan birine söylüyor. “Onu sevmemin nesi bu kadar yanlış?” diye soruyor. Hemen “evlendirelim seni” diyorlar. Evde beş vakit namaz ve abdest sırası asla bitmiyor. Kalan vakitlerde ilahi öğreniyorlar. Aklında kalan bir ilahinin sözleri şöyle: “Hasretle yollarımı bekleme anne, kapı önlerinde ağlama, güneş doğmasa da baş koymuşuz bu yola”
İlahi biterse, cehennemden azap hikayeleri anlatıyorlar. Hatta yetmiyor, can çekişerek ölen bir adam videosu izletiyorlar. Esra sonunda korkudan başını örtüyor; ama bu sefer de ne örtüsünü beğeniyorlar ne toplama şeklini. Asla yetemiyor, doğrusunu olduramıyor, memnun edemiyor ve bu konuda yalnız değil. Ablalar da böyle hissediyor, ne yapsalar yeterli olamıyorlar, Allah’a layık kul olamadıklarını düşünüyorlar ve psikolojik olarak harap oluyorlar. Bir evde çoğu çocuk yaşta altmış beş kadın, asla yeterli olamıyorlar. Çoğu çocuk ailesi tarafından gönderildiği için gittikçe içine kapanıyor ve çıkış yolu göremiyor. Ağırlıklı olarak kız çocuklarında intihara kalkışmalar duyuluyor, en iyi ihtimalle kendilerini kesip zarar veriyorlar.
Hafta sonları eve gittiğinde, neyse ki Esra’nın annesi bir gariplik seziyor ve yaklaşık bir ay sonra kızını alıp şehir dışına, teyzesine götürüyor. Teyzesi de dini bütün bir insan, başını açmıyor Esra; ama en azından nefes alıyor.
Dersler tekrar başladığında, bu sefer hem ders baskısı hem de dini baskı tekrar başlıyor. Okul çıkışı dershaneye gidiyor, akşama kadar her günü orada geçiriyorlar. Orta ikideki arkadaşlarından biri öğretmenine aşık. Anti-depresan kullanan, yine de kollarını kesen bir kız; hocası onu sevsin diye başını örtüyor. Bir gün öğretmeni eve bırakırken kenara çekip “Bana mı aşıksın?” diye soruyor, kızın elini tutuyor. “Birlikte olamayız” diyor ve istediği her konuda inanılmaz bir baskı oluşturuyor. Burada taciz var mı bilmiyorum, ama aileye söylemekle tehdit ettiğini arkadaşı paylaşıyor. Tüm bunlar olurken artık Esra, isyan bayrağını çekmeye başlıyor. Öğretmen ona da ders baskısı kurmaya çalışıyor.
Tüm sınıf konsere gitmek istiyorlar, bir sınavın cevap anahtarını çalıyorlar. Hala ortaokuldalar. Bunun üzerine, burslu olan Esra olduğu için, o atılıyor. Bu sefer bir boşluğa düşüyor, depresyonu derinleşiyor. Tam da o sıralarda intiharı deniyor. Sınıf arkadaşı ve annesi, attığı mesajda bir tuhaflık fark edip kurtarıyorlar. Arkadaşının annesi de yaptığının büyük günah olduğunu, amel defterinin sıfırlandığını, bugüne kadarki sevaplarının boşa gittiğini söylüyor. Duşa sokup yoğurt yediriyorlar, bu hatıralar bulanık. Annesi intiharı hiç öğrenmiyor, ama depresyonun farkında. Sonrasında oradan oraya sürüklenen yıllar geçiyor. Anadolu Lisesi’ni kazanıyor; ama baş örtüsünü çıkarmak istemiyor. Annesi engel olmaya çalışsa da bir sürü tarikata girip çıkıyor. Tarikatlar tatmin etmiyor, siyasi partilere (AKP; Saadet Partisi), İslami derneklere ve aktivist faaliyetlere katılmaya başlıyor. Aradığını hiçbir yerde bulamıyor, ne aradığını da zaten pek de bilmiyor.
Sonrası seküler kesime öfkeyle geçiyor. Okulda imza topluyor, okula mescit açtırmak için uğraşıyor, açtırıyor da. Okulu ikiye bölüyor. Ardından açık liseye geçiyor. Zamanla farklı insanlarla tanışmaya, Türkçe Kuran okumaya başlıyor. Üniversite sınavında yüksek prestijli okullardan birini kazanıyor. Erkek arkadaşları oluyor, tekrar renkli kıyafetler giymeye başlıyor, başını açıyor. Kendi tabiriyle “normal hayat”a geri dönüyor. Aldığı vakıf bursu kesiliyor, ama maddi sıkıntıya rağmen umurunda olmuyor.
Kendini bulduktan sonrası majör depresyon tanısı, travma tedavileri ve terapilerle geçiyor. Aşık oluyor, evleniyor ve şu anda tek isteği kendi gibi çocuklara yardımcı olabilmek. Tahmin edersiniz ki, Esra gerçek adı değil. Fişlenmekten korkuyor ve haklı da. Bunca şeyin altından kalkmış genç bir kadın olarak, kendini bu ülkede güvende hissedemiyor.
Esra, her şeye rağmen karanlığı yarmayı ve kendine bir hayat kurmayı başarmış bir genç kadın. Bu ülkede kadın ya da erkek, bir sürü genç bırakın hayal kurmayı, kendine nefes alacak alan bulamıyor. Enes Kara sadece biriydi, Esra bir başkası. Daha yüzlerce, belki binlercesi var. Derdimiz çok, gündemimiz yoğun; ama gençlere tekrar hayal kurdurmak ve uzandıklarında tutabilecekleri bir elin orada olduğunu duyurmak, en büyük önceliğimiz olmalı.
Yeşer Sarıyıldız