Buğday Başağı’na Hasret – Ozan Şahin
Kuzey Kıbrıs Siyaseti çok partili bir siyasi hayata sahip olmasına rağmen ülkede aslında iki baskın parti var. Bunlardan birisi Ulusal Birlik Partisi, diğeri de Cumhuriyetçi Türk Partisi – Birleşik Güçler. Genel olarak koalisyon hükümetlerinin tamamı da bu iki partiden birinin öncülüğünde ortaya çıkar. Ulusal Birlik Partisi Rauf Denktaş’ın kurucusu olduğu bir parti. Siyasetin sağını temsil ediyor. UBP, genel olarak siyasette Türkiye ile yakın ilişkiler kurarak, bağımsız bir KKTC’nin güçlü bir şekilde bağımsızlığını sürdürebileceği iddiasını savunur. UBP’nin bu iddiasının iki tane önemli kırılma noktası oldu. Bunlardan bir tanesi 1 Mayıs 2004’te Güney Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne girmesi. İkincisi de öncesi ve sonrası ile Cras Montana süreci aslında. Birinci kırılmanın yarattığı sorunu size kısaca anlatmaya çalışayım.
Kıbrıs’taki siyasi ortamın kendine özgü durumu, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin, BM Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan 1 Nisan 2003 tarihli raporunda şu şekilde tespit edilmiştir: “Kıbrıs, bir uluslararası ihtilafa konu olması ve bu durumuyla Güvenlik Konseyi’nde daimi bir gündem maddesi teşkil etmesi itibariyle AB adayları arasında kendine özgü bir konumda bulunmaktadır.” Fakat Güney Kıbrıs’ın AB’ye alınması ile bu sorun doğrudan AB’ye ithal olmuş, çözüm için hareket alanı epey kısıtlanmıştır.
İkinci kırılma ise UBP hükümetlerinin ve Cumhurbaşkanlarının Türkiye ile çizdiği ilişkiler. AKP döneminde Türkiye tarafının, gerek seçimlere dolaylı yoldan karışması gerek de dış siyasetteki argümanlarında Kıbrıs’ı bir özne olarak değil nesne olarak görmeye başlaması ve bunu UBP’nin kabul etmeye başlaması olarak da açıklayabiliriz. Doğru temeller üzerine barışın sağlanması için KKTC tarafı da Türkiye tarafı da Cras Montana sürecinin öncesinde ve sonrasında çok çalıştı. Ama öte yandan da aslında bu emeğin karşısında dışarıya inatla hiç iyi bir imaj vermeyen bir UBP ile karşı karşıyayız. Kıbrıs’ta hangi çözüm önerisini konuşursak konuşalım önce KKTC’nin kendi ayakları üzerinde duran, her alanda özgür bir ülke imajını korumamız gerekiyordu. Bu AKP döneminde ve UBP hükümetlerinin de etkisi ile yıkılmış görünüyor
Bunu şöyle özetleyebiliriz:
UBP’nin Kıbrıs’ta temsil ettiği neo-Osmanlıcı kültür yani adanın kuzeyinin Türkiye merkezciliğinde hem ulusal hem uluslararası varlığını sürdürmesi, aynı zamanda partinin özellikle bizim de gündemimize son günlerde düşen sahip olduğu karanlık iletişim ağları Güney Kıbrıs’taki ΔΗΣΥ/DISY ile Kıbrıs Sorunu’nun ta kendisini temsil eder hale geldi.. İki yapı da Kıbrıs’ta hiçbir koşulda bağımsız, özgür ve kendi ayakları üzerinde duran organizasyonların varlığını istemiyor.
Son zamanlarda gördüğümüz gibi KKTC Cumhurbaşkanı Tatar, Türkiye’nin yandaş kanallarında iktidarın KKTC üzerinden yürütmeye çalıştığı kirli dış ilişkilerini olumluyor. Şaka gibi gerçekten de. Yıllardır çizilen imajın yerle bir edilmesinin son noktası. Kendi ticareti ile çalışanlarının maaşlarını ödeyen, özgürlükleri vatandaşlarına sağlayan ve bu imajla uluslararası alanda prestiji artan KKTC’yi mahvediyor bu durum resmen. Oysa KKTC, cidden bunları başarmıştı ve bu başarılar öyle küçümsenecek cinsten de değildi.
Fakat gelelim madalyonun öbür yüzüne. CTP-BG, UBP-AKP eliyle KKTC’de yaratılan bu sosyal, siyasi ve itibar kaybının enkazının sonuçlarını doğru okuyamıyor. Bu hegemonyanın toplumda yarattığı endişelerden de bir haberler. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de bunu gösterdiler. CTP, yazımın başında da dediğim gibi merkez solun bir temsilcisi. Sosyal Demokrat bir parti. Zaten bu yüzden aslında partinin genel politikalarında bir sorun yok. KKTC’de son zamanlarda ortaya çıkan akaryakıt krizi, genç işsizlik, UBP’nin anayasanın etrafından dolaşma çabalarına karşı doğru bir yerde kendilerini konumlandırdılar. Fakat bence KKTC için çok kritik bir öneme sahip uluslararası ilişkilerde bu neo-Osmanlıcı ağızdan onlar da kaçamıyorlar. Partinin açıklamaları hala Türkiye ile -olması gereken- işbirliği şeklinde değil. UBP’nin son zamanlardaki hegemonyası hala tam olarak kırılabilmiş değil ama bunun etkilerini de bence görüyoruz. CTP hala hem adanın kuzeyinde, hem de tamamında bu algıyı bozulmadan sürdürebilmek ve bir an önce hükümet olabilmek zorunda. Algının kırılmasını da CTP’den başka kimse yapamaz. Bunu bildiğim için yazıyorum. CTP, Kıbrıs Siyasetinin bence en kritik iki partisinden biri.
Bütün bunlara rağmen bu iki kutuplu ortamda halk yine de CTP-BG’ye güveniyor. Çünkü Kıbrıs’ta hem gerçekçi hem de ortaya konan çözüm önerisi ne olursa olsun adadaki Türklerin güvencesini akılcı bir yolla sadece CTP sağlayabilir. Federasyon konusu ayrı bir tartışmayı hak ediyor. Oraya sonra geliriz ama federasyon vurgusundaki siyasi eşitlik vurguları çok kıymetli. Sorun CTP ve Tufan Bey’in de bu vurguları yapabilirken Kıbrıs’ın hak ettiği çözüm paketini hala tam olarak sunamamaları. O kadar çok siyasetlerini federasyon ihtimaline yöneltmiş durumdalar ki onlar da federasyon dahil olmak üzere tüm çözüm önerilerinde olması gereken asıl KKTC gerçeğine ulaşamıyorlar. Bu eksiklikler olduğu için milletvekili sayılarını da arttırabilmelerine rağmen hala iktidar olup olamayacakları soru işareti.
Son olarak belirtmeliyim ki Kıbrıs’ta CTP-BG’nin ortaya koyduğu vizyon geliştirilir, endişeleri olan iki tarafa da amaçlar, varılmak istenilen sonuçlar doğru bir şekilde anlatılırsa ülkeyi gerçekten çok aydınlık günler bekliyor. Adanın gerçekten doğru söylemlerle ve doğru politikalarıyla CTP’nin buğday başağına hasret olduğunu düşünüyorum.
Not: Varsın sorunu çıkaran, kimi zaman basına kadar yansıyan tutarsızlığı ile Anastasiades olsun. Bizler üzerimize düşeni sorunsuz bir şekilde gerçekleştirelim de…
Ozan Şahin