Yeni Siyasete Çağrı – Görkem Özdemir
Türkiye bir değişimin eşiğinde. Değişim mevcut düzenden memnunsuz olan milyonların hep birlikte, aynı motivasyonda hareket etmesiyle gelecek. İşte bugün tam da bu ortam Türkiye’de ülkenin yönetilme biçimini en baştan ele almak, modern devleti yeniden tasarlamak, tarikatler ve hemşehri dernekleri konfederasyonunu her bireye eşit yaklaşan bir devlete dönüştürmek için en doğru gündür.
Bu yazı yeni bir siyasete çağrı yazısıdır. Türkiye’de çok sayıda insan yalnız, umutsuz ve temsilsiz hissediyor. Çalışan sınıflar, orta sınıflar, sekülerler, kentliler, gençler siyasette geleceğe dair kendi kaygılarına cevap olacak temsilciyi aramaktalar. Oysa siyaset hâlâ 1970lerin kasabalarında kurulan hayallerle şekillenmekte, geçmişin çoktan unutulmuş kasabalarının hayali seçmenine hitap etmektedir. Türkiye’nin yeni bir siyasete ihtiyacı var. Milyonların temsilsiz kaldığı bu durum devam edemez. Kuryelerin, kasiyerlerin, alışveriş merkezi tezgahtarlarının, fabrika işçilerinin, mevsimlik işçilerin, işsizlerin, öğrencilerin sesinin duyulmadığı durum sürdürülemez.
Türkiye’de siyaset büyük oranda kamunun oluşturduğu rantların patronaj ağlarında dağıtılmasından ibaret bir sürece dönüşmüş durumda. Bu ağlar sosyal gruplardan oluşuyor. İktidarda İslami eğilimli sağ partiler olduğunda cemaatler ve tarikatler bu paylaşımda öne çıkarken aslında sadece bu partilerle ve cemaatlerle kısıtlı kalmayan daha geniş bir durumun basit bir örneğini teşkil ediyorlar. Yönetenle aynı mezhepten, aynı şehirden, aynı ilçeden veya köyden olanlar üzerinden paylaşılan rant da bunun başka bir örneği oluyor. Bütün bunların ortak özelliği ise cemaati, mezhebi, hemşehrisi, derneği, tarikati, locası olmayanların yalnızlığı. Bu yalnızlıkla beraber milyonlarca kendi hâlinde insan Türkiye’deki ekonomik süreçlerden dışlanıyor. Çünkü Türkiye’de ekonomi ve ticaret bilhassa devletin aldığıyla, harcadığıyla, istihdamıyla yürüyor. Özel sektör dahi en çok devlete çalışarak, ihale alarak, ihale alana mal satarak, onun alt yüklenicisi olarak, bir şekilde devletten neşet eden gelirin aktığı ve paylaşıldığı süreçte bir yer bularak kendini sürdürüyor. Bu patronaj ağlarına girecek toplumsal bağlardan yoksun sıradan bireyler ise ne bir iş kurup bu ağlara dahil olabiliyor, ne de kamuda veya bu işyerlerinde istihdam ediliyor.
Türkiye’nin çoğunluğu cemaatiyle veya hemşehrisiyle hayatını sürdüren cemiyet mensuplarından oluşmuyor. Çoğumuz aslında yalnız bireyleriz. Yalnız bireylerin devletten dağılan ranta ortak olmak gibi bir beklentisi de yok. Bu insanlar zaten kendi aileleri nasıl yaşadıysa aynı şekilde emekleriyle var olarak hayatlarını sürdürebilmekten başka bir beklentiye sahip değiller. Ama bugün Türkiye’de kolektif grupların paylaştığı iktidarın yaşam alanlarını tamamen kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmesi öyle bir seviyeye vardı ki, bireylerin birey olarak hayatlarını sürdürebilmeleri imkânsız hâle geldi. Taşra ilçelerinde belirli partilerin ilçe başkanlıklarındaki defterlere isimlerini yazdırmayanların yeni açılan devlet hastanesinde asgari ücretle taşeron işçi olarak çalışma şansı bile bulunmuyor.
Türkiye’de mevcut siyaset, hayatını kendi emeğiyle sıradan biçimde sürdürerek var olmak isteyen milyonlarca bireyi kapsamıyor, onları temsil etmiyor. Onların dertlerini bilmiyor, duymuyor, seslendirmiyor. Türkiye tanıdığı olanların kimsesizlerin elinden sadece fırsatları değil elindekini de aldığı, bu açgözlü ve gittikçe büyüyen kolektiflerin tüm bireyleri yok olmak veya katılmak arasında bir tercihe zorladığı cemiyetler konfederasyonuna dönüşüyor. Üstelik bu cemiyetleşme modern anlamda bir çıkar grubu, dernek, vakıf, sendika, kolektif hüviyetini taşımıyor. Modern öncesi çağların toplumsal yapısına daha çok benziyor.
İşte bu yukarıdaki paragraflarda bahsettiğim ağların dışındaki milyonlar bu toplumun çoğunluğunu oluşturan ve sesi duyulmayan kitlesidir. Siyasetin sevdiği tabirle sessiz çoğunluktur. Sessizdir çünkü sesi kesilmiştir; ses çıkarma fırsatı verilmemiştir; kendi sesini duyuracak temsilciyi bulamamıştır. Çoğunluktur; kolektif azınlığın ekonomik, siyasi ve toplumsal hükmü altındadır. Bu şartlarda Türkiye’nin ekonomisi hakkaniyetten yoksundur, siyaseti adaletsizdir.
Nasıl buraya vardığımız, Türkiye’nin arkaik toplumsal kolektiflerini sivil toplum girişimleri gibi yücelten neoliberal anlatıyla mutlaka bir nebze ilintilidir. Ama şu içinde bulunduğumuz ortamda neden buraya vardığımız entelektüel açıdan keyifli bir tartışma olmanın ötesinde çok da fazla değer taşımıyor. İnsanlar bu kimsesizlik ve yalnızlık içinde boğulurken çözümü aramak, düşünmek, üretmek gerekiyor. Bu çözüm ancak yeni bir siyasetle gelebilir. Belki yeni, belki yenilenen bir parti, belki ivmelenen bir hareket…
Yeni siyaset çağrısı en başta bir temsil çağrısıdır. Siyasetin yalnız bıraktığı insanların kendi seslerini duyurmaya ihtiyacı var. Bu insanlar büyük oranda çalışan ve orta sınıflardır. Bilhassa da sekülerlerdir. Büyük oranda bireyleşmiş, cemaat ve hemşehri bağlarının dışına çıkmışlardır. Dünyanın her yerindeki kentli orta sınıflara benzer hayalleri, hedefleri, alışkanlıkları, gayeleri vardır. En temel ihtiyaçları da adil bir ülkedir. Çünkü bu insanlar adil bir ülkede hayatlarını sürdürebilecek donanımlara zaten sahiptir. Türkiye’nin insanları adil bir ülke istiyorlar, hakkaniyetli bir ekonomik düzen, hakkaniyetli bir siyasi temsil istiyorlar. Aradığımız yeni siyaset bu temsilin siyasetidir. Bu insanlar yıllardır büyük oranda muhalefetteki partilere oy vermektedir, muhalefetin bu temsili yerine getirme niteliğine sahip olup olmadığı şüphelidir. Bu yalnızlık ve sahipsizlik de zaten muhalefetin yapamadıklarının neticesidir.
Bu çağrı iki yönlüdür. Yeni siyaseti çağırmaktadır, yeni siyasete davet etmektedir. Bu iki yön birbiriyle bütündür. Muhatabı bir araya gelip siyasete dahil olması gereken bireylerdir. Muhatabı kendine gelip sessizlerin sesi olmayı üstlenmesi gereken siyasetçilerdir. Yalnız bireyler yeni siyaseti kurmak için partilere, hareketlere katıldıkça bu siyaseti hem kendileri hem de politikanın mevcut partileri oluşturacaktır. Siyasetçiler bu çağrıya kulak verdikçe bireyler bu davete icabet edecektir.
Türkiye bir değişimin eşiğinde. Değişim mevcut düzenden memnunsuz olan milyonların hep birlikte, aynı motivasyonda hareket etmesiyle gelecek. İşte bugün tam da bu ortam Türkiye’de ülkenin yönetilme biçimini en baştan ele almak, modern devleti yeniden tasarlamak, tarikatler ve hemşehri dernekleri konfederasyonunu her bireye eşit yaklaşan bir devlete dönüştürmek için en doğru gündür. Türkiye’yi değiştirecek ve umudunu kaybetmiş milyonlara yeniden kendisini bu ülkenin bir ferdi hissettirecek şey bu dönüşümün umududur. Yeni siyasete çağrı, bu dönüşümü başlatmaya çağrıdır.
Türkiye’de milyonlarca kendi hâlinde vatandaş, devleti paylaşmış kolektif grupların gücü karşısında kimsesizdir. Bu gruplar bazen dini bir cemaat, bazen bir mezhep, belki bir aşiret, bazen bir hemşehri cemiyetidir. Birtakım grupların paylaştığı devlet adaletsizdir. Bu yapıda milyonlarca fert yalnızdır, güçsüzdür, adeta devletsizdir. Biz, kimsesizlerin kimsesi olacak hiç kimsenin devletinin peşindeyiz. Hiç kimsenin devleti, herkesin devletidir. Yeni siyaset, bu devleti kurma hareketidir.