Dünya

Bütün Avrupa’da Yeni Kanunlar Çaresiz Mültecileri Kriminalize Ediyor (çeviri: Ali Mert Samen)

Avrupa Birliği üyesi birçok hükümet; kaçakçıları durdurma kisvesiyle, yerleşecek güvenli bir ülke arayışındaki mültecileri kriminalize ediyor. Bu kanunlar temel insan haklarını ihlal etmekle kalmıyor, sığınmacılara yönelik tutum konusunda da bir emsal teşkil ediyor.

Tiara Sahar Ataii’nin Jacobin’de yayımlanan yazısının Türkçe çevirisidir. 

Yunanistan’ın Samos adasında yaşayan insan hakları avukatı Dimitris Choulis 2020’de bir kasım sabahı 24 sığınmacının sahile ulaştığı haberiyle uyandı.

Sığınmacıların Yunan yetkililerce Türkiye’ye dönmeye zorlanacaklarını düşünen Dimitris, bir hızla sahile bakan tepeyi tırmandı. Görünürde hiç mülteci yoktu—muhtemelen tutuklanma korkusuyla oradan hemen ayrılmışlardı. Bu sırada Yunan yetkililer belirdi, Dimitris ise mültecilerin Türkiye’ye geri gönderilebileceğini düşündüğü limana doğru koştu.

Neticede mültecilerin ortaya çıkmasıyla birlikte Dimitris hikayenin eksik kalan parçalarını birleştirmeye başladı: lastik bot gece yarısı Samos’a ulaşmış, bu sırada 6 yaşındaki Afgan çocuk denize düşüp kaybolmuştu. Gece yaklaşık 1.30 sıralarında arama kurtarma ekibi olay yerine gelmiş, fakat herhangi bir arama kurtarma çalışması yapmadan hemen ayrılmışlardı.

Aynı gün çocuğun cansız bedenine ulaşıldı. Ölüm nedeni boğulma değildi, zira onu boynundan beline saran can yeleği üzerindeydi. Çocuğun ölümü, küçücük vücudunu dokuz saat boyunca sahildeki kayalıklara çarpan dalgalar nedeniyle gerçekleşmişti. Eğer ilk gelen ekip arama kurtarma çalışması düzenleseydi, çocuk bugün hayatta olabilirdi.

Çocuğun ölümüne dair bilgi ellerine ulaşınca Yunan yetkililer devriye gezmeyi bıraktılar.

Yetkililer çocuğun babasına, oğlunun ölüm haberini iletip, iltica ederek hayatını riske attığı için oğlunun ölümü dolayısıyla hakkında dava açılacağını bildirdiler. Aynı bottaki bir diğer yolcu olan Hassan ise kaçakçılıkla suçlanmaktaydı.

Dimitris, Mayıs 2022’de davayı aldı ve Samos kıyılarındaki o elim geceden tam üç yıl sonra nihayet çocuğun babası beraat etti. Hassan ise 1.5 yıl adli gözetim şartıyla serbest bırakıldı. “Aptalca bir davaydı.” dedi bana konuşan Dimitris, “Ne bir kanıt, ne de başka bir şey…”

Ne var ki beraat kararları bu tip davalarda oldukça istisnai bir netice. Kaçakçılar hiçbir zaman ayarladıkları botlara kendileri binmediği için yetkililer botu süren mültecileri mütemadiyen tutukluyor ve böylelikle birçok kişi hüküm giyiyor.

İlticayı Kriminalize Etmek

Dimitris bu zamana dek pek çok kez sığınmacıları savunmak üzere temyiz davası aldı ve yukarıda anlatılan Samos2 vakasının aksine bu davaların birçoğu beraat ile sonuçlanmadı. Mayıs 2022’deki Paros3 vakasında 18 kişinin hayatını kaybettiği bir batıktan sağ kurtulan üç Suriyeli sığınmacının her biri, hayatını kaybeden her kişi için toplam ceza alarak 439 yıl ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.

Bu, artan bir şekilde ilticayı suç ve ceza kapsamına alan kanunların bir neticesidir. Yunanistan’ın 2014 tarihli 4251 sayılı kanunu bu davaların temel dayanağıdır. Kanunun 29. Maddesi “Üçüncü ülke vatandaşlarının Yunan toprağına girmesine yardım etmeyi” suç olarak tanımlıyor ve on yıl hapis cezası öngörüyor. 30. Madde ise “kaptanlar ya da deniz aracını yönetenler” için en az on yıl hapis cezası öngörüyor. Bunun sonucunda, Dimitris’in de işaret ettiği üzere, Paros3 gibi davalar ne kadar çarpık derecede haksız olsa da karar hukuken geçerli oluyor.

4251 sayılı kanun ise, bir eylemin kaçakçılık olarak tanımlanması için suçu işleyenin maddi kazanç edinmesini gerek görmeyen 2002 AB Kolaylaştırma Yönergesi’nden temel alıyor. Böylelikle, mültecilere yolculuk boyunca yardım eden herkes hakkında kaçakçılık suçlarıyla dava açılabilmesine olanak tanınıyor. Bugün, suçun oluşması için maddi çıkar gerektiğini öngören Birleşmiş Milletler’in kabul ettiği kaçakçılık tanımına sadece dört AB üyesi ülke uyuyor.

2002 yönergesinin yeniden düzenlenmesi yönünde AB nezdindeki kampanyalar sonuç verdi ve Temmuz 2018’de insani yardım faaliyetlerinin suç kapsamına alınmaması doğrultusunda müphem bir karar çıktı. Ne var ki AB, yönergenin haksız yere suçluluk doğurduğuna dair bir kanıt olmadığını savunarak insani yardım için bir istisna tanımlamadı.

Bunu anlamak oldukça güç, zira [haksız yere suç isnadına imkan veren] bir dolu vakadan söz edebiliriz: Amir ve Razuli, yirmili yaşlarındaki iki Afgan, lastik botlarının Yunan Sahil Güvenlik kuvvetlerince batırıldığı bir geri itme operasyonunun ardından 50 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Temyiz davası Mart 2022’de görülecekken dava hükümet tarafının şahidinin davaya katılmaması sonucu bir sonraki aya ertelendi. Daha sonra ise, borderline-europe’tan Julia Winkler’ın bana ilettiğine göre kamuoyunun konuya ilgisinin dağılabilmesi için dava Aralık’ta görülmek üzere bir kez daha ertelendi.

Diğer nice caydırıcı tedbir gibi sığınmayı cezalandırmak da sığınmayı durdurmayıp yalnızca daha tehlikeli hale getiriyor. Botları denizde yönlendiren sığınmacıları sistematik biçimde cezalandırmanın korkutucu neticelerini de Julia’yla konuştum. “Bazen sığınmacılar şiddet gördükleri için zorla botu sürüyorlar.” diyor Julia ve ekliyor: “Hatta donanma deneyimi olan kimi sığınmacıların hapse düşme korkusuyla botu sürmeyi reddettiği vakalarla bile karşılaşıyoruz.”

Bunun esas boyutunu kestirmek güç: Julia yüzlerce sığınmacının kıyıdan direkt hapse gönderildiğini tahmin ediyor. İstatistiklerden anlaşılana göre Yunan hapishanelerindeki nüfusun %63’ünü yabancılar oluşturuyor.

Kale Avrupa’yı İnşa Etmek

Genel hatlarıyla bakıldığında göçü kriminalize etmeye yönelik üç taktikten söz edebiliriz: sığınma ülkesini sığınmacılar için barınılamaz hale getirerek sığınmacıların Avrupa’ya ilticayı seçmemesini sağlayacak caydırma politikaları izlemek, sığınmacıları Türkiye ve Belarus gibi transit ülkelerde tutmaya yönelik geri itmeler düzenlemek ve Avrupa toprağına ulaşan mültecileri cezai işleme tabi tutarak tecrit olmalarını sağlamak. Bu politikaların hepsi birbiriyle ilişkili (örneğin cezai işlem tehdidi caydırıcılığı da besliyor) ve sığınmacılara her aşamada boyun eğdirmek üzere kullanılıyor.

Son yıllarda geri itmeler hem daha sistematik, hem daha doğrudan bir şekilde yetkili merciler tarafından yürütülen, hem de daha şedit bir hal aldı. Sadece geçtiğimiz ay içinde 105 kişi dayakla Yunan donanmasına ait bir gemiye bindirilerek koordinasyon içinde bir geri itme operasyonuyla Türkiye’ye gönderildi. Bulgar sınır muhafızları ise geri itmelerde polis köpeklerini kullanıyor, Fransız polisi hava sıcaklığı sıfırın altındayken sığınmacıları İtalya’ya gönderiyor ve İspanyol askeri binlerce kişiyi döverek Fas’a geri gönderiyor.

Bu sırada Polonya’da Bölgesel Savunma Kuvvetleri’nin yetkilerini suistimal ederek insani yardım çalışanlarının taciz ettiklerine dair raporlar ortaya çıktı. Polonya’daki bir insan hakları izleme derneği olan Grupa Granica’dan aldığım bilgilere göre mültecilere tıbbi yardımda kullanılan ambulansların bile yok edildiği söyleniyor.

Elbette AB tarafından fonlanan geri itmelerin sebep olduğu ölümlerden de söz etmeliyiz. 2016’dan bu yana Avrupa’ya ulaşmaya çalışan mültecileri durdurması için AB tarafından fonlanan Libya Sahil Güvenlik Muhafızları Akdeniz’de mültecilere ateş ederken yakalandı.

Geri itmeler uluslararası hukuka uygun değil fakat göçün bir suç olduğunun (ve böylelikle “yasadışı göçmen” teriminin) savunulmasıyla geri itmeler hukuki bir yaptırım görünümü kazandı.

İnsan hakları ihlallerinin yasal hale getirilmesi bizzat ihlale ön ayak oluyor. Birleşik Krallık’a kayıtsız/belgesiz girişi suç haline getiren Milliyet ve Sınırlar Yasası’nın çıkacağına dair beklenti oluşmasıyla birlikte sınır güçleri Manş Denizi’nde “geri itme tatbikatı” yaparken yakalandı.

Jeopolitiğin Mağdurları      

Kendi içindeki yabancı düşmanlığı nedeniyle felç olan Avrupa, Türkiye ve Belarus’a Avrupa projesinin sarsıntılarını test etme fırsatı sundu.

Josoor adlı STK’nın kurucularından Natalie Gruber’la Türkiye-Yunanistan sınırında oluşan kördüğüm üzerine konuştuk. Türk yetkililerin mültecileri sınıra yönlendirdiği Şubat 2020’den bu yana bu STK geri itme faaliyetlerini raporluyor.

“Yetkililer geri gönderme merkezlerinde tutulan insanları sınıra yönlendirdiler, telleri kesmek için araç-gereç temin ettiler ve mültecilerin sınıra akın etmesine neden oldular.” diye bildiriyor Natalie. Josoor’da çalışan gönüllüler mültecilere çadır vermemeleri konusunda uyarılmış zira sadece muşamba ve sopalardan oluşan geçici çadırlara izin verilmiş. Natalie ekliyor: “Yetkililer mültecilerin sınırı geçip orada durmaması için her şeyi en konforsuz hale getirmeye çabalıyordu.”

Bunun ardından AB tarafından desteklenen Yunanistan, şedit bir biçimde geri itme faaliyetlerine başladı. İki kişi plastik mermi kullanımı nedeniyle hayatını kaybetti ancak Natalie gerçek sayının altı ya da yedi olduğunu düşünüyor.

Böylece AB, 447 milyonluk bölgesine birkaç bin mülteciyi kabul etmektense bir diplomatik kördüğümü tercih ettiğini belli ederek kendi yabancı düşmanlığına esir düşüp tuzla buz oldu. Türkiye’nin Avrupa’yı ne denli kolay istikrarsızlaştırabildiğini gören Belarus da aynı taktiği benimseyerek sığınmacıları AB’nin dış sınırlarını çizen Polonya ormanına yönlendirdi.

Burada Ağustos 2021’de altı kez geri itmeye maruz bırakılan Mahmoud adlı Yemenli sığınmacıyla görüştüm. “Yemen’den Türkiye’ye kaçtım ancak orada hükümet Yemenlileri kaydetmiyordu. Defalarca kara sınırı üzerinden Yunanistan’a geçmeye çalıştım ama her seferinde geri itildim. Son umudum Belarus’tu.”

“Belarus-Polonya sınırında gördüklerimi tarif etmem zor. Altı kez Polonyalı sınır muhafızlarının önüne çıkıp sığınma talep ettiğimi söyledim ve her seferinde beni Belarus’a geri gönderdiler. Telefonumun kamerasını ve şarj girişini kırdıkları için yön tarifi alamadım ve olanları raporlayamadım.”

“Belarus sınır güvenliğine Minsk’e gidip ülkeme uçmama izin vermeleri için yalvardım fakat bana yalnızca iki seçenek sundular: ya Polonya’ya git, ya da burada öl.” Bu söyleneni konuştuğum bir gönüllü de teyit ediyor ve Belarus tarafında derin kazılmamış mezarlar gördüğünü söylüyor.

Mahmoud ancak bir insan hakları grubunun durumu izlemek için sınırda belirmesi sayesinde Polonya’ya giriş yapabildi. O gün, daha önce altı kez girmesini engelleyen Polonyalı muhafızlar sınırdan geçmesine izin verdiler.        

Yasal Hale Gelen İnsan Hakları İhlalleri

Haksızlıklar kanunlaştığında bu haksızlıkları yüklenen yapısallıklar yoluyla kötülük olağanlaşır; bu, bu yapılara dahil olan bireylerden bağımsız olarak gerçekleşen bir süreçtir.

Dimitri beni en çok endişelendiren durumu teyit ediyor: “Yunan polisinden bir kaçakçının tespit edilmesi isteniyor, her ne kadar mülteciler bu kişinin telefon numarasını ve ismini temin etse de kolluk vazifesini iyi bir şekilde yerine getirmek zaman isteyen bir şey. Bu nedenle kaçakçıyı bulmak yerine polisler botlardaki mültecileri suçlu göstererek meseleden sıyrılmayı seçiyorlar. Göçü kriminalize etmek her zaman bir strateji kapsamında değil yalnızca tembellik nedeniyle de gerçekleşebiliyor.”

İkinci Dünya Savaşı sonrasında modern dönem Avrupa’sının karşı karşıya kaldığı ilk mülteci krizinin akabinde devletlerin liderleri insan onurunu uluslararası hukukun içerisinde saygın bir ilke olarak kabul etti. Mevcut akıbetimiz bu kararlılığa ihanet eden bir mahiyet taşıyor; nitekim son dönemin göç söylemi, bilerek ya da bilmeyerek o denli yanlış bilgiyle kuşatılmış durumda ki kendimizi göç politikamızın suçluluğundan ziyade göçün suçluluğu üzerine konuşurken buluyoruz.

Mülteci hukuku, sığınmacıların sığınma başvurusu yapabilmek için belgesiz olarak sınırdan geçebilmesini öngörür. Ceza hukuku başkaları ya da toplum için tehdit arz eden kişileri cezalandırmak üzere tasarlanmış olmakla birlikte, düzensiz olarak bir ülkenin sınırını geçmek veya o ülkede kalmak, başka kişilere karşı suç niteliğinde değildir.

Göç hukukuyla ceza hukukunun birbirine girmesi tehlikeli bir tasarımdır—ve progresif bir göç reformunun merkezinde bu ikisini bir araya getiren yasaları yürürlükten kaldırmak olmalıdır.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu