SPoD Röportaj: 1 Mayıs’ta ve Bugün LGBTİ+ Hareketi – Genel Koordinatör Avukat Hatice Demir ve Siyasal Katılım Ekibi Gönüllüsü Dilan Yılmaz
İVME olarak geçtiğimiz 1 Mayıs’ta hem sosyal medyada hem de alanda oldukça tartışma yaratan LGBTİ +ların direnişe katılımı ve görünürlükleriyle ilgili olarak SPoD ile bir röportaj yapmak istedik. SPoD’un Genel Koordinatörü Avukat Hatice Demir ve siyasal katılım ekibi gönüllüsü Dilan Yılmaz’a Onur Haftası’nın sonunda değerli zamanlarını bize ayırdıkları için teşekkür ederiz.
Münire Özbey: Çok basit bir soruyla başlamak istiyorum, müsadenizle. Okuyanların da hatırlaması amacıyla 1 Mayıs alanda ve sosyal medyada ne oldu?
SPoD: 1 Mayıs günü alana girerken diğer grupların pankartları ayrıca açtırılmıyorken Trans Korteji içeri girerken polis tarafından pankarta el konulmak istendi. Kimliğini gösteren ve kortejde yer alan bir avukatın kimliğini polis elinden alarak kaçırdı. Oradaki LGBTİ+ların ve feminist örgütlerin müdahalesi ile hem kortejin pankartı içeri sokuldu hem de avukatın kimliği geri alındı. Polis hakkında tutanak tutuldu. Esasında alanda olan bununla sınırlıydı. Polis müdahalesi dışında LGBTİ+lara alana gelen herhangi bir kişiden herhangi bir müdahale ya da sataşma olduğuna dair bizim bir duyumumuz yok.
Münire Özbey: LGBTİ+ dernekleri ve toplulukları hali hazırda zaten 1 Mayıs’a katılım gösteriyorlar, sizce bu seneki tepkinin özellikle sosyal medyada bu kadar büyük olmasının sebebi neydi?
SPoD: Günlük hayatta iletişim gücünü hızla sağlaması açısından online iletişim ağları epey faydalı olabiliyor. Türkiye’de 1 Mayıs’ın hafızası Taksim Meydanı bilindiği gibi, AKP iktidarı bu alanı yasaklayarak aslında sol muhalif kesimin belleğine yönelik bir unutturma politikası izlemiş oluyor. Birçok fikrin, talebin, hatıranın olduğu Taksim Meydanı, Devrimci sendikalar, örgütler için bellek kaydırma politikasına dönüşmesinden dolayı aslında bugünün kutlanan 1 Mayıs’ı mekânsal ve hafıza olarak sansürlü diyebiliriz. Eylemciler de hem Taksim yasağını delmeye çalışarak hem de etkinliğin gerçekleştiği yerde seslerini ve itirazlarını duyurabilmek için online ağları kullanıyor. Hiçbir şekilde nitelikli ve doğru haber taşıyıcı ana akım medya olmadığı için de sosyal medya şiddete maruz kalanların, hakları elinden alınan yurttaşların ve örgütlerin iletişim kanalı haline geliyor. İkibinlerin makbul olmayan vatandaşları LGBTİ+lar ve feministler. Aynı zamanda LGBTİ+lar artık daha politize, görünürlük arttıkça siyasal katılım ve reel politikaya dair daha LGBTİ+ların sesi de daha çok duyuluyor. Bu da haliyle suç öznesi haline getirildiğimiz bir siyasi ortamda sürekli mücadeleyi gerektiriyor bu yüzden gündeme çok sık gelebiliyoruz ve gündemi belirleyebiliyoruz. Baskının ve zulmün olduğu bu vasat içinde özgürlükçü hak savunucularına kalan mecra da sosyal medya oluyor haliyle.
Münire Özbey: “Patronsuz, pezevenksiz bir dünya mümkün!” pankartına karşı yürütülen siyaset ve söylemlerinin yandaş medya ve iktidar öğelerinden gelmesi kadar sol görüşlü olduğunu ifade eden topluluk ve kişilerden gelmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
SPoD: Açıkçası erkek egemen sol hala cephesini korumakla meşgul. Kimlikçi siyasete karşı olduklarını söylüyorlar ama bunun bir gerçekliği yok. Eğer kimliğinizden dolayı hak ihlaline uğruyorsanız, olduğunuz şey için utanç içinde bırakılıyorsanız yaralandığınız yerden insan hakları kavganızı verirsiniz. LGBTİ+ hak siyasetini ciddiye almıyorsanız veya tek satırlık bir parti maddesi haline getirip unutuyorsanız toplumun ciddi bir bölümünü şiddetle ve utançla baş başa bırakıyorsunuz demektir. Bu hiç devrimci değil çünkü insani değil. Marx El Yazmaları’nda komünizmin insan severliği eyleme yöneliktir ve soyut değil başından gerçektir der. Yani insan piyasa (nesnesi) içinde kaybolmakta ve doğanın parçası olarak kendi insani gerçekliğine yabancılaşmakta ve acı çekmekte. Bu yüzden kendine dönüşü, sermaye tarafından kurutulmuş içsel zenginliğine yeniden ulaşması yani kendisiyle bütünleşmesi “insanseverlik”le cisimleşir. Başka bir deyişle komünizm insan sevgisidir, devrim sevmekle de ilgilidir, hatta en çok onunla yoksa nasıl ötekiyle yakınlaşabiliriz. Kimin ezildiğini kimin sömürüldüğünü seçerek, seçtiğine ‘iyilik yapan’ anti-demokratik devrimcilik hiç kafa açıcı değil. Devrim kapitalist yabancılaşmayı yıkıp kendi yabancılaşmasını yaratarak olmaz zaten. Olsa da başarılı olmaz, olamaz. Nihayetinde LGBTİ+lar yaşamın başlangıcından beri varoldukları gibi çalışma tarihinin de içindeydiler ve hala tüm insani duyularımızı yoksun bırakan bu sermaye çarklarının içindeyiz. Yani trene bizi de almadan kurtuluş yok.
Münire Özbey: Sol’un bazı kesimlerinin LGBTİ+ hakları ve mücadelesi hakkında tedirgin, çekingen ve tutuk olması kesişimsel ittifaklar aradığımız, kurduğumuz bugünlerde size ne söylüyor?
SPoD: Az önce dediğimiz gibi aslında, ahlakçı olmadan, kadın düşmanlığına amasız duramadan muhalif siyasetlerin hiçbir gücü ve şansı yok. Dünyada böyle artık, demek istediğimiz siyaset daha fazla üçüncü dünya, daha kadın, daha lgbti+ ve daha iklim adeleti içeriyor. Bu yüzden LGBTİ+ların varoluş ve hak siyaseti politik bir gettoya itilirse, ki burjuva ideolojisi diyerek olumsuzlanıyor, Sol yakın geleceğin dinamik değişimine yabancılaşacak ve tabanda yine karşılıksız kalacaktır. Bunu 80’lerde “feminizmin kökü dışarda”, Batı özentisi, “feminizmin beşiği Batıdır” iddiasıyla suçlama ve aşağılamayla dönemin feministlerine saldırmalarından biliyoruz. Ne yazık ki tarihimiz unutulmayacak kadar sık tekerrür ediyor. Nesrin Tura’nın 1988’de Türkiye Solunda Kadın Sorununa ve Feminizme Yaklaşımlar I makalesinde feminizme yönelik “sığ” yaklaşımlara verdiği cevabı tekrar etmekte fayda var hala: Sol’un cinsel özgürlüğe karşı çıkışı için, “ “ bu düzende olmaz” , deniyor. Tabii bu düzende olmaz. Ama düzen değişikliği isteyenler de bu düzende olmayacak şeyler talep ederler zaten.” Sol’un heteropatriyarkayı sorunsallaştırmayan siyaseti ısrarlı oldukça, yani LGBTİ+lara dönük yapısal şiddetin acılarını toplumsallaştırmadıkça hakikatler siyasetinin mıntıkasında pek iş görmeyecek gibi.
Münire Özbey: Defalarca anlattınız, ancak yine de sormak istiyorum. LGBTİ+ çalışanlar ne istiyor?
SPoD: Bu soruya bu seneki 1 Mayıs açıklamamızdan bir alıntıyla cevap vermek isteriz:
LGBTİ+’ların iş arama, bulma mekanizmalarına erişimi konusunda önlemler alınmıyor. Aksine bazı meslekler LGBTİ+’lar için “uygun olmayan” meslekler olarak görülüyor. Cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimle ilgili durumlar meslekten ihraç sebebi olarak kabul ediliyor. İş görüşmesinden başlayan ayrımcılık işe alım gerçekleşmişse de toplu iş sözleşmeleri, terfi, izin, işten çıkarma, işten ayrılma süreçlerinde de devam ediyor. Pek çok LGBTİ+ için kimliğini gizlemek zorunda kalma, mobbing, sürgün, ötekileştirme gibi haller çalışma hakkını ihlal ediyor. Hak ihlallerinin ortadan kaldırılmasına yönelik adımlar atılmıyor, ihlalin gerçekleşmesi durumunda LGBTİ+’ların başvurabilecekleri mekanizmalar oluşturulmuyor.
LGBTİ+ işçi ve emekçilerin örgütlü bir mücadele içinde kendilerini var edebilmesi de çoğu zaman mümkün olmuyor. Görünen o ki LGBTİ+ işçilerin çalışma hayatında karşılaştıkları sorunlar ve kendilerine özgü ihtiyaçlarına yönelik düzenlemelerin yapılması sendikalar tarafından da bir öncelik olarak ele alınmıyor.
Tüm bunlarla birlikte, sağlık örgütlerinin “pandemi” olarak nitelendirdiği yeni tip koronavirüs hayatlarımızı uzun süredir olumsuz yönde etkilemeye devam ediyor. Cinsiyet kimlikleri, cinsiyet ifadeleri ve cinsel yönelimleri nedeniyle sıklıkla toplumsal kabulün dışında bırakılan LGBTİ+’lar, toplumsal kriz ve kitlesel travmaların yaşandığı durumlardan çok daha derin biçimde etkileniyor. LGBTİ+’lar, bu süreçte başta yaşam hakkı olmak üzere çalışma hakkı, barınma, sosyal yardım, psikososyal destek ve şiddet sonrası destek mekanizmalarına erişim gibi konularda ciddi sorunlar yaşıyor. SPoD’un 856 LGBTİ+ katılımcıyla yaptığı çalışma, LGBTİ+’ların %64’ünün pandemi sürecinde herhangi bir işte çalışmadığını ve %54’ünün herhangi bir gelirinin olmadığını ortaya koyuyor. Her alanda yükselen eşitsizlik ve adaletsizlik LGBTİ+’ların hayatlarını da derinden etkiliyor.
Münire Özbey: Diğer hareketlerle LGBTİ+ hareketinin teması, kesişimini düşünecek olursak buradaki mücadele ve dayanışma alanları nasıl genişletilebilir?
Kuşkusuz, ittifak ve dayanışma yaşatır. İnsan hakları ellerinden alınanlar birbirlerini dinleyerek, anlayarak ve şiddet hikayelerine tali muamele yapmayarak yakınlaşırlarsa muhalif siyaset özgüven kazanır, ki bu da en eksik olan unsur. Çoğu zaman kabul görmüş normlar açık ve belirgin olamayabilir. Dayanışma ve mücadele ağlarında bu okunması zor normları ele almaya, varsaydığımız toplumsal cinsiyet normlarını her daim sorgulamaya açık hale getirmek önemli. Demokratik ve özgürlükçü siyasi yapıların, karşı-hegemonya kurmak için düşünebilirliğin demokratik uygulamasını her daim sıcak tutmaları çok önemli. Arendt’in söylemesiyle “yapıyor olduğumuz şey üzerinde düşünerek” kendi kabuğundan çıkma çabası, yani ötekini düşünme çabası, sığlaştırmaktan kurtarır. Son olarak sivil haklarımızı korurken özgürlüğümüzü de güvence altına almak zorundayız çünkü şiddet ekonomiktir de ve sabit bir ikamet edinmez, form değiştirerek sizi olduğunuz şey üzerinden yeniden vurabilir. Bu yüzden kendi biricikliklerimizi ve öznel ihtiyaçlarımızı görmezden gelmeden ittifaklar kurmanın, yoksulluğa- açlığa- kriminalizasyon ve şiddete yol açan güvenlik politikalarına – sivil alanın giderek daraltılmasına karşı birlikte söz üretmenin yollarını bulmanın önemini farkındayız ve bunun için, içinde nefes alabileceğimiz adil, eşit ve özgür bir ülke için birlikte mücadelenin yollarını daha çok konuşmaya her daim hazır ve açığız.
Münire Özbey: SPoD’un geçtiğimiz sene düzenlediği Türkiye Buna Hazır! Kampanyasında diğer hareketlerin desteğini gördünüz mü? Çıktılarınızdan bahsetmek ister misiniz?
SPoD: Türkiye buna hazır kampanyamız esasında beklediğimizden çok daha fazla ilgi gördü, hem LGBTİ+lar arasında hem de diğer hak temelli hareketler ve siyasi örgütler arasında. Biz, LGBTİ+ haklarını anlattığımızda ve taleplerimizi dile getirdiğimizde sürekli önümüze çıkan “Türkiye buna hazır değil” söylemine karşı, Türkiyeli LGBTİ+ hareketinin 30 küsür yıldır biriktirdiği talepleri derledik (bkn: https://spod.org.tr//wp-content/uploads/2022/03/Esit-Yurttaslik-Mucadelesinde-LGBTIlarin-Anayasal-Talepleri.pdf) Ve bu yayınla 5 muhalefet partisini ziyaret ettik. Esasında mecliste sandalyesi bulunan tüm siyasi partilere ziyaret talebimizi ilettik ancak sadece CHP, HDP, İYİP, DEVA ve TİP’ten dönüş alabildik ve bu partilerle genel merkezleri düzeyinde görüşmeler gerçekleştirdik. Bu görüşmeleri ve aktarımları da “Bizler ve Benzeri” adıyla bir belgesel haline getirdik: ( https://www.youtube.com/watch?v=NOHnD2E5IGw&t=30s )
Tüm bu süreçte ve devamında aslında en yalın haliyle şunu söyledik; Türkiye bize hazır çünkü biz zaten Türkiye’yiz. Türkiye bizden ayrı ve haricimizde birtakım insan topluluklarından oluşan bir yer değil, LGBTİ+lar her yerde; biz genciz, yaşlıyız, işçiyiz, öğrenciyiz, işsiziz, Türkiye toplumunu oluşturan tüm halklar ve toplumsal gruplar arasında varız. Biz hazırız!
Kampanya elbette birilerini öfkelendirdi, sosyal medyamız ve telefon hatlarımıza bazı nefret içerikli mesajlar/aramalar geldi. Ama bunun yanında ve çok daha büyük oranda özellikle LGBTİ+lardan çok ciddi destek mesajları aldık. LGBTİ+ların siyasal temsilinin örgütlü örgütsüz tüm LGBTİ+ları ne kadar heyecanlandırdığını gördük. Bu konuda seçim sürecinde de çalışmaalrımız devam edecek. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bizleri yok sayan, duymayan, inkar eden ya da görmezden gelen herhangi bir yapının bu seçimde öne çıkma imkanı yok. Çok fazla hedef gösteriliyoruz, iktidardan ayrılmak ve sınırını çizmek, iktidarın yarattığı dünyaya bir alternatif üretmek isteyen her grup LGBTİ+ları da kapsayacak politikalar üretmek zorunda. Biz turnusoluz, demokrasi de eşit ve özgür bir ülke de bizsiz olmaz!
Kemal Büyükyüksel: LGBTİ+’ların bugün Türkiye’de en öncelikli politik, ekonomik ve toplumsal ihtiyaçları sizce nelerdir? Mevcut koşullar altında yasal düzlemde hangi kazanımların öncelenmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?
SPoD: Öncelikle yasal düzlemde bir tanınma talep ediyoruz. Anayasa’nın eşitliği düzenleyen 10. maddesindeki ayrımcılık sebepleri arasına cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinin girmesi, LGBTİ+ hareketin çok uzun yıllardır dillendirdiği bir talep. Yani bu yeni bir gündem değil, 2012 yılında Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda BDP ve CHP milletvekillerinin cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim temelli ayrımcılıkla mücadelenin anayasada yer alması gerektiğine ilişkin ortak talepleri ve AKP ile MHP milletvekillerinin bu taleplere karşı çıkışı, LGBTİ+ hareketinin anayasal taleplerini anayasa tartışmalarında öne çıkardı. 2012 yılında SPoD olarak, yeni anayasa sürecinde başlattığımız kampanya kapsamında CHP, BDP ve Anayasa Uzlaşma Komisyonu ile görüşerek LGBTİ+’ların anayasal taleplerini ilettik. Ayrımcılık yasa tasarısı, yerel yönetimlerde çalışanların eğitimi ve nefret suçları yasa tasarısı gibi konularda komisyona görüş bildirdik. Fakat hepimizin bildiği üzere ilgili madde Anayasa görüşmelerinde uzlaşma sağlanamayan maddeler arasında kaldı ve komisyondan geçmedi. (bkn: https://kaosgl.org/haber/spod-anayasa-uzlasma-komisyonu-ile-gorusecek) Bu talep halen güncelliğini ve aciliyetini hepimiz için koruyor.
Bunun yanında anayasada ve mevcut yasalarda ısrarla LGBTİ+ların haklarını ihlal etmek için bir araç olarak kullanılan muğlak ifadelerin kaldırılması talebimiz var. Genel ahlak, kamu düzeni, genel sağlık gibi…
LGBTİ+lar kamu hizmetlerinden faydalanırken, mal veya hizmet satın alırken ve bir kişinin hayatını sürdürürken halletmesi gereken birçok şeyi yaparken ayrımcılığa uğrayabilmekte… Fakat TCK’daki ayrımcılık ve nefret suçunda “cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği” bir ayrımcılık saiki olarak sayılmadığı için, yaşanan ihlallere dayalı suç duyuruları takipsizlikle sonuçlanıyor. Bu sebepten ayrımcılık yasağı, nefret suçlarının tanımlanmasının temelini oluşturacak biçimde cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimi de içererek tanımlanmalıdır.