Batı İşi Otokrasi, Doğu İşi Demokrasi – Giray Çavdar

Gerçek bir demokratikleşmeden bahsediyorsak bu sürecin bir iki siyasetçi tarafından değil, halk tarafından gerçekleştirileceğinin farkında olmalıyız.
Bazı istisnalar bulunmakla beraber, Türkiye’deki algı ekseriyetle Batı’nın, kusurlu olsa da bir demokrasi modelini temsil ettiğidir. Pek ya bu algı ne kadar doğru? Gerçekten kusurlarına rağmen bir Batı demokrasisinden bahsedebilir miyiz? Yoksa demokrasi Batı hegemonları tarafından bir ideolojik aygıt olarak mı kullanılmaktadır?
Bu sorunu çözmek için söylem ile uygulamanın arasındaki farkı algılamalıyız. Günün sonunda tüm devlet mekanizmaları kendilerini belirli ahlaki olguların karşılığı olan değerler üzerinden meşrulaştırmaktadır. Bugün siyasi spektrumdaki en radikal gruplardan en ılımlılarına kadar hepsi belirli değerlerin yansımaları olarak ideolojilerini önermektedir.
Batı bloğunun (AB ve ABD) özellikle dış politikada kullandığı etkin önerim, kendilerinin “Özgür Dünya’nın”, yani demokrasinin temsilcileri olduklarıdır. Aslında onların dayatmadığı, insanlık tarihinin doğal sonucu olarak ortaya çıkan normları tanımayan ülkeler ise, anti-demokratik olarak nitelendirilir.
Tabii bu terimlerin dağıtılması oldukça keyfidir. İsrail ve Suudi Arabistan’ın yaptığı insanlık ayıpları görmezden gelinebilirken, Küba’da herkesin Porsche’ye sahip olmaması birinci sınıf bir totaliterlik örneğidir.
Tarihsel açıdan bakıldığında bu durumun ne kadar doğru olduğu tartışılır. 11 Eylül’ün akabinde ilan edilen “Haçlı Seferinde[1]” kullanılan kilit söylemlerden biri Ortadoğulu, basit ve renkli insanlara demokrasi götürme ihtiyacıydı. Bu demokratikleştirme hareketinin sonucu olarak Ortadoğu halkları daha önce belki de hiç yaşamadıkları bir barbarlık seviyesine itildi, demokrasi ise hala ortada yok.
Bunun örneklerini görmemiz için sınırın öteki tarafına biraz bakmamız yeter. Dünyanın en büyük petrol rezervlerinden birinin dibinde olan Suriye’deki Baas/Esad rejimini yıkmak, oradaki “Ilımlı İslamcıları” desteklemek, Libya’da Kaddafi rejimini yıkıp orayı köle ticareti merkezi haline getirmek NATO bir dostluk kulübü olduğu için mi gerçekleşti? Yoksa batılı sermaye sahiplerinin renkli insanları sömürme isteğinden mi?
Aslına bakılırsa Ortadoğu’da köktendinci hareketlerin, Arap Baharı örneğinde olduğu gibi, güzellenmesi Batı’nın Yeşil Kuşak projesinden beri uyguladığı bir tutumdur. İran’da komünistlere karşı Mollaların desteklenmesi[2], Fetullah Gülen’in de kurucu üyesi olduğu Anti-Komünizm derneklerinin Batı tarafından desteklenmesi[3], Batı’nın Ortadoğu demokrasisinin gelişimine olan bağlılığını gösteriyor.
Bugün Ortadoğu’da bulunan çok az ülke Arap baharı sürecinden demokrasi açısından gelişerek çıkmıştır, gelişenler de genellikle, Mısır örneğinde olduğu gibi, Arap Baharı sonucunda gelen hükümetlere karşı çalıştıkları için normalleşme süreçlerinde kısmen başarılı olmuşlardır.
Ukrayna savaşının çıkmasının ardından 11 Eylül sonrasında yükseltilen demokrasi çığlıkları bu kez de Doğu Avrupa için yükselmeye başladı. Ukrayna halkının haklı mücadelesi Avrupa kimliğinin devamı için son Ukraynalıya kadar devam ettirilecekti[4]. Büyük, otoriter bir ülkenin küçük ve demokratik komşusuna yaptıkları kabul edilemezdi.
Ahlaki açıdan hiçbir kusurlarının bulunmadığını halka kabul ettirmek belki de propagandanın kuvvetini bize gösteriyor. “Demokrat” ülkelerin eleştiri yeteneğine sahip olduğunu görmek güzel. Keşke bu yeteneklerini Ukrayna’nın doğusunda katliam yapan Neo-Nazilere ya da Rus dilini gelişigüzel yasaklayan Ukrayna devletine de yöneltebilselerdi.[5]
Tabii Batı destekli Neo-Nazilerin zulmettikleri kesimler sadece etnik Ruslar olmadı. Komünist partilerin yasaklanması[6], Ukrayna içerisindeki sıradan insanlara yapılan baskılar LGBTİ bireylerin Neo-Nazilerin önderliğinde yaşadıkları problemler[7], ilk seçildiğinde oldukça barış eğilimli ve ılımlı bir aktör olan Zelenski’nin gitgide daha şahin bir bakışa yönelmesi aslında Ukrayna siyasetinde yapay olarak oluşturulmuş Neo-Nazilerin organizasyonlarının etkisi olarak görülebilir.
Ukrayna bir yana, bugün Batı ittifakının Yemen halkına karşı bir soykırım savaşı veren gerici, radikal İslamcı ve otoriter Suudi Arabistan hükümetine ekonomik ve askerî açıdan yardımcı olduğu ortada. Bu yüzden Batı’nın demokrasi söylemlerinin, tarihi düşünüldüğünde, ideolojik bir araçtan farklı olmadığını bize sunuyor.
Peki ya bu demek mi ki biz demokrasiyi tarihin tozlu raflarına eskimiş bir ideoloji olarak kaldırmalıyız? Rusların da temsilcisi olduğu modern otoriter bir sistemi mi kabul etmeliyiz?
Hayır. Farkında olmamız gereken şey artık Batı Tipi Demokrasi’nin gerek dış politikada yaptığı döneklikler ile gerek ise halka baskı aracı olarak kullanılan iç politika malzemeleriyle artık miadının dolmuş olduğudur.
2008 Ekonomik krizinden sonra Amerika’da sermaye sahipleri lehine çıkarılan kurtarma paketleri, sermaye kuruluşlarının ikinci ve üçüncü dünya ülkelerine yönelik çıkarttıkları acı reçetelerin hepsi bize tarihsel süreçte Batı’dan gelen tüm ilaçların zehir olduğunu gösterdi.
Türkiye olarak özel otomobil kullanmamız için bize verilen hibeler, düşük faizli krediler aslında Batılılar bizi araba sürerken görmek istiyorlar diye verilmedi. Onların kontrol ettiği bir sektörün parçası olmamız, tren ve diğer toplu taşıma olanaklarını düşünmememiz içindi.
Bunun benzerlerini sık sık Afrika’da gördük. Ülkelerin çok sektörlü gelişmesine ket vurmak amacıyla verdikleri destekler(!) Etiyopya’nın 1973-85 arasında yaşadığı gibi kıtlık niteliğinde krizlere sebep oldu. Afrika’ya ihraç edilen ucuz ürünler üretime ket vurdu, çürümüş siyasi yapılanmalar her noktada Batı tarafından desteklendi.
Amerika kıtası da Birleşik Devletlerin hayır işlerinden nemalandı. 2010’da gerçekleşen 7 büyüklüğündeki deprem sonucunda Haiti hem maddi hem de sosyal açıdan yerle bir oldu. Bunun üzerine Birleşik Devletler gerek doğrudan gerek sivil toplum kuruluşlarıyla Haiti’ye girdi. Milyonlarca dolar yardım yapıldı, ama bu yardımların dörtte biri bile Haiti’ye ulaştı mı tartışılır[8].
Sonuç olarak deprem ile altüst olan Haiti ekonomisi bu sefer de Amerikan yardımları ile yıkıldı. Ülke içerisindeki üretim, yardım adına Amerika’dan gelen ucuz gıda ile yarışamadı, yaşam kalitesi artmadı. Haitililer hala düşük bir yaşam kalitesindeyken bu olay Batılı şirketlerin kar ettiğiyle kaldı.
Belki de bu durum en iyi şekilde Burkina Faso’nun devrimci lideri Thomas Sankara tarafından “bu yapılan yardımlar bize kendimizi dilenci olarak düşündürtüyor”[9] denilerek özetlenmişti.
Bugün kendi demokratik realitemizi kurmak istiyorsak bu gerçekliğin farkında olmalıyız. Yoksa demokrasinin bize IMF ve AB planları tarafından dayatılabilecek yapay bir ürün olduğunu düşünürüz, fakat tarihte hiçbir halk yoktur ki kendilerine bağışlanan demokrasiyi krallar için terk etmemiş olsunlar.
Türkiye’de karşılaştığımız durum da bu değil mi zaten? IMF planlarıyla zenginleşen (!) Avrupa birliği planlarıyla da demokratikleşen (!) Türkiye, yine bu kurumların eliyle otoriterleşti.
“Yetmez Ama Evet” diyenleri anımsayalım. Sözde bir Batı demokrasisi olma uğruna askeri vesayeti kaldırmak için atılan adımlar FETÖ’cü ve Siyasal İslamcı çevrelere yaradı. Bütün bunlar olurken, Yarbay Ali Tatar gibi isimler kendilerine yapılan suçlamalar ile canlarına kıyarken, Avrupa demokratikleşme sürecimizi koşulsuz bir şekilde destekliyordu[10].
Bu yüzden bugün Türkiye’de demokrasi arayışında olan bir kişinin asgari görevi Batı’daki demokrasinin aslında ideolojik hegemonya tarafından desteklenen otoriter bir rejim olduğunu görmektir.
Sıradan bir Batı demokratı için mesele Türkiye’nin ne kadar demokratik olduğu değil ne kadar etkili bir şekilde sömürülebileceğidir. Bunun da en kolay yolu İspanyolların İnka kralını yakalayıp tüm ülkeyi zapt ettikleri gibi bize de zapt edilecek bir kafa sağlamaktır.
Demokrasiyi sağlama almak demek Türkiye’de yasal ve ahlaki sınırlar içerisinde buluşabilen tüm grupları ortak değer altında toplamaktır. Ne halkı soyup soyanlar helalleşme bayrağı altında cezasız affedilmeli, ne de sıradan muhafazakâr para yatırdığı bankadan dolayı içeri atılmalı.
Peki ya bunu Türkiye içerisindeki hangi mekanizma sağlayabilir?
Ehven-i şer retoriğini bir kenara koyarsak bugün Türkiye’de hangi siyasi yapılanmanın gerçek bir demokrasi arayışında olduğundan bahsedebiliriz? Kendi demokratik kurultayında muhalefetini dinlemekten aciz siyasetçiler mi Türkiye’ye demokrasi getirecek[11]? Yoksa arkasında yığınla ırkçı söylem bulunan acı reçeteci hanım ablalarımız mı?
Siyasilerin ve kurumların ötekileştirici retoriklerinin arkasına bakıldığı zaman Türkiye halklarının güçlü bir sosyal adalet ve demokrasi arayışında bulunduğunu görebiliriz. Bugün toplumun çok uç kesimleri dışında halk laikliği, kadın-erkek eşitliğini ve demokrasiyi benimsiyor.
Türkiye’de en büyük demokrasi karşıtlığı iktidar partisinin kontrol ettiği kurumlar ve bu kurumların sessiz bir çoğunluğu temsil ettiği kanaatinde bulunan muhalefet bloğunda.
Bu yüzden muhalefet iktidar elbirliği edip sokağa çıkmayı siyasal normalliğin çok dışında bir eylem olarak görüyor. “İktidarın işine gelir” denilen sokak, muhalefetin siyasi kısırlığını koruması için bir araç olarak kullanılıyor. Bunun örneğini sözde devamı gelecek ekonomik sıkıntı mitinglerinin Mersin’de başlayıp bitmesinde gördük.
Gelecek için, özellikle güç sahibi olmadan, detaylı bir demokratikleşme haritası çizmek güç. Lakin tarihsel olarak Türkiye ve dünyadaki diğer ülkelerin yaşadıklarından demokrasinin birincil şartının halkın aktif olarak devlet işlerine müdahalesinden geçtiğini biliyoruz. İşte bu yüzden gerçek bir demokratikleşmeden bahsediyorsak bu sürecin bir iki siyasetçi tarafından değil, halk tarafından gerçekleştirileceğinin farkında olmalıyız.
Deliliğin tanımı, aynı şeyi tekrar ve tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemektir. Bugün halkın aktif olarak katılmadığı bir siyasi değişim sürecinde sonuç şu an yaşadığımız AKP iktidarından pek farklı olmayacak demektir. Bunun şaşırtıcı bir tarafı da yok, sonuçta vals yapmayı muhafazakarları korkutmakla bir tutan, Suriye’deki cihatçıları birinci ağızdan destekleyen, AKP’den daha muhafazakâr olma iddiasında bulunan insanlar şu an altılı masanın ana taşlarından.
Bu bahsedilen durum sadece Türkiye’ye özel de değil. Dünya’nın birçok ülkesinde demokrasinin kriz içerisinde bulunmasının ardında yatan sebep geniş halk kitlelerinin büyük bir temsil problemiyle karşı karşıya kalması. Türkiye’de ne kadar halk güçlü bir şekilde laiklik lehine ve cemaatler aleyhine görüş belirtse de[12] onları temsil edecek insanlarda bu değerlerin savunulduğunu göremiyorlar. Tıpkı batıdaki insanların tekrar ve tekrar savaş karşıtı konuşmasına rağmen liderlerinin böyle bir niyetinin bulunmaması gibi.
Bu metin boyunca Batı’ya olan eleştirilerim Rusya’nın da temsil ettiği yeni otoriterliğin bir savunusu olarak anlaşılmasın. Putin Rusya’sının halkına zulmeden otoriter rejimlerle olan ilişkisi de Ukrayna’ya savaş ilanında Lenin’in hatırasına tükürmesi de ortada. Fakat bugünkü gerçeklik, Türkiye için gerçek demokrasinin AB ve ABD’den ithal edemeyeceğimiz bir şey olduğudur.
Burada dikkat etmemiz gereken bir şey varsa o da demokrasinin beyaz insanlarının terimleriyle aranamayacağıdır. Biz demokrasimizi kendimiz gibi olan, kendimiz gibi düşünen ve emperyal merkez tarafından sömürülen insanların tecrübeleriyle zenginleştirebiliriz. Bugün Türkiye’nin yaşadığı problemlerin benzerleri okyanusun öteki tarafındaki Güney Amerika’da ya da 100 sene öncesinin Rusya’sında da var. Önemli olan değişimi hayal etmek ve bu değişimi gerçekleştirecek halk topluluklarına güvenmek.
[1] https://www.youtube.com/watch?v=NsjgjM56HRw
[2]https://en.wikipedia.org/wiki/Jimmy_Carter%27s_engagement_with_Ruhollah_Khomeini#:~:text=In%202016%2C%20the%20BBC%20published,newly%20declassified%20US%20diplomatic%20cables%22.
[3] Fetullah Gülen, Anti-komünizm ve batı üzerine daha fazla bilgi edinmek için Fatih Yaşlı’nın Türkiye’de sağ üzerine yazdığı kitap serisine bakabilirsiniz.
[4] Ursula von der Leyen’in sözleri.
[5] Dürüst olmak gerekirse Zelenski bir süredir yolsuzluk skandalları yüzünden batı tarafından kınanmaya başlandı, ama dil yasağı konusunda bir eleştiri halihazırda yok.
[6]https://www.peoplesworld.org/article/zelensky-government-bans-communist-party-of-ukraine-seizes-assets/
[7] https://www.rferl.org/a/ukraine-lgbt-event-disrupted-azov-chernivtsi/28062749.html
[8] http://openanthropology.org/Good_Intentions_Ch2_Haiti_Disaster_Capitalism_Forgie.pdf
[9] https://www.youtube.com/watch?v=TGIM1Up7sdQ
[10] https://www.dw.com/en/european-union-welcomes-turkeys-constitutional-reform-victory/a-5999622
[11] Kemal Kılıçdaroğlu’nun İlhan Cihaner’e 2020 kurultayında yaptığı kibar hareket.
[12] Metropoll araştırmanın bu konuya dair yaptığı kamuoyu analizlerine bakılabilir.