Demokrasi ve SolToplum ve Siyaset

Cumhuriyetçiliğin Siyasi Geleneği Demokratik Sosyalistler İçin Bir Mihenk Taşı Olmalı – Matt McManus (Çeviri: Kemal Büyükyüksel)

Cumhuriyetçiliğin kalbindeki radikal fikir, her yerde özel patronlara ve kamudaki tiranlara karşı bir meydan okumadır. Keyfi gücün kaprislerinden özgür yaşayabileceğimizi söyler. Demokratik sosyalistler, bu antik felsefenin radikal akımlarını benimsemelidir.

Bruno Leipold, Karma Nabulsi ve Stuart White (Oxford University Press, 2020) tarafından derlenen Radical Republicanism: Recovering the Tradition’s Popular Heritage adlı eserin bir incelemesi.

Erdem ve “iyilik” antik çağın en önemli siyasi değerleriyse, özgürlük ve eşitlik de kuşkusuz modern çağınkilerdir. Büyük modernist doktrinler liberalizm ve sosyalizmin arasındaki ideolojik tartışmaların çoğu, ikisini en iyi nasıl anlayıp gerçekleştireceğimizle ilgiliydi. Bazıları çatışan kavramlar arasında hiçbir uzlaşma olamayacağında ısrar ederken, diğerleri bunun olabileceğini düşünüyordu. Çoğu zaman bu anlaşmazlıklar o kadar hararetli hale gelir ve diğer yüksek profilli katılımcılarla (yani muhafazakarlar) o kadar dolup taşar ki, başka zengin siyasi gelenekler olduğunu unuturuz.

Cumhuriyetçilik böyle gözden kaçan bir düşünce okuludur. Batı siyasi kanonunu ortaya çıkarmak için zaman harcayan herkes, Marcus Tullius Cicero ve Niccolò Machiavelli’nin çalışmalarında veya Fransız Devrimi ve volkanik etkisi hakkında bitmeyen tartışmalarda olsun, cumhuriyetçiliği çeşitli noktalarda bulacaktır. Ancak siyasi düşünceye, özellikle de radikal siyasete yaptığı özel katkılar, liberalizm veya Marksizm kadar ilgi görmedi.

Radikal Cumhuriyetçilik, bu boşluğu antik felsefe üzerine kapsamlı bir başlangıç ​​sunarak doldurmaya çalışıyorÜç siyaset teorisyeni (Bruno Leipold, Karma Nabulsi ve Stuart White) tarafından düzenlenen bu çalışma, gelecek yıllar için mükemmel bir mihenk taşı olacak. Herhangi bir eleştirim varsa, koleksiyonu bitirmek biraz George Miller’ın Mad Max: Fury Road’unu bitirmek gibiydi: evet, çok şey sunuyor, ama tanrım hala daha fazlasını isterdim. Ve bunu en olumlu anlamda söylüyorum.

Özgürlük ve Eşitlik Arasındaki Bağlantı

Özgürlük nedir? Eşitlikle ilişkisi nasıldır? Dağlarca kelime ve incelemenin üretilmesine sebep olmuş basit gözüken aldatıcı sorular. Her ne kadar teorisyenler bu ilişki hakkında çeşitli şekillerde düşünmüş olsalar da – ve birçoğu birini tam olarak güvence altına almanın diğerini gerçekleştirmeye bağlı olduğunu kabul etse de – bunları genel olarak üç farklı temel yaklaşımla sınırlayabiliriz. (Dördüncüsü, güç eşitsizliklerinin elitlerin insanların bilincini kontrol etmelerini sağladığını öne süren bilişsel yaklaşım diyebileceğimiz şeydir, ancak kısa olsun diye bunu atlayacağım.)

İlk yaklaşım, Isaiah Berlin’in ünlü terminolojisini kullanacak olursak, olumsuz (negatif) özgürlük kavramıdır. Başlangıçta Thomas HobbesJohn Locke ve Amerika’nın Kurucu Babalarının birçoğu gibi klasik liberaller tarafından teorize edilen bu kavramsallaştırma, tartışmasız Amerika Birleşik Devletleri’nde en iyi bilineni ve popüler devlet karşıtı “Bana basma” (Don’t Tread On Me) sloganıyla özetleniyor. Negatif anlayış, tüm yurttaşların bedensel özerkliklerinin ve mülkiyetlerinin korunması konusunda eşit haklara sahip olduklarını savunur (ancak kimin yurttaş sayıldığı tartışmalı bir soru olmaya devam etmektedir). Basitçe söylemek gerekirse özgürlük, devletin işinize bu dar işlevlerin ötesinde müdahale etmemesidir.

Negatif anlayışın kesinlikle bir çekiciliği olsa da – kim hokkabazlık yapan hükümet ajanlarının kapılarını çalmasını ister? — her zaman onu yetersiz veya basit bir özgürlük ve eşitlik açıklaması bulanların eleştirisiyle karşı karşıya kaldı. Dahası, negatif anlayışın savunucuları her zaman müdahalesizliğin nerede bitip müdahalenin nerede başladığını açıklamak için mücadele etmişlerdir: Örneğin, devlet, yargılama hakkını sağlamak için işleyen bir mahkeme sistemi sağlamak zorundaysa, bu tamamen negatif bir özgürlük müdür?

Özgürlük ve eşitliğe ikinci yaklaşım, on dokuzuncu yüzyılda endüstriyel kapitalizmin yükselişiyle ortaya çıkan “maddi” veya “pozitif haklar” yaklaşımıdır. Maddi yaklaşımlar, sadece insanların nelerden özgür olduklarına odaklanmak yerine, insanların ne yapmakta özgür olduklarını düşünmemizde ısrar eder. Neredeyse hiç kimse bir adada tek başına Robinson Crusoe olmayı seçmez, çünkü kimse sizin negatif özgürlüğünüzü tehdit etmese de hayattaki seçenekleriniz büyük ölçüde yazmak ve bir kumsalda tek başına oturmakla sınırlıdır. Maddi yaklaşım aynı zamanda kaynakların ve gücün eşitsiz dağılımının özgürlüğü nasıl ciddi biçimde sınırladığını vurgular. Bernie Sanders kampanya yaptığındaAmerika Birleşik Devletleri’ni hem daha özgür hem de daha eşit hale getirmenin bir yolu olarak “Herkes için Medicare” konusunda bu pozitif haklar yaklaşımını benimsiyordu.

Üçüncü yaklaşım, cumhuriyetçilerin kalbine en yakın olanıdır. Özgürlüğün sadece bireysel değil, toplumsal ve geri dönülmez biçimde politik olduğunu vurgular. Özgür olmak, bizi yöneten yapıları ve yasaları belirlemede anlamlı bir söz sahibi olmaktır. İster kamusal (despotik bir devlet) ister özel (otokratik bir işyeri veya hane) olsun, keyfi gücün kaprislerine tabi olmadan yaşamaktır.

Maddi yaklaşım gibi, çağdaş cumhuriyetçiler de insanların gerçekte ne kadar sosyal özgürlüğe sahip olduklarını şekillendirdikleri için, eşitlik ve güç sorunlarıyla doğrudan ilgilenirler. Amerika Birleşik Devletleri’ni ele alalım: Martin Gilens gibi bilim adamlarının araştırmaları doğruysa, ortalama bir vatandaş ulusal düzeyde neredeyse hiçbir anlamlı sosyal özgürlüğe sahip değilken, çok zenginler büyük özgürlüklere sahiptir.

Sosyal Özgürlük ve Cumhuriyetçilik

Sosyal özgürlük kavramının derin tarihsel kökleri vardır. Antik Yunan toplumları, özgürlüğü, yurttaşlık ve siyasi katılımla ayrılmaz bir şekilde bağlantılı olarak gördüler: yurttaşlık, insanlara şehrin yönetiminde güçlü bir ses verdi; bu, hem tiran bir yönetici sınıfın ortaya çıkmasını önledi hem de vatandaşlara, halkın egemenliğini tehdit edecek emperyal güçlerin baskısını önlemek için gereken yurttaşlık erdemini aşıladı. Yurttaşlık erdemine sahip olmak, politik düşünceli, kamusal ruhlu olmak ve kişinin bireysel özgürlüğünü diğer yurttaşların özgürlüğüne bağlı olarak görmek demekti.

Sosyal özgürlüğü, özgürlüğün temel taşı olarak tanımlayan bu Grek görüşü, antik Roma cumhuriyetçiliğinin de kilit bir özelliğiydi. Latince res publica veya kamusal alan, modern “cumhuriyet” teriminin köküdür.

Ancak hem Atinalı demokratlar hem de Romalı Cumhuriyetçiler tahakkümden kurtulma özgürlüğünü ve sıradan vatandaşların siyasi gücünü yüceltirken, özgürlüklerini kıskançlıkla korumakta ve aralarında değersiz görülenlere (en önemlisi, kölelere) bu özgürlükleri tanımamakta çok az çelişki gördüler ve şiddetli kitlesel genişleme projelerine de devam ettiler. Atina’da Yunan yönetimi, özgür vatandaşların siyaset yapmasını desteklemek için sadece köle emeğine bel bağlamadı. Özgürlüğün tanımı kölelik ile bağlantılıydı: özgür olmak köle olmamaktı.

Ancak daha sonraki düşünürler, cumhuriyetçi gelenekteki özgürleştirici çekirdeği ortaya çıkardılar. Fransa’da İç Savaş’ta Karl Marx, kapitalist gücün siyasette yoğunlaşmasının herkesin özgürlüğünü ve gelişmesini nasıl sınırladığını açıklamak için cumhuriyetçi teoriden yararlanır. Siyaset teorisyeni William Clare Roberts, son kitabı Marx’ın Cehennemi: Sermayenin Politik Teorisi’nde, büyük Alman düşünürün başyapıtının cumhuriyetçilikle bezenmiş olduğunu savunuyor.

Marx gibi cumhuriyetçi sosyalistler için sosyal özgürlük, diğer özgürlük ve eşitlik biçimlerini güvence altına almanın merkezinde yer alır. Yönetimde söz sahibi olmamız, bedensel özerkliğimizin ihlallerine karşı koruma sağlar, kamu mallarının sağlanmasını talep etmemize izin verir ve sosyal düzen ve onun ne olmasını istediğimiz hakkında ideolojik düşünmeyi teşvik eder.

Radikal Cumhuriyetçilik, antik felsefenin bu özgürleştirici yönlerine mükemmel bir giriş noktasıdır.

Radikal Cumhuriyetçilik

Herhangi bir deneme koleksiyonu, kişinin zevkine diğerlerinden daha fazla olan katkıları içerecektir. Ancak Radikal Cumhuriyetçiliği öne çıkaran şey, benim için uygun olmayan denemelerin bile düşündürücü ve güçlü olması ve entelektüel iplikler farklı yönlerde hareket ederken kitabın birleşik ve bütünlüklü bir ifadeye sahip olduğunu hissettirmesi. Leipold, Nabusi ve White’a bu konuda hakkını vermeli.

Bana kalırsa, en önemli iki katkı Alan Coffee (Mary Wollstonecraft üzerine kapsamlı yazılar yazan bir siyaset teorisyeni) ve Alex Gourevitch’e (Kölelikten Dayanışmacı Bir Topluluğa adlı 19. yüzyıl ABD işçi hareketinin radikal cumhuriyetçiliği inceleyen eserin sahibi) ait.

Coffee’nin “Düşüncede Bir Devrim: Kölenin Cumhuriyetçi Özgürlük Üzerine Perspektifi Üzerine Frederick Douglass” adlı makalesi, sosyal özgürlüğün şeklini en iyi anlayanların çoğu zaman ezilenler olduğunu hatırlatır. Douglass, Amerikan cumhuriyetinin, önce resmi köleliği sona erdirerek ve ardından “kötü köle sistemi altında gelişen tüm düşünce tarzlarında radikal bir devrim” yoluyla köle yerine efendinin tamamen ortadan kaldırılmasına ihtiyaç duyduğunda ısrar etti. Bu düşünce devrimi, eski kölelerin toplumsal özgürlükle uyumlu siyasi erdemleri kullanmaları ve birbirlerini karşı karşıya getiren ırkçı önyargıları yavaş yavaş aşındırmalarıyla gerçekleşecekti. Coffee’nin denemesinin gündeme getirdiği akıldan çıkmayan olasılıklardan biri, Yeniden Yapılanma’nın ölümünün bu olasılığı beşiğinde nasıl öldürdüğüdür.

Gourevitch’in çalışması, ileriye dönük demokratik sosyalistler için önemli bir entelektüel kaynak olmayı hak ediyor. Bu ciltteki makalesi – “Dayanışma ve Toplumsal Erdem: İşçi Cumhuriyetçiliği ve Ondokuzuncu Yüzyıl Amerika’sında Kurtuluş Politikası” – işçi radikallerinin Birleşik Devletler’de sivil erdemi toptan yeniden düşünmek için nasıl çalıştıklarını anlatıyor. Bu, işçi sınıfı topluluklarında gurur duymayı ve genellikle devleti, ekonomiyi ve sosyal ilişkileri demokratikleştirmeye yönelik siyasi projeleriyle bağlantılı olarak işçilerin topluma katkılarını vurgulamayı beraberinde getirdi.

Gourevitch, Emek Şövalyeleri’nin sonraki nesiller tarafından hafife alınan bir “dayanışma politikası” ve sivil erdem oluşturmaya çalıştığını yazıyor. Belki de bugün solcular için en önemli ders, sosyalist siyasetin statükoya karşı geniş ölçekli bir alternatiften daha fazlasını gerektirdiğidir. Birbirimizle nasıl ilişki kurduğumuzu yeniden düşünmemizi ve rekabet yerine dayanışmaya odaklanan kurumlar yaratmamızı gerektirecek.

Zengin Bir Koleksiyon

Bazı konular ne yazık ki Radikal Cumhuriyetçilik’te az yer alıyor. 20. ve 21. yüzyılın en önemli sosyal özgürlük teorisyenlerinin çoğu feminist gelenekten doğduğundan ya da en azından onlardan esinlendiğinden, kadınların kurtuluşu konusunda neredeyse hiçbir şey olmaması gerçekten üzücü (Wendy Brown, Seyla Benhabib, ve Nancy Fraser, akla gelen birkaç isim). Yelpazenin diğer ucunda, Fransız cumhuriyetçiliğini ve radikalizmini konu alan en az üç (iyi) makale var. Banu Turnaoğlu’nun Osmanlı radikalizmi üzerine yazdığı mükemmel bölüm gibi daha fazla makale, Radikal Cumhuriyetçiliğe daha enternasyonalist bir eğilim kazandırabilirdi.

Ancak bunlar, koleksiyonun birçok zenginliği arasında küçük eleştiriler. Bugünün sosyalist hareketi için özellikle iki alan yararlıdır. Birincisi, cumhuriyetçilik, dikkatimizi sosyal özgürlük ile genellikle solda en basite indirgenen yurttaşlık erdemleri arasındaki sıkı bağa yöneltiyor. Cumhuriyetçi idealleri sol sözlüğe dahil etmek, erdem ve sivil katılım dilini köşeye sıkıştırmamıza izin verebilir – ki bu genellikle Sağ ve liberaller tarafından tekelleştirilir, ancak siyasi ve ekonomik yaşamın demokratikleştirilmesi için sosyalist taleplerde daha iyi somutlaştırılabilir. İşçi Şövalyeleri, kooperatif mülkiyetine yönelik geniş talepleri ve işyeri köleliğine karşı mücadeleleriyle bu konuda iyi bir tarihsel örnektir.

İkincisi, cumhuriyetçiliğin tahakkümsüzlük üzerindeki ahlaki vurgusu, liberalizmin kör noktalarını aydınlatır. Tarihsel olarak, klasik liberaller, özel kapitalist işyerlerine nüfuz eden özgürlüksüzlüğü ve ekonomik seçkinlerin hükümet organlarını ele geçirmesine izin veren sınıf iktidarının yoğunlaşmasını görmezden gelirken, kendilerini devlet iktidarına karşı polemiğe sokmakla sınırladılar. Cumhuriyetçilik bu tahakküm alanlarını aydınlatır ve bize onları parçalamak için güçlü bir dil verir. Bu temelde, hayatımızın çoğunu etkileyen plutokratik iktidar dinamikleriyle savaşmak için siyasi bir koalisyon kurabiliriz.

Kaynak: https://jacobin.com/2022/09/radical-republicanism-book-review-social-freedom/

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu