Bir Devrim, Bir Kent, Bir Endüstri ve Yeni Bir Sosyete – Kerem Görkem
Doğduğum kent, ben doğduğumda kent değildi.
İlk bakışta, bu çıkarım kronolojik sığlıkta bir yaklaşım olarak görülebilir. Kenti kent yapan şey, idari statüsünden ziyade, içerisinde barındırdığı iktisadi aktiviteler ve sosyolojik yapısından kaynaklanır şüphesiz (Öyle ki bugün bile, mevcut seksen bir ilin kaçına gerçekten bir kent yakıştırması yapılabilir, kocaman bir soru işareti). Yine de bir kent kurmak az iş değildir; her şeyden önce asgari bir nüfusa ve o topluluğu doyuracak, barındıracak ve mekansal ihtiyaçlarını karşılayacak bir altyapıya sahip olmanız gerekir.
Bu noktada Karabük’ün öyküsünü anlatmakta yarar var. 1937 yılına kadar Safranbolu’ya bağlı Öğlebeli Köyü’nün bir mahallesi niteliğinde olan bu yerin, -Öğlebeli bugün hala bir köy iken- 58 yıl sonra ülkenin 78. ili ilan edilmesi, arkasında zengin bir hikaye barındırıyor. Genç cumhuriyetin önemli altyapı yatırımlarından olan Ankara-Zonguldak demiryolunun Karabük’ten geçmesi esasen kentsel gelişimin başlangıcını işaret ediyor. Kömür yataklarına coğrafi yakınlık ve mevcut demiryolu sistemi, Türkiye’nin ilk ağır sanayi yatırımı olan Demir-Çelik Fabrikası’nın Karabük’te kurulmasıyla sonuçlanır. Mustafa Kemal Atatürk’ün talimatıyla, temelleri İsmet İnönü tarafından atılan fabrika, bugün hala kentin en önemli ekonomik varlığı durumunda. 1937’den itibaren, geçen yıllar boyunca bölgenin işgücünü çeken ve az sayıdaki nitelikli nüfus arzının -dönemsel de olsa- durağı haline gelen Karabük, planlı bir kentleşme sürecinden geçiyor. Fabrika çeperinde yer alan işçi mahalleleri, bir “mühendis köyü” olarak tasarlanan Yenişehir bölgesi ve hemen 5-6 kilometre ötedeki, turizm potansiyeli barındıran tarihi Safrabolu şehri ile birlikte, Karabük günden güne bir kent niteliği kazanmaya başlıyor. Neticede de, 1995 Haziran’ında yasal statüsüne kavuşuyor. Bugün Karabük’e seyahat edecek olursanız, kentin girişinde sizi “Cumhuriyet Kenti Karabük” totemi karşılayacaktır.
1930’lu yılların ortalarında, Anadolu’nun kör bir noktasında konumlu Karabük mahallesi bir evrimin içerisine girerken, İstanbul’da ise, olan biten pek çok şeyin yanında ülkenin cam sanayi kuruluyordu. Anlatılan odur ki; Mustafa Kemal Atatürk, Celal Bayar ve İsmet İnönü’nün birlikte bulunduğu bir sofrada, Atatürk elindeki kadehi kaldırıp nerede üretildiğini sorar. Masadan kalkılırken, Celal Bayar’a bu üretimin ülke içerisinde yapılması talimatı verilmiştir. 1935’te Türkiye İş Bankası eliyle Paşabahçe semtinde kurulan Şişecam (ya da ilk ismiyle “Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları Anonim Sosyetesi”), bugün Dünya ve Avrupa’nın en büyük cam üreticileri arasında yer alıyor.
Karabük ve Paşabahçe semtinde bunlar olurken, 1935 kurultayında Atatürk şu cümleleri kuruyordu: “Uçurumun kenarında yıkık bir ülke… Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar… Yıllarca süren savaş… Ondan sonra, içerde ve dışarda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni sosyete, yeni devlet… Ve bunları başarmak için aralıksız devrimler… İşte Türk genel devriminin kısa diyemi…”
Cumhuriyetin ikinci yüzyılının arefesinde, bugün kendimi, Cumhuriyet’le kurulan bir kentte doğan ve Cumhuriyet’le kurulan bir şirket için çalışan biri olduğum için şanslı sayıyorum. 1935 kurultayında vurgulanan “yeni sosyete” yakıştırmasının, kentleşme ve ekonomik gelişmelerle pekiştirilmesiyle bugün geldiği noktayı güdük; ama yine de yüzyıl öncesinden fersah fersah ileride görüyorum.
Cumhuriyetin ikinci yüzyılında bize düşen ödev, olsa olsa, bu yüz yaşındaki sosyetenin çıtasını daha yukarı taşımak olabilir. Çalışarak, üreterek, cesaret ederek…
Anadolu’nun kör noktasına demiryolu yapıp ağır sanayi kurmaya, alelade bir sofradan endüstri devi yaratıp binlerce kişiye istihdam sağlamaya ne kadar yaklaşabilirsek, o kadar iyi.