Liberaller Benito Mussolini’ye Aşık Olduğunda – Clara E. Mattei (Çeviri: Alper Kara)
Bugün Benito Mussolini’nin İtalya başbakanı olmasının yüzüncü yılı. Mussoli’nin ilk hükümetleri kemer sıkma politikaları uyguladı ve işçi hareketlerini bastırdı. Böylelikle hem İtalya’da hem de yurtdışında liberal iktisatçıların övgüsüne mazhar oldu.
“Totalitarizm” ya da “korporatizm” gibi kavramları konuştuğumuz zaman, faşizmin genellikle kendisinden önce gelen ve bugün hala deneyimlediğimiz liberal piyasa toplumundan çok uzak olduğu farz edilir. Fakat, özellikle 1920’ler boyunca sürdürülen İtalyan faşizminin ekonomi politikalarına daha yakından bakarsak hem geçen yüzyıla hem de kendi yüzyılımıza özgü bazı kombinasyonların halihazırda Benito Mussolini’nin ilk yıllarında nasıl deneyimlendiğini görebiliriz. Buradaki tipik örnek, kemer sıkma ve teknokrasi arasındaki ilişkidir. “Teknokrasi” ile İtalya’da son birkaç vakada olduğu gibi hükümetlere tavsiyelerde bulunan ya da doğrudan dizginleri ele alan iktisat uzmanlarının bugün yaygın olan bazı politikaları (sosyal harcamalarda kesintiler, regresif vergi, parasal deflasyon, özelleştirmeler ve ücret baskıları gibi) kararlaştırdığı olguyu kastediyorum.
Sermaye Düzeni: Ekonomistler Kemer Sıkmayı Nasıl İcat Etti ve Faşizme Giden Yolu Nasıl Açtı’da (The Capital Order: How Economists Invented Austerity and Paved the Way to Fascism) açıkladığım gibi Mussolini modern biçimde kemer sıkmanın en büyük müdafilerinden biriydi. Bunun nedeni, büyük ölçüde etrafını zamanın yetkin ekonomistleri ve aynı zamanda hala ana akım neoklasik iktisadın temeli olan o zaman yeni oluşmaya başlamış “saf iktisat” (pure economics) paradigmasının savunucuları ile donatmasından kaynaklanıyordu.
İtalyan faşistlerinin 1922 Ekim’indeki Roma’ya yürüyüşünden bir aydan biraz daha uzun bir süre sonra, Ulusal Faşist Parti, Liberal Parti ve Halk Partisi’nin (popolari, bir Katolik partisi ve Hristiyan Demokrasi’nin öncüsü) parlamento oyları “tam yetki dönemi”ni başlattı. Böylelikle, Mussoli’nin maliye bakanı, iktisatçı Alberto de Stefani’ye, onun meslektaşlarına ve teknik danışmanlarına, özellikle Meffeo Pantaleoni’ye ve Umberto Ricci’ye (diğer ikisinin aksine, liberal ideolojiye sahip) benzeri görülmemiş bir yetki verdiler.
Mussolini bu iktisat uzmanlarına hayatlarının fırsatını sundu: Toplumu kendi modellerinin idealine göre biçimlendirmek. Economist’in sayfalarından, liberal anti-faşizmin savunucusu olarak kutlanan ve 1948’de savaş sonrası İtalya’nın demokratik cumhuriyetinin ilk cumhurbaşkanı olan Luigi Einaudi, otoriter dönüşümü coşkuyla karşıladı. 2 Aralık 1922’de şöyle yazmıştı: “Bir parlamento tarafından hiç bu kadar mutlak bir yetki yürütmeye verilmemişti… Parlamentonun bu kadar uzun bir süre tüm yetkilerinden feragat etmesi kamuoyunda coşkuyla karşılandı. İtalyanlar gevezelerden ve zayıf yöneticilerden bıkmıştı.” 28 Ekim’de, Roma’ya yürüyüşün arifesinde, “İtalya dümende, tüm yeni harcamalara hayır diyebilecek bir adama ihtiyaç duyuyor.” beyanında bulunmuştu.
Einaudi ve meslektaşlarının umutları gerçekleşti. Mussolini rejimi mali, parasal ve endüstriyel kemer sıkmayı teşvik eden cüretkâr reformlar uyguladı. Bu değişiklikler, işçi sınıfına ağır sıkıntıları ve fedakarlıkları dayatmak ve kapitalist düzenin yeniden kurulmasını temin etmek için uyum içinde çalıştı. Bu düzen, daha önceki Biennio Rosso (kırmızı iki yıl) döneminde çok sayıdaki halk ayaklanması ve post-kapitalist ekonomik organizasyonlardaki komplike deneyimlerle geniş ölçüde sorgulamaya tutulmuştu.
Sosyal değişime yönelik olan herhangi gayreti susturmayı başaran reformlar arasında, sosyal yardım harcamalarındaki şiddetli düşüşü, memurların işlerinden kovulmalarını (yalnızca 1923’te altmış beş binin üzerinde) ve tüketim vergilerindeki artışları (Dönemin Katma Değer Vergisi, gerici çünkü esas olarak yoksullar tarafından ödeniyordu) sayabiliriz. Bunlar faiz oranlarındaki artışın (1925’ten itibaren ve devamında yüzde 3’ten yüzde 7’ye) ve iktisatçı Germa Bel gibi bilim insanlarının kapitalist ekonomideki ilk büyük ölçekli özelleştirme diye adlandırdığı özelleştirme dalgasının eşlik ettiği veraset üzerindeki artan oranlı verginin kaldırılmasının yanı sıra geldi.
Üstelik faşist devlet, maaşları büyük ölçüde azaltan ve sendikaları yasaklayan baskıcı iş kanunlarını yürürlüğe koydu. İşçilerin umutlarının nihai yenilgisi herhangi bir sınıf çatışmasına gidecek her yolu kapatan 1927 İşçi Beyannamesi ile geldi. Beyanname korporatizm ruhunu kanunlaştırıyordu, Mussoli’nin sözleriyle amaç, özel mülkiyeti korumak ve “artık kaçınılmaz bir şekilde birbirlerine karşı olmayan, ortak bir hedefe, üretimin en yüksek çıkarına talip olabilecek ve olması gereken unsurlar” olarak görülen “sermaye ve emek güçlerinin tehlikeli ikiliğini egemen devletin içinde birleştirmek”ti.
Maliye Bakanı De Stefani beyannameyi “kurumsal bir devrim” olarak selamlarken, liberal iktisatçı Einaudi, neoklasik modelde rekabetçi piyasanın ideal sonuçlarını taklit etmenin tek yolu olarak beyannamenin “korporatist” ücret tanımını meşrulaştırdı. Buradaki iki yüzlülük çok açık: serbest piyasayı devlete karşı korumakta çok kararlı olan iktisatçılar, emek piyasasına yapılan baskılayıcı müdahaleyle ilgili pek problem yaşamadılar. İtalya’da, sanayi ülkeleri arasında emsalsiz bir eğilim olarak, iki savaş arası dönemin tamamı boyunca reel ücretlerde kesintisiz bir düşüş yaşandı.
Uluslararası Coşkunluk
Bu arada, artan sömürü oranı kar oranlarının yükselmesini sağladı. 1924’te, London Times faşist kemer sıkma politikasının başarısı hakkında şu yorumda bulundu: “Son iki yıldaki gelişme, kârların büyükçe bir kısmının sermaye tarafından alındığını gördü ve bu, ticari girişimi teşvik ederek, bütün ülke için yararlı olmuştur.” Bu bugün bile kemer sıkma politikalarını destekleyen ve kabul ettirebilen tipik bir anlatıdır: Halkın fedakarlıklara rızası kamu yararı retoriği temeli üzerine inşa edilmiştir.
Kısacası, çoğu İtalyan yurttaşın büyük sosyal değişiklikler talep ettiği bir zamanda, kemer sıkma politikası çabuk başarısı için faşizme, yani kendi milliyetçi iradesini baskıyla ve dokunulmazlıkla empoze edebilecek güçlü, tepeden inme bir hükümete ihtiyaç duyuyordu. Faşizm ise diğer taraftan, yönetimini pekiştirmek için kemer sıkmaya ihtiyaç duyuyordu. Kuşkusuz, Mussolini’yi ülkenin resmi diktatörü olarak atayan 1925-26 Leggi Fascistissime’den (kelimenin tam manasıyla: En Faşist Yasalar) sonra bile uluslararası ve yerel liberal kuruluşların Mussolini’nin hükümetini desteklemesine sebep olan kemer sıkma politikalarıydı.
Örneğin 4 Kasım 1922’de The Economist “Avrupa’da akılcı finansmana duyulan ivedi ihtiyaç” adına Mussoli’nin “kamu harcamalarındaki şiddetli kesinti”yi dayatma hedefine sempati besliyordu, Mart 1924’de memnundu: “Sinyor Mussolini düzeni yeniden temin etti ve başlıca huzursuzluk etmenlerini ortadan kaldırdı.” Özellikle, “ücretler üst sınıra ulaştı, grevler çoğaldı.” Bunlar rahatsızlık verici etmenlerdi ve “hiçbir hükümet deva bulmaya yeltenecek kadar güçlü değildi”. Haziran 1924’te, faşizmi “israf karşıtı” olarak tanımlayan Times, yine faşizmi “Novara, Montara ve Alessandria”daki “Bolşevik köylülüğün” emellerine ve “sözde toplu yönetim denemeleri” tarafından baştan çıkarılan “bu halkların acımasız aptallığına” karşı bir çözüm olarak methetti.
Britanya büyükelçiliği ve uluslararası liberal basın Mussoli’nin zaferlerine sevinmeye devam etti. Dük kemer sıkmanın özü olan ekonomik ve politik düzeni bir araya getirmeyi başarmıştı. Arşiv belgelerinin gösterdiği üzere, 1923’ün sonunda Britanya’nın İtalya büyükelçisi, ülkesindeki gözlemcilere “yabancı sermeyenin geçmişteki haksız olmayan çekingenliğini aştığını, bir kez daha İtalya’ya güvenle geldiği” hususunda güvence verdi. Diplomat sıklıkla İtalya’nın Birinci Dünya Savaşı sonrası istikrarsız ve yozlaşmış olarak kabul edilen parlamenter demokrasisinin kabiliyetsizliği ile Bakan De Stefani’nin verimli ekonomi yönetimi arasındaki karşıtlığı vurguladı:
“On sekiz ay önce, ulusal hayatın nitelikli gözlemcilerinden herhangi birisi İtalya’nın gerilemekte olan bir ülke olduğu sonucuna varmak zorundaydı… Artık ekseriyetle, Faşizmden hoşlanmayanlar ve onun metotlarını ayıplayanlar bile tüm durumun değiştiğini kabul ediyor… Devlet maliyesinin istikrarına yönelik çarpıcı bir ilerleme… Grevciler yüzde 90 [azaldı] ve iş günü kayıpları yüzde 97’nin üzerinde [azaldı] ve bir önceki yıla göre ulusal tasarruflarda 4.000 [milyon liret] artış; kuşkusuz ilk kez savaş öncesi seviyeyi yaklaşık 2.000 milyon liret aşıyorlar.”
Endüstriyel barış, yüksek kâr ve Britanya için daha fazla iş açısından değerlendirilen İtalya’nın kemer sıkmadaki kutlanan başarısı, güçlü bir yürütmenin kurumsallaşması ve parlamentoyu atlatmanın çok ötesinde baskıcı bir yüze sahipti. Büyükelçiliğin kendisi çok sayıda acımasız eylemi bildirmişti: siyasi muhaliflere yönelik devamlı saldırı, sosyalist merkezlerin ve çalışma odalarının yakılması, çok sayıda sosyalist belediye başkanının görevden alınması, komünistlerin tutuklanması ve birçok diğer ortaya çıkmış siyasi cinayetler, bunlardan en önemlisi sosyalist parlamenter Giacomo Metteotti’nin öldürülmesiydi.
Ancak mesaj netti: faşizmin siyasi suiistimalleri hakkındaki tüm endişeler onun kemer sıkmadaki başarısı karşısında ortadan kalktı. Liberalizmin savunucusu ve Bank of England’ın başkanı Montagu Norman bile “ötekilik yolunda herhangi bir şey”in “ortadan kaldırıldığı” ve “her türlü muhalefetin yok olduğu” faşist bir ülkeye olan güvensizliğini dile getirdikten sonra, “Bu gidişat şu an elverişli ve şu an için İtalya’ya yönetimin en iyi şekilde uyum sağlamasını temin edebilir” diye ekledi. Yine benzer şekilde, Britanya hazinesinin başı olan Winston Churchill: “Farklı ulusların aynı şeyi yapmak için farklı yolları vardır… Eğer bir İtalyan olsaydım, eminim ki Leninizm’e karşı verdiğiniz muazzam mücadelede başından sonuna yanınızda olurdum” şeklinde açıklama yaptı.
Hem Norman hem de Winston Churchill, özel ve kamuya açık, çağdaş okuyucuların farkına varabileceği gibi “çifte standartlı” yorumlarında kendi ülkelerinde tasavvur bile edilemeyen liberal olmayan çözümlerin İtalya’dakiler gibi “farklı” ve daha az demokratik bir halk için nasıl pekâlâ uygulanabileceğine dikkat çektiler.
Aslında, liberal gözlemciler şüphe uyandırdığında bile, endişeleri demokrasi ile ilgili değil, Mussolini olmadan ne olacağı ile ilgiliydi. Haziran 1928’de Einaudi Economist’te bir siyasi temsil boşluğu korkusundan ama daha çok kapitalist düzenin çökmesinden korktuğunu yazdı. İngilizler’in aklındaki “çok vahim sorgulamalardan” bahsetti:
“Yine, doğanın kaçınılmaz akışı içine dükün güçlü eli dümenden çekildiğinde İtalya onun kalibresinde başka bir adama sahip olur mu? Herhangi bir devir iki Mussolini üretebilir mi? Değilse, sıradaki nedir? Daha zayıf ve daha az akıllı bir kontrol altında kaotik bir tepki takip etmeyebilir mi? Ve sadece İtalya için değil, Avrupa için hangi sonuçlarla?”
Gian Giacomo Mingone’s klasik eseri Amerika Birleşik Devletleri ve Faşist İtalya’da (The United States and Fascist Italy) anlatıldığı gibi uluslararası siyasi dünya Mussoli’nin kemer sıkma politikası karşısında o kadar büyülendi ki rejimi ülkenin siyasi ve ekonomik liderliğini daha da sağlamlaştırmak için ihtiyaç duyduğu mali kaynaklarla, özellikle de savaş borcunu kapatarak ve lireti istikrara kavuşturarak ödüllendirdi.
İtalyan ve uluslararası liberal müessesenin Mussolini’ye sağladığı ideolojik ve maddi destek asla istisna değildi. Aslında, erken dönem “liberista” (iktisadi olarak liberal) faşizm tarafından başlatılan otoriterlik, iktisadi uzmanlık ve kemer sıkma politikası karışımının pek çok epigonu olmuştur: Augusto Pinochet’s diktatörlüğü tarafından “Chicago Boys”un istihdam edilmesinden, Suharto’s diktatörlüğünde (1967-1998) “Berkeley Boys’un desteklenmesine ve yakın zamanda tekrar ilgi odağı olan SSCB’nin dağılmasının dramatik deneyimine kadar.
Bu örnekte, Boris Yeltsin hükümeti, Yeltsin’in Rus ekonomisini istikrara kavuşturmak adına kur yaptığı IMF destekli kemer sıkma gündemine karşı çıkan Rus parlamenterlere fiilen savaş ilan etti. Yeltsin’in demokrasiye saldırısının zirvesi, Ekim 1993’te başkanın Rus Parlamentosu’na ateş yağdırmak için tankları, helikopterleri ve 5.000 askeri çağırmasıyla geldi. Saldırı 500’den fazla kişiyi öldürdü ve çok daha fazla kişiyi yaraladı. Küller yatıştıktan sonra, Rusya kontrolsüz diktatörce bir yönetim altındaydı: Yeltsin “dik kafalı” parlamentoyu feshetti, anayasayı askıya aldı, gazeteleri kapattı ve siyasi muhalefetini hapse attı. 1920’lerde Mussolini’nin diktatörlüğünde olduğu gibi, The Economist, sermaye düzenini garanti edebilecek tek yol olarak Yeltsin’in diktatör eylemlerini meşru kılmakta hiçbir sakınca görmedi. Bill Clinton’ın yönetimi sırasında hazine yetkilisi olarak görev yapan ünlü iktisatçı Larry Summers, Rusya için “üç “-ation”ın – özelleştirme (privatization), istikrar (stabilization) ve serbestleştirme (liberalization) – mümkün olan en kısa sürede tamamlanması gerektiği konusunda inatçıydı. Reform ivmesinin sürdürülmesi hayati bir siyasi sorundu.
Bugün aynı liberal iktisatçılar kendi yurttaşlarına taviz vermiyorlar. Larry Summers, enflasyonu iyileştirmek için bir doz işsizlik önerdiği ABD’de parasal kemer sıkma politikasını savunmada ön saflarda yer alıyor. Her zaman olduğu gibi, ana akım iktisatçıların çözümü, çalışan insanların, daha düşük ücretler, daha uzun iş günleri ve sosyal yardım kesintileri yoluyla darlıktaki aslan payını karşılamasını gerektiriyor.
Orijinal metin linki: https://jacobin.com/2022/10/mussolini-fascism-liberalism-austerity