Sosyal Demokrasinin Demokratik Sosyalizme İhtiyacı Var – Nicholas Vrousalis (Çeviri: Erhan Arca)
Kimi ABD liberallerinin iddia ettiği gibi, İsveç tarzı sosyal demokrasi Amerikan kapitalizminin dertlerine bir çareyse, o halde sosyalizm onun tek olası liberal ve demokratik sonucudur.
Nicholas Vrousalis’in Open Democracy’de yayınlanan yazısının Türkçe çevirisidir.
Bu ay, Daron Acemoğlu son 40 yılda ABD ekonomisinin karşı karşıya kaldığı sorunlardan yakındı: yavaş üretkenlik artışı, yükselmeyen ortalama ücretler, “ekonominin büyük çoğunluğuna hakim olan” şirket oligarşisi ve patrimonyal gelir dağılımı (ulusal gelirden “sermaye sahiplerine ve yüksek eğitimlilere” düşen payın giderek artması). Acemoğlu bu sorunlara yanıt olarak bir dizi sosyal demokrat politika savunuyor: merkezi ücret pazarlığı, ücret eşitsizliklerini daraltma, üretim yatırımı teşvikleri, sosyal refah politikaları ve kamu destekli eğitim.
Acemoğlu, 1940’lar ve 1950’ler İsveç’inde bulduğu bu sosyal demokrasi biçimini, “şirketlerin ya çalışanları tarafından ya da devlet tarafından yönetilen bir idari yapı ile kontrol edileceği” demokratik sosyalizm ile karşılaştırıyor. Bu düzenlemenin istenmediğini, çünkü “sistemin en önemli cankurtaran halatını, yani üretim araçlarının özel mülkiyetini kestiğini” savunuyor. Ona göre demokratik sosyalizm, teoride işlemez oluşunun yanı sıra, 1970’lerin İsveç deneyiminin gösterdiği üzere pratikte de işlememiştir.
Acemoğlu’nun İsveç sosyal demokrasisin tarihi hakkındaki izlenimlerinin savunulur yanı yok. Ayrıca, desteklediği sosyal demokrasi biçiminin ya neoliberalizme kayıp yozlaşacağını ya da demokratik sosyalizmle sonuçlanacağını düşünmek için iyi teorik sebepler var.
Tarihsel Sicil
Önce tarihsel kayıtları ele alalım. 1960’ların sonlarında İsveç İşçi Sendikası Konfederasyonu (LO) şirket kârlarını “ücretli fonlar” yoluyla kamusallaştırmayı önerdi. Meidner planı diye anılan bu politika kapsamında; kâr ededen firmalar, her birim kâr için yeni hisse oluşturarak doğrudan çalışanların sigorta fonlarına ödeme yapmak zorundaydı. İşçiler ve LO, fonlara topluca sahip olacak ve bu fonları yönetecekti. Acemoğlu, İsveç’in fonlarla ilgili deneylerini, “işletmelerle sendikalar arasındaki işbirliği anlaşmasını yok eden ve daha önce yatırım ve üretkenlik artışını yönlendiren teşvikleri bozan” bir tür solcu maceracılık olarak yorumluyor.
Böyle bir şey olmadı. İlk olarak, 1970’lerde İsveç’te sermaye ve emek arasındaki “işbirliği anlaşması”, yalnızca emeğin gücü ve iddialılığına dayalı geçici bir ateşkesti. Sosyal demokratlar, tarihsel olarak düşük işsizlik ve artan ücret talepleri koşullarında sermayenin ulusal gelirdeki payını tüketmeden geleneksel ücret sıkıştırma politikalarını sürdürmenin imkansız olduğunu gördüler. Acemoğlu buradan varılması gereken sonucu yani, işçi fonlarının bir ücret kısıtlama mekanizması olarak tasarlanmış olmasını görmeyi reddediyor. Emekçi, ancak ücret taleplerini yumuşatması karşılığında kârdan pay alabiliyordu.
1970’lerin başında İsveçli işverenler Meidner planı olmadığı takdirde ücret baskısının ve sendika militanlığının on yıl içinde karlarını zayıflatacağından korkuyorlardı. Bu durum planı başta neden kabul ettiklerini ve “burjuva partileri” diye anılan partilerin (Merkez Parti ve Muhafazakar Parti) siyasi temsilcilerinin boyun eğişini açıklıyor. Meidner planı, Acemoğlu’nun tarihsel tezi olan İsveç’in ‘işbirliği anlaşması’nı engelleyen bir karabasan değil, başlangıçta onu korumanın bir yolu olarak görülüyordu.
İkinci olarak, Meidner planı, sadece kapitalistlerin bu tür teşviklere muhatap olduğu düşünülmediği sürece, mevcuttaki “yatırım yönlendiren teşvikleri” bozmadı. Yalnızca, bu teşvik yapısını sermaye tarafından yönetilen firmalardan emek tarafından yönetilen firmalara aktarma iddiasındaydı. Dahası, Meidner planı gerçekleştirilmiş olsaydı, üretim üzerinde denetim kurmanın tek liberal-demokratik yolu emek yönetimi olacaktı. Bunun dışında herhangi bir şey ekonomik hayatın bürokratikleşmesine yol açardı. Bu, Acemoğlu’nun haklı olarak kınadığı ekonomik oligarşiye benziyordu.
Neoliberalizm Batağı
Ancak Acemoğlu tarihi kayıtları yanlış yorumlamakla kalmıyor; ayrıca sosyal demokrasinin neden bir tür demokratik sosyalizme ihtiyaç duyduğunun teorik nedenlerini de yanlış anlıyor. Bu gereklilik hiçbir yerde 1970’lerin İsveç’indekinden daha iyi ifade edilememiştir. Görece düşük enflasyon, düşük işsizlik ve yüksek üretkenlik artışı olan bir ekonomide, ücretlerin doğal olarak kârları tüketme eğilimi vardır. O halde kapitalistlerin bir seçeneği var: ya kendi zararlarına olacak biçimde pastadaki giderek azalan paylarına razı gelecekler ya da şu üç şeyden en az birini yapacaklar: fiyatları yükseltmek, ücretleri düşürmek, işçileri işten çıkartmak.
Şu an 1970 İsveç’i gibi iyi düzenlenmiş bir sosyal demokraside faaliyet gösteren kapitalistler bunların hiçbirini yapamazlar. Enflasyon görece düşük olduğu için ücret baskısını fiyatlara yansıtamazlar, işçi hareketi güçlü ve iddialı olduğu için ücretleri kesemezler ve emek talebi kurumsal olarak yüksek tutulduğu için işçi çıkaramazlar. Dolayısıyla hükümetleri bunlardan birini ya da daha fazlasını yapmalarına yardım etmeye ikna etmeleri gerekir. İsveçli kapitalistlerin 1970’lerin sonunda başardıkları şey tam olarak da buydu.
1976 seçimlerini “burjuva partileri” kazandı ve Meidner planı ufaltıldı. Bu sırada kapitalistler; fiyat artışları, ücret kesintileri ve artan işsizlik kombinasyonu ile kayıplarını telafi ettiler. Olof Palme yönetimindeki İsveçli sosyal demokratlar bu politikaları tamamen reddetmediler. Doğrusu, 1980’lerin ortalarına gelindiğinde savaş sonrası tam istihdam taahhütlerini sessizce terk ederek, o zamandan beri saplanıp kaldıkları neoliberalizmin saflarına katıldılar.
Bernie Sanders’ın Kampanyası
Acemoğlu, demokratik sosyalizme yönelik eleştirilerini ücretli fonların en son siyasi mirasçısı olan Bernie Sanders’ın başkanlık kampanyası ile ilişkilendiriyor. İşsizlik düşük ve enflasyon istikrarlı olduğu için ABD’deki ekonomik koşullar bu tür fonların kurulması için nispeten uygundur. Bununla birlikte, 1970’lerin İsveç’inin aksine ABD sendikaları zayıf ve ücretler yerinde sayıyor- bu durum da artan kâr marjını açıklıyor.
Acemoğlu, ABD’deki ücret durgunluğunun kısmen düşük verimlilik artışından kaynaklandığı konusunda haklı. Ancak üretkenlik sorununun çözümü, kararlı bir şekilde neoliberalizmi terk etmekten ve tam istihdam politikasını taahhüt etmekten ibarettir. Bu durumda Acemoğlu’nun desteklediği ve tutarlı bir şekilde uygulanan üretkenliğe dayalı sosyal demokrasinin ancak demokratik sosyalizm ile sonuçlanabileceğini ortaya çıkarıyor.