Kemal Bey ve ekibinin bir planının olduğu muhakkak. Ancak şu anda uyguladıkları strateji değil seçmeni motive etmek, bu kadar belirgin bir şekilde ortak olan bir amaç uğruna bir araya getirmek, insanların kendi kendine ayakta tuttukları motivasyonu emiyor.
En baştan söyleyeyim, ben herhangi bir partili değilim. Ne kimsenin danışmanını tanırım ne de politik bir kariyer hedefim var; bu yarışta daha iyi bir Türkiye istemekten başka bir atım yok. Dolayısıyla bu yazdıklarımı onun veya diğerinin ‘taraftarı’ olarak değil, tamamen ülkemin geleceğini dert eden bir saikle yazıyorum. Sizden de o anlayışla okumanızı rica ediyorum.
Liderlik literatüründe iyi lider kavramı ile efektif (ya da başarılı, verimli) lider kavramları ayrıdır. Ahlaki olarak iyilik Lipman-Blumen’in ünlü sözünde belirttiği gibi takipçinin gözündedir; benim için toksik olan bir lider başkası için kahraman olabilir. Ama efektif liderlik böyle değildir. Liderlik esasında insanları motive etme işidir. Efektif lider insanları ortak amaç için normalde harcayacakları efordan fazlasını harcamaya motive edendir.
Üzülerek söylüyorum ki biz son dönemde bunun tam tersine bir sürecin içerisindeyiz. Kemal Bey ve ekibinin bir planının olduğu muhakkak. Ancak şu anda uyguladıkları strateji değil seçmeni motive etmek, bu kadar belirgin bir şekilde ortak olan bir amaç uğruna bir araya getirmek, insanların kendi kendine ayakta tuttukları motivasyonu emiyor. Umutsuzluğa kapılan insanlar ya seçimi kazanmak için ihtiyacımız olan enerjilerini kamplaşarak birbirlerine harcıyorlar ya da içlerine kapanıp kendilerini konudan soyutluyorlar.
Bir grup insanın bir hedef etrafında bu kadar doğal bir şekilde birleşmesi çok sık rastlanan bir olay değildir. Bu kadar büyük bir seçmen grubunun seçimi kazanmaktan başka yol olmadığına inanması bizim en büyük gücümüz. Ama motivasyon yalnızca bununla sağlanmaz: öz-belirleme (self-determination) teorisine göre insanların (i) büyük bir grubun parçası olduklarını hissetmeleri ve (ii) emek verirlerse sonucu değiştirebileceklerine inanmaları gerekir.
Benim naçizane görüşüm, izlenen stratejinin Kemal Bey’in performansıyla da birleşerek bu iki ihtiyaca da zarar verdiği. Muhalefet bölünüyor. Meral Hanım ile Kemal Bey arasındaki fikir ayrılığı her ne kadar tartışmadık denilse de hepimizin gözü önünde cereyan ediyor. Ekrem Bey’in aday olmasını isteyenler ile Kemal Bey’in aday olmasını isteyenler kılıçlarını çekeli çok oldu. Aday belirlendiğinde herkesin çaresizce adayın arkasında sıralanacak olduğu düşüncesi belki bu bölünmeyi bazılarına önemsiz gösterebilir. Ama gözden kaçırılan bir şey var. Bu iç kavga ve huzursuzluklar, muhalefetin tüm bileşenlerine bir çaresizlik duygusu yayıyor. Bu şekilde devam edilirse seçime aday olmayı başaran kişinin elinde yalnızca bir Pirus zaferi kalacak. Tüm bu yaşananları yöneticilerin yetersizlik ve başarısızlığı olarak gören sıradan seçmenin hem muhalefetin bir bütün olarak bir şeyleri başarabileceğine olan inancı zedeleniyor, hem de kendi hayatını bu kadar derinden etkileyecek karar verme mekanizmalarına hiçbir erişim hakkı olmadığını gördüğünde sürecin bir parçası olmaktan vazgeçiyor. Belki de yeterince motive olamayan muhalif kitlelerin kayda değer bir kısmı umudunu yitirerek sandığa küsecekler.
Bu insanlar teorik olarak yeniden motive edilebilir mi? Evet. Ama çok daha zor olacaktır. Eğer böyle mucize kabilinden bir şey gerçekleşecekse de bu kitleleri pasifleştiren, sürece katılımı sandığa indirgeyen, heyecanı kontrol edeyim derken söndüren bir yaklaşımla olmayacak. Bizim insanları heyecanlandırmaya, motive etmeye, gereksiz tartışmalara sapmadan herkesi ana hedef için aktif olarak emek vermeye ikna etmeye ihtiyacımız var. İnsanlar hem kazanacağımıza hem de kazanmak için kendi çabalarının gerekli olduğuna o kadar inanmalı ki gidip komşusunun kapısını çalmalı hem kahvede hem plazada arkadaşlarına bunu anlatmalı. Seçime birkaç ay kala seçmenlerin gündemi Kemal Bey, Meral Hanım veya Ekrem Bey yine birbirine ne dedi, altılı masa bozuldu mu bozulmadı mı değil, ben bu ortak çabaya bir tuğla nasıl koyarım olmalı. Bunu başaracak olan da liderdir.
Biz bunu daha önce başardık. Tekrar başarabiliriz. Ama nasıl bir stratejiyle seçime gideceğimiz bir avuç insanın kararına bağlı. Umuyorum ki, bu kararlar o bir avuç insanın kişisel hırsları veya durumu yanlış okumaları yüzünden hatalı verilmez. Önümüzde kısa bir süre var ve hata yapma lüksümüz yok. Milyonlarca insanın istikbali söz konusuyken elimizde olan bütün kaynakları doğru kullanmak zorundayız. Kitleleri heyecanlandıran, başarabileceklerine inandıran her kimse öyle veya böyle sahne ışıklarının odağında olmak zorunda.
Hemen bugün karizmatik ve otantik bir liderliğe ihtiyacımız var. Belirsizliğin bitmesine, siyasetçilerin birbirine medya aracılığıyla aba altından sopa göstermek yerine seçmenlerine ortak payda ve hedefi anlatmasına ihtiyacımız var. Kişilerin veya partilerin kaygılarına değil seçim aritmetiğine göre hazırlanmış seçim listelerine ve aday stratejisine ihtiyacımız var. İnada değil sokaktan gelen sesi dinleyen aklıselime ihtiyacımız var.
Başa dönersek, liderin görevi insanları motive etmektir. İnsanları harekete geçirmeyi herkes aynı seviyede başaramayabilir, bu normal. Ancak ana muhalefet partisi başkanı olarak Kemal Bey’in mizacı buna tek başına yeterli değilse, bunu yapabilen biriyle sahneyi en azından paylaşmak ve hem siyasi hem toplumsal muhalefetin hep birlikte önümüzdeki büyük göreve kitlenmesini sağlamak tarihsel sorumluluğudur.
Umuyorum ki bu çağrılara çok geç olmadan kulak verir – ne de olsa riske attığı şey hepimizin geleceği.