GündemPolitika

Bir Kez Daha Dest-i İttifakınıza Mecburuz – Ali Mert Samen

Parti örgütleri unutmamalı ki bu seçim kaybedilirse, partilerin birbirine karşı kampanya yaparak belki biraz artırabilecekleri milletvekili sayıları, muhalif halkın çoğunluğu için zerre önemli olmayacak. Muhalefetin bölünmesinin sebebiyet verdiği bir seçim başarısızlığı durumunda öyle bir öfke tsunamisi oluşacak ki siyasetçileri de, örgütleri de, partileri de siyasi hayattan silip süpürebilir.

Muhalefetin bugünlerine tanık olmak herhalde çoğumuz için oldukça gergin bir deneyim. Gidişata bakınca liderlerin ve ekiplerinin muhalefetin yüksek menfaatleri doğrultusunda siyaset ürettiklerine dair inanç zayıflamış görünüyor. Aktüel siyaseti olabildiğince takip eden biri olarak bu sıra ahvalimizin ümitsizliğinden dem vuran pek çok değerlendirmeyle karşılaşıyor ve kaygılanmadan edemiyorum. Bu değerlendirmelerin tamamına katıldığımı söyleyemem, zira toplumsal muhalefetin partili muhalefetten çok daha ferasetli olduğu ve partilerden kaynaklanan krizlerin bir bölümünü absorbe edebileceğini düşünüyorum. Nitekim AKP oylarındaki toparlanmaya işaret eden taze anketlerde bile geniş muhalefetin toplam oyu, liderlerimizin son dönemde ortaya koyduğu siyaset becerisi ve partililerin vizyonundan daha çok ümit veriyor.

Gene de liderlerimizin, toplumsal muhalefetin kriz absorbe edebilme yetisinin sınırlarını fazla zorlamadan, ittifak gemisini hiç değilse seçime kadar yüzdürecek denli siyasi hüner göstermesine mecbur olduğumuz fırtınalı bir sürece sert giriş yaptık. Elbette Türkiye’nin yeniden anayasal demokratik hatta dönüşüne nezaret etmek gibi çetin yükleri sırtlanacağını umduğumuz sonraki hükümetin, istikrarlı ve uyumlu bir koalisyon pratiği geliştirmesi gibi süfli konular üzerine düşünecek halimiz yok. Şimdilik ümitlerimizin ufku öyle çok ötelere gidemiyor; başarılı olduğu takdirde diğer her şeyin öncülü olacak seçim ittifakı seçime sağ salim ulaşsın yeter. Bu yazı da son tartışmalardan bir adım geri çekilip, muhalif toplum olarak bu doğrultuda yapabileceklerimize odaklanmaktan fazlasını dert etmiyor.

AKP iktidarının anti-demokratik tasarruflarının son perdesi olan İmamoğlu davasının, muhalefetin aday belirleme sürecine müdahale etmek ve oyunun kurallarını değiştirmekle kalmayıp, de facto dikdörtgen şekilli 6’lı masanın iki başında oturan CHP ve İYİP arasında bir gedik açmayı becerdiği de su götürmez. Masamız bu esnada; yeni hükümetin programı, müstakbel cumhurbaşkanının kabinesi ve güçlendirilmiş parlamenter sistem gibi seçim sonrasına bırakılsa hayatımızdan pek de bir şey eksiltmeyecek konulara odaklanmışken, bizim şu emektar Millet İttifakı’nı hatırlayan pek kimse kalmadı. Cumhurbaşkanı adayını belirleyemediğimiz gibi, il bazında ittifakın ince işçilikle işbirliğini gerektiren milletvekilliği listelerinin hazırlanması ve sandık/seçim güvenliği gibi konularda mesafe kat etmek için de YSK’nın seçim takvimini açıklamasını bekliyoruz. Herhalde o zamana dek Kılıçdaroğlu’nun Akşener’e mesajlarını kurmaylarına tweet attırdığı ve Meral Akşener’in TV programlarında AKP’ye vurur görünüp CHP’ye sözler hazırladığı bir iki ay daha geçirebileceğimiz düşünülüyor.  

Şimdilerde herhalde sağ tarafta pek de geçer akçe olmayan demokrat merkezlik iddiasından aslına rücu ihtiyacı hisseden İYİP’in müesses ülkücü siyasileri, Millet İttifakı’nın kurulduğu o kadim günlerde bile CHP’yle ittifakın bir Katolik nikahı olmadığını belirtme gereği duyuyordu. İYİP’in kuruluşu ve Millet İttifakı’nın oluşması arasında kısa bir süre olduğu düşünülürse, o dönem halen genç olan İYİP’in, oyuna talip olduğu kırsal sağ piyasaya CHP’nin uzantısı olmadığını, müstakil bir siyasi yapı olduğunu gösterme ihtiyacı anlayışla karşılanabilir. Zaten ister Katolik ister seküler olsun izdivaç, akılcı bir temel üzerine inşa edilen bir menfaat ortaklaşmasından daha fazla anlam ifade etmesi gerekmeyen siyasi ittifak olgusunu tarif etmek için fazla yüklü, biraz da gülünç ve tuhaf bir metafor. Elbette CHP ve İYİP arasındaki o şey bir Katolik nikahı değil, olsa olsa us el verdiği müddetçe sürebilecek bir mantık evliliğiydi. O dönemde rastgele bir İYİP’liye sorulsa CHP’yle ittifakın yalnızca bir seçim ittifakı olduğu, seçimden sonra herkesin kendi yoluna gideceği söylenirdi. Velhasıl daha en başından biteceği vurgulanan bir münasebetti bu. İYİP zamanla rüştüne erişip, Millet İttifakı’nın işleyen bir birliktelik olduğu görülünce ve AKP sonrası için koalisyon ihtimali belirince, nihayet mukadder ayrılığın bahsi edilmez oldu ve nispeten dostane bir faza geçildi. Uzunca bir süredir de partiler farklılaştıkları konularda birbirilerine müdahale etmeden bir arada kalabilmeyi başardı. Kemal Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener arasındaki bu anlayış birliği, örgütlere ve partili kitlelere de sirayet etti. Sınır ötesi harekat tezkeresi gibi netameli konulardaki önemli farklılaşmalara rağmen meseleler büyük ölçüde profesyonel bir ittifak adabıyla ele alındı ve bu hadiselerin partiler arası ilişkilere neredeyse hiç etkisi olmadı.

Son altı ayda ise özellikle Kılıçdaroğlu’nun adaylık kampanyasının, herhalde pek çok CHP’linin de içine sinmeyen yürütülüş biçimiyle birlikte görünen o ki bir tür kırılma anı yaşamaktayız. Bunu görmezden gelmek yerine, böylesi bir kırılmayı nasıl yönetmek gerektiği üzerine konuşmanın daha faydalı olacağını düşünüyorum.

Evlilikler bir açmaza girdiğinde çiftler arasında gerçekleşen o malum konuşmanın yapılması gereken an geldi. Bizi bir araya getiren matematiksel gerekçeler geçerliliğinden hiçbir şey kaybetmedi. Ne İYİP ne CHP tek başına hareket ederek girişecekleri maceranın sonuçlarını göze alabilecek bir durumda. Halk seçim yaklaştıkça muhalefetten uyum ve işbirliği beklerken, muhalif seçmenin ekseriyetinde CHP’ye önü alınamaz bir tepki olduğu zannıyla masayı dağıtıp, bir araya hiç de kolay gelmemiş muhalefeti bölen taraf olarak %15’ten olmak da var örneğin. Bunun bir Katolik nikahı olmadığı hususunda mutabıksak da, muhalefetin mantıken ortaklaşan yüksek menfaatleri gereği CHP ve İYİP’in boşanmak gibi bir seçeneği yok. Ne var ki herkesin başına ağrılar vermeye teşne olan bu şiddetli geçimsizlikle de yola devam edemeyiz. Bu istisnai bağlamın partileri mecbur ettiği durum ışığında izdivacın nasıl sürdürüleceği konusunda yeni bir kavrayışa ihtiyaç var. Buradan itibaren artık bu zevksiz izdivaç metaforunu terk ediyor ve okuyucuyu huzura erdiriyorum.

Öncelikle anlaşmazlığın temelini oluşturan adaylık meselesinde CHP ve İYİP’in eşit belirleyiciliğini kabul etmek gerekir. Muhalefetin cumhurbaşkanı adayını belirlemek, hiçbir aşamasında partilerin iç işi değildir. Adayın kim olacağı elbette her partiyle istişare edilir, fakat CHP ve İYİP aday üzerinde anlaştıktan sonra, bu ikisi olmaksızın baraj altında kalacak diğer dört partinin adaylığı bloke edebilecekleri bir pazarlık güçleri yok. Dolayısıyla ‘eşit söz hakkı’ bahsinin, liderler arası siyasi nezaketin gerektirdiği bir norm olmanın ötesinde son kertede reel karşılığı olmadığını söylemek mümkün. Öyleyse, bunun doğal bir sonucu olarak, Akşener’in oluru olmadıkça Kılıçdaroğlu’nun ya da başka bir adayın masadan geçmesi mümkün değil.

Henüz adaylık meselesinin dahi konuşulmadığı anlaşılan masada ‘Akşener beş lidere karşı yalnız bırakıldı’ gibi varsayımlar ve bolca tevatür üzerinden beyhude gerilim yaratmaya lüzum yok.  Bu mesele dönüp dolaşıp neticede yine Kılıçdaroğlu ve Akşener arasında bir müzakereyle karara bağlanacak. Mevcut durum, Kılıçdaroğlu ve Akşener’in, kurmaylar ve parti örgütlerinin gerilimi tırmandıran tutumlarına izin vererek çatlağın yürümesine yeşil ışık yakmalarıyla bu hale geldi. Oluşan belirsizliğin keşmekeşinde muhalif kesimlerin birbirine bilendiği, liderler hakkında karşılıklı kara propagandanın alıp yürüdüğü ve çatlağın böylece giderek derinleştiği toksik bir noktaya varıldı. Şimdi ise hasar kontrol amacıyla edilen “kavga etmedik biz” kabilinden kuru sözler faydasız. Muhalefet, içine düştüğü durumdan ancak adaylığın daha fazla gecikmeksizin Akşener ve Kılıçdaroğlu arasında bir müzakere yoluyla karara bağlanmasıyla çıkabilir.

Liderler hakkında kara propaganda hadisesinin işteşliğini vurgulasak da, bazı İYİP çevrelerinde, CHP’lilerin hiçbirinde görmediğim kadar bariz şekilde CHP’yle çatlağı derinleştirme şehveti izliyorum. Bunda her ne kadar dillendirilmese de CHP’nin Kürt meselesi ve HDP konusunda İYİP’le aynı çizgide olmayışına dayanan bir kaygı devreye giriyor. Halbuki CHP’nin Kürt meselesinin demokratik aktörlerle mecliste çözüleceği hususundaki tutumunda yeni olan bir şey yok. Bu, Kılıçdaroğlu adaylığının ayırıcı özelliği değil; Türk sosyal demokrasisinin geçmişinde de öncülleri olan, CHP’nin ise on yıldır sürdürdüğü parti tutumudur. Bu hususta örneğin İmamoğlu da partinin tutumundan farklı bir noktada değil. İYİP’in seçime girebilmesi için 20 milletvekili transfer ederken de, Millet İttifakı sürecinde de, bugün de CHP’nin tutumunda bir değişiklik olmadı. Buna rağmen İYİP’e yakın kimi çevrelerin sözlerine bakılsa CHP’yle HDP’nin en sıradan temasını bile iktidar medyasını aratmayan bir komploculuk becerisiyle ele alan bir teyakkuz durumu seziliyor. Neticede AKP’nin izlediği yöntemin aksine, sorunları mecliste çözmeyi vaat eden bir parti olarak CHP’nin, bu meselede toplumdan gizli bir gündemle hareket etmesi söz konusu olamaz. Türkiye artık Birinci Dünya Savaşı’ndan miras anksiyeteleri, kinleri, toplumu bölen ve insanları ötekileştiren zihin yapısını aşmalı. Asırlık Cumhuriyet irticanın pençesinde güç bela direnirken; demokrasiyi, laikliği ve vatandaşlık bilincini önemseyen, bu müşterek çatı altında bir hayat tasavvur eden her toplum kesiminin ve siyasi grubun 2023’e ait, yeni asrın sorunlarına cevap veren bir siyaset kurabilme iradesi göstermesi gerek.

Son olarak, velev ki neticede bir şekilde Kılıçdaroğlu adaylığında karar kılındı; Akşener ise seçimi ikinci tura bırakmak pahasına başka bir aday göstermeye karar verdi. Bu halde bile partililerin temel düzeyde muhalif dayanışmayı yitirmeden ve birbirinin adayına karşı kampanya yapmadan paralel hattan yola devam edebilmesi gerekir. Geçmişte İnce ve Akşener kampanyaları sırasında buna hususiyetle dikkat edildiğini, muhalif adayların ve örgütlerin neredeyse hiç karşı karşıya gelmediğini anımsayalım. Bugün bu kadar hayati bir seçimde muhalif kesimlerinin birbirine aynı nezaketi ve dayanışma bilincini göstermemesi için hiçbir sebep olamaz. Elbette hiçbir parti oy almak üzere diğerinin eksik kaldığı noktada devreye girip daha iyi siyaset yaptığı için sorunsallaştırılamaz, fakat CHP seçmeninin liderine tepkisinden istifade etmeye dönük bir kişisel yıpratma politikasına girişmenin mevcut bağlamda muhalefetin insicamını ciddi şekilde bozma ihtimali var.

Parti örgütleri unutmamalı ki bu seçim kaybedilirse, partilerin birbirine karşı kampanya yaparak belki biraz artırabilecekleri milletvekili sayıları, muhalif halkın çoğunluğu için zerre önemli olmayacak. Muhalefetin bölünmesinin sebebiyet verdiği bir seçim başarısızlığı durumunda öyle bir öfke tsunamisi oluşacak ki siyasetçileri de, örgütleri de, partileri de siyasi hayattan silip süpürebilir. İşte bu yüzden bir kez daha bakılırsa görülecek ki hala birbirimizin dest-i ittifakına mecburuz.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu