Kamu Mülkiyeti Demokrasiyle İlgilidir – Jeremy Corbyn (Çeviri: Buğra Keleş)
Kamusal mülkiyet sadece daha verimli değil, aynı zamanda daha demokratik. Enerji, posta, su ve demiryolları gibi hayati hizmetleri ilgisiz CEO’lardan ve hesap vermeyen hissedarlardan geri alma zamanı geldi.
Perşembe günü Kraliyet Hemşirelik Koleji 106 yıl önceki kuruluşundan beri tarihindeki ilk grevi gerçekleştirdi. Personel eksikliği, uzun çalışma saatleri ve yeterli, yaşanılabilir bir ücret zammının yapılmaması on binlerce NHS[1] hemşiresini bu yola itti. Bir yıl önce kahraman olarak göklere çıkarılan, bu yıl ise aşevlerine muhtaç kalan hemşirelerin ücretleri 2010’dan bu yana reel olarak 3000£’den daha fazla düştü, hemşirelerin yüzde 75’i yükselen enerji faturalarını karşılamak için artık fazla mesai yaptığını söylüyor.
2022 yılı, Muhafazakâr Parti’nin bu ülkeyi siyasi çalkantılara sürüklediği bir yıl olarak hatırlanacak. Bununla birlikte yaşanan melodramın[2] ardında çaresiz insanları yoksulluğa iten ve orta sınıfın sınırlarını zorlayan bir hayat pahalılığı sorunu kendini gösteriyor. 2022 yılı ayrıca çocuk yoksulluğunun 2007’den beri göreceli olarak en yüksek seviyeye ulaştığı ve reel ücret artışlarında son 50 yıl içinde görülen en düşük seviyelerin kaydedildiği bir yıl olarak hatırlanacak. (Ortalama aylık gelirler 80£, kamu sektörü çalışanlarının aylık gelirleri ise 180£ gibi çok ciddi bir miktarda azaldı.) Asıl bunlar, gerçek skandallardır.
Bazı parlamenterler için 2022 yılı realite TV kariyerlerini başlattıkları yıl oldu.[3] Diğer bazıları için ise 2022, çocuklarına bu Noel’de hediye alamayacaklarını söyledikleri bir yıldı. Enerji şirketleri için bu yıl ceplerini sonuna kadar doldurdukları, Shell’in ise Rishi Sunak’ın liderlik yarışını önce kaybedip sonra kazandığı kısa sürede 8.2 milyar £’lik kâr elde ettiği bir yıl oldu. İskoçya merkezli çok uluslu bir şirket olan SSE, sadece bir yılda kârını 3 katına çıkarabildi. Dünyanın en büyük 7 petrol şirketinin toplam kârı neredeyse 150 milyar £’e yükseldi.
Hayat pahalılığı sorunuyla mücadele etmek; sorumsuz ve kimseye hesap vermeyen şirketlere, tüketicilerin sefaletinden ve dünyamızın yok edilmesinden kâr devşirme gücü veren mevcut ekonomik modelimize bir alternatif geliştirmemiz anlamına geliyor ve bu da bir değer, bir öğreti ve bir gelenek olarak hepimizi birleştiren demokrasiyi savunmak anlamına.
İşçi Partisi, geçtiğimiz günlerde “Şimdiye kadar Westminster’dan İngiliz halkına yapılan en büyük güç/yetki transferini duyurdu. 2019’da açıklanan manifestodaki politikaların birçoğunun yenilenmesini memnuniyetle karşıladım. Özellikle de Lordlar Kamarası’nın lağvedilmesi ve Birleşik Krallık’a bağlı ulusal hükümetlere, yerel makamlara ve belediye başkanlarına daha fazla yetki verilmesini. Bu politikaların, ülkenin coğrafi çeşitliliğini yansıtmasını sağlamak için aynı anda ve birlikte uygulanması gerekiyor. Uygulanırlar ise bunlar, İngiltere’nin bölgesel yeteneğinin, enerjisinin ve yaratıcılığının büyük bir kısmını boşa harcayan Whitehall[4]-merkezli mevcut yönetişim modelini âdem-i merkeziyetçi bir yapıyla değiştirecektir.
Fakat yetki devri, âdem-i merkeziyetçilik ve demokrasi sadece anayasal hususlar değiller. Bu ilkelerin ekonomimizi de şekillendirmesi gerekiyor. Bölgesel hükumetler de seçimle iş başına gelmeyen ikinci bir meclisin (Lordlar Kamarası) gizli kapılar ardında yaptığı gibi günlük hayatlarımızı etkileyen konularda söz sahibi olmak istiyor. Bu elbette, temel kaynaklarımızın üretilme ve dağıtılma biçimini de içeriyor.
Enerjiden suya; demiryollarından posta hizmetlerine küçük bir şirketler grubu temel kaynak ve hizmetlerin üretimini, sömürdükleri işçiler ve kanını emdikleri tüketicilerin aleyhine tekelleştiriyor. Bu kaynakların ve hizmetlerin üretilmesi ve sağlanmasında aslan payı işçilere ait, ancak bunların nasıl yönetileceğine karar veren ve kâr elde edenler, alakasız CEO’lar ve sorumsuz hissedarlar. İşçilerin ve tüketicilerin ürettikleri ve tükettikleri hizmetlerin nasıl yürütüleceğine kendilerinin karar vermeleri daha mantıklı olmaz mıydı?
Fiyatlar ve karlar bu denli artarken enerji, su, demiryolları ve posta gibi temel hizmetlerin ait oldukları yere; kamuya geri dönmesinin zamanı geldi. En önemlisi, bu kamu mülkiyeti yapısı, 1940’lardaki gibi kayırmalarla atanan kurullara[5] bir dönüş değil, sivil hesap verebilirliğin restorasyonunu sağlayıcı olmalı. Örneğin su; tüketiciler, işçiler ve yerel makamlar tarafından kontrol edilen bölgesel bir hizmet olarak tasarlanmalı ve su tasarrufu, atık su deşarjları, kıyı şeritlerinin korunması ve çevrenin korunması konularında çevre kurumlarıyla yakın çalışılmalıdır. Bu demokratik yapı, alakasız risk fonu yatırımcılarına ve hisse sahiplerine değil, halka ve yalnızca halka karşı sorumlu olacaktır. Enerji, su, demiryolu ve posta hizmetlerini demokratik bir kamu mülkiyeti yapısı altında toplamak, yerel halka kullandıkları kaynaklar üzerinde söz hakkı vermekle, bu kaynakların sürdürülebilir bir şekilde üretilmesiyle ve işçilerin, toplulukların ve gezegenin çıkarları doğrultusunda evrensel olarak dağıtılmasını sağlamakla ilgilidir.
Temel hizmetlerin ötesinde, birçok hizmetin sağlanması ve kaynak üretimi, yerel halkın kontrol etmesi gereken yatırımlar gerektirir. Bu nedenle, 2019 yılında, ülke genelinde kamu yatırımlarını en iyi nasıl yönlendireceğine -toplu olarak- karar verebilecek ve yerel paydaşlar tarafından yönetilecek Bölgesel Yatırım Bankaları kurma taahhüdünde bulunduk. Bu yatırımların sağlanmasında, kişilerin veya şirketlerin ne kadar kâr elde edebilecekleri değil, bir bütün olarak kamu yararı kriteri gözetilecektir.
Ekonomimizi demokratikleştirmek için iş yerlerini de demokratikleştirmemiz gerekiyor. İşçilere ekiplerinin nasıl çalıştığına ve ücret yapılarının nasıl organize edildiğine birlikte karar verme hakkı vererek iş yeri hiyerarşilerini ve ücret eşitsizliklerini sona erdirebiliriz. Kitlesel bir güç aktarımını başlatmak istiyorsak, serveti biriktirenlerden onu yaratanlara doğru yeniden dağıtmalıyız.
Yerel halk, karşılaştıkları sorunları ve onlarla nasıl başa çıkacaklarını herkesten daha iyi biliyor. Fikirlerimizi uygulamaya koyabilmek için bahsettiğim demokrasi, yetki devri ve ademi merkeziyetçilik ilkeleri kendi partilerimiz için de geçerli olmalıdır. Parti liderleri değil, yerel parti üyeleri adaylarını seçmeli, politika oluşturmalı ve hareketlerinin neyi temsil ettiğine kendileri karar vermelidir.
Karşı karşıya olduğumuz krizlere yaratıcı ve dönüştürücü çözümler için gerekli alanı ancak demokratik bir parti sağlayabilir. Zengin ve fakir arasındaki ayrımın her zamankinden daha derin olduğu bu dünyada amacımız, ülkeyi daha umut verici bir alternatif etrafında birleştirmek olmalı- hayatta kalmak ve gelişmek adına hepimizin birbirimize bağlı olduğunu kabul eden bir alternatif.
Bu alternatif, hayal ürünü, soyut bir ideal değildir. İşçiler, bu alternatif uğruna grev hattında mücadele ediyorlar. Hemşireler greve gitmeden önce bile 2022, işçi eylemlerinde rekor kıran bir yıldı. Grevdeki işçiler, her ne kadar önemli taleplerden biri olsa da yalnızca maaşlar için mücadele etmiyor. Yoksulluğun, açlığın ve eşitsizliğin olmadığı bir toplum için savaşıyorlar. Toplumun çıkarlarını, enerji şirketlerinin açgözlülüğünün önüne koyan bir gelecek için savaşıyorlar. Aslında hepimiz için savaşıyorlar.
Onların kolektif mücadelesi, bizlere demokrasinin aslen Westminster dışında olduğunu ve orada geliştiğini gösteriyor. Hükümet kararlı posta işçilerini ve demiryolu çalışanlarını genel halkın -görünüşe göre üniversite personelini, otobüs şoförlerini, avukatları, bagaj görevlilerini, memurları, ambulans şoförlerini, itfaiyecileri ve hayır kurumu çalışanlarını da dışlayan genel bir halk tanımı bu- düşmanı haline getirmek için elinden gelenin en iyisini yapıyor. Devasa ölçekli bu grevler gösteriyor ki, bu “genel halk” grevde olan işçilerin bizzat kendisi. 2022, muhafazakarların halkı aptal yerine koyduğu yıl olarak değil, halkın karşılık verdiği yıl olarak tarihe geçecek. On binler birleşerek net bir mesaj gönderiyorlar: “İşte demokrasi işte böyle bir şey.”
Orijinal metin linki: https://tribunemag.co.uk/2022/12/jeremy-corbyn-democracy-public-ownership-rail-mail-water-energy
[1] National Health Service, Birleşik Krallık’ta uygulanan sağlık sistemine verilen isim.
[2] Sırayla Boris Johnson, Liz Truss ve Rishi Sunak’ın başbakanlığa gelmesiyle devam eden süreç.
[3] İngiliz Sağlık Eski Bakanı Matt Hancock, Channel 4’da yayınlanan Celebrity SAS: Who Dares Wins isimli reality şova çıkmış, kazandığı ücretle İngiliz medyasında yer almıştı.
[4] Birleşik Krallık hükumetinin merkezi olarak bilinen cadde.
[5] Örneğin, Central Electriciy Board.