Demokrasi ve SolToplum ve Siyaset

William Morris’in Sosyalist Tahayyülü – Matthew Beaumont (Çeviri: Alper Kara)

Fakat bir komünist olarak, sömürgeci ve endüstriyel kapitalizm şartları altında vahşice emeğine el konulanların en sonunda yeryüzünü ve onun güzelliklerini zorla geri alabileceğine kanaat getiriyordu. Morris, mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesine, yani Marx’ın ifadesiyle toplumsal devrime kendini adamıştır.

Matthew Beaumont’un Jacobin’de yayınlanan yazısının Türkçe çevirisidir.

William Morris yalnızca parlak bir sanatçı ve tasarımcı değildi; aynı zamanda kapitalizmin ve emperyalizmin adaletsizliklerine karşı hiddetlenmiş kararlı bir sosyalistti. Morris, siyasi denemelerinden Hiçbir Yerden Haberler (News from Nowhere)’e kadar bize can alıcı bir miras bıraktı. 

William Morris 1899 yılında şöyle yazıyordu, “şunu söyleyerek başlamak istiyorum ki ben kendimi komünist olarak tanımlıyorum ve bu kelimenin yanına başka bir kelime ekleyerek nitelemede bulunmak istemiyorum.” Morris’in bu beyanı bugün pek çekici olmayan şöhretiyle uyumlu gözükmüyor. 

Erken yirmi birinci yüzyılda, yoğun dekoratif ve yüksek dokulu duvar kâğıdı tasarımları ve de on dokuzuncu yüzyıldaki Sanatlar ve Zanaatlar (Arts and Crafts Movement) hareketine öncülük edişi muhtemelen Morris’in en bilinen özellikleriydi. Görünüşe göre de çevrimiçi olarak Morris sıklıkla “duvar kâğıdı adamı” diye anılıyor. 

Ancak Morris’in komünist inancının beyanı karakteristik olarak açık sözlü bir davranıştı. Bir sanatçı olarak, açık sözlü olmanın siyasi ve riskli taraflarına duyarlıydı. Halihazırda orta sınıfın daha varlıklı üyeleri için modaya uygun ve son derece sofistike bir kumaş ve tekstil tasarımcısı olarak bir ünü olduğunun farkındaydı.

Açıkça Konuşmak

Kendisini sosyalist olarak ilan etmesinden kısa bir süre önce verdiği “Sanat ve Dünya Güzelliği” (Art and the Beauty of the Earth) konulu konferansta, “düşünmediği şeyleri büyük bir uzunlukta anlatmanın”, karşısında duran dinleyicilere hakaret olacağını vurguladı. “Açıkça konuşmak için izninizi ve müsaadenizi istiyorum, söz verdiğim gibi sözümü esirgemeyeceğim.” Kendinden emin bir şekilde, “doğrudan anlamı, cesur ve ivedi fikirleri” için değil bunu “beceriksiz ifade ediş şekli” için özür diledi. 

Böylece Morris açıkça konuştu, kasıtlı olarak sadece “doğrudan anlam” ile ilgilendi. Ama sözünü esirgemedi. İster kendi içinde büyüdüğü ve uzaklaşmak için çaba gösterdiği yönetici sınıfın maddiyatçı “filistinizm”ini kınarken ister kibar ama kesin olarak bazı yoldaşlarının anarşist politikalarından uzaklaşmaya çalışırken komünizmi olumlamasında tavizsizdi. Bu müdahalelerin ana noktası ve uzun soluklu başarısı kapitalizm tarafından “sanat ve dünyanın güzelliği”nin tahrip edilmesine kamuoyunun dikkatini çekmekti. 

Kendini komünist olarak niteleme fikri özellikle “cesur” ise ve dik başlı çağdaşlarının çoğuna şok edici şekilde “ivedi” göründüyse de bu aslında dikkatli, düşünceli ve zaman zaman, hiç şüphesiz dolambaçlı bir değerlendirmenin sonucuydu. Şunu da eklemek gerekir ki, on dokuzuncu yüzyılın sonu sosyalist mücadelelere aktif olarak dahil olmasının da bir sonucuydu. 

Muhakkak Morris dürtüselliğiyle ünlüydü. İngiliz Şair Alfred Noyes, 1896’da ölümünden sonra, tipik olarak onu şöyle nitelendiriyordu: “mantıksız, fevri, idealist, duygusal ve ateşli, tüm dünya ona aitmiş gibi yürüyen ve üzerinde bir Viking kafası taşıyan cüsseli, mavi giyimli, denizci, orta boylu bir figür”. 

Lakin bu karikatürize portre onun tutkulu mizacını ve görünüşünün mütevazı sıra dışılığını yakalasa da aynı zamanda dolaylı ve duygusal olarak onu dışlıyordu. İlk olarak, zengin ve ayrıcalıklı olanların yerine, yoksul ve haklarından mahrum kalmış insanlara ait bir dünya için savaşılmasına dik kafalı bir inancı olduğu için kutlanan birisini, “sanki bütün dünya kendisine aitmiş” gibi yürüyen biri olarak tanımlamak aksi ve belki de duygusuz olarak gözükmektedir. 

Morris, on dokuzuncu yüzyılın sonlarındaki Hristiyan sosyalistler gibi sabır ve tevazu sahibi olanların dünyayı miras alacağına inanmamış olabilir. Fakat bir komünist olarak, sömürgeci ve endüstriyel kapitalizm şartları altında vahşice emeğine el konulanların en sonunda yeryüzünü ve onun güzelliklerini zorla geri alabileceğine kanaat getiriyordu. Morris, mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesine, yani Marx’ın ifadesiyle toplumsal devrime kendini adamıştı. 

İsyana Meyilli 

19. yüzyıl yönetici sınıfının bu çocuğu, kırklı ve ellili yaşlarının sonunda, tam da orta sınıf insanların giderek daha gerici hale gelmesi gereken dönemde nasıl oldu da kendisini önce sosyalist sonra komünist olarak tanımlamaya başladı? 1834’te doğan Morris, bakır ve kalay madenlerine yatırım yaparak hatırı sayılır derecede servet kazanmış bir finansçının oğluydu. 

1847’de babasının ölümünden sonra, Morris’in ailesi İngiltere’nin güneybatısındaki yeraltında çoğu zaman katlanılmaz şartlar altında çalışanlardan elde edilen kazançla hayatlarını idame ettirdiler. 

Sosyalist tarihçi E.P Thompson Morris’in biyografisinde şöyle yazıyordu: “Düzenli olarak kayda değer kâr payı geldi ve bu kaynakları, sıkışık ve kötü havalandırılan şaftların derinliklerinde yaşanan ıstırapları işaret eden hiçbir şey taşımıyordu.”

Orta yaşlarında yazdığı hızlı tempolu orta çağ kurguları gibi Epping Ormanı’nda at sırtında özgürce dolaşmanın keyfini tattığı çocukluğunun ardından Morris, ergenlik çağında bir yatılı okula gönderildi. Bu yönetici sınıfın serasında, okulun otoriter rejimi ve yarı-kasıtlı olarak beslenen zalim alışkanlıklara sahip zorbalarla çatışmaya girdi. 

Evini özlüyordu ve burayı hiç sevmedi. Geriye dönüp baktığında, metanetli bir şekilde, “beyinleri ve duyguları olan çocukların sert ve aptal olanlar” tarafından hoş karşılanmadığını belirtti. Ancak, “çürümüş lahanalar gibi yetişmekten mesut olan” öğrencilere nazaran, gençliğindeki duyarlılığının en azından onu “canlı ve arzulu” kıldığı, sevinçleri ve acıları keşfetmesini sağladığı düşüncesiyle kendisini teselli etti. 

Thompson’ın izlenimine göre, 1852 yılında Morris Oxford’a geldiğinde “kesinlikle isyana meyilliydi”. Bir nebze Hristiyan ortaçağcılığından bir nebze de romantizmden ilham aldığı bu kadim ve muhafazakar üniversitede, Morris gittikçe on dokuzuncu yüzyılın ortalarındaki ticarileşmeye ve faydacılığa karşı çıkmaya başladı. Kısacası, bir anti-kapitalist olmuştu. 

Ruskin ve Emek 

Şair ve ressam olarak hayallerini geliştirdiği bu çevrede, zamanın önde gelen sosyal ve kültürel eleştirmeni John Ruskin belki de onun üzerinde en büyük etkiye sahip kişiydi. Morris’in öğrenci olduğu vakitte yayımlanan “Venedik’in Taşları (1851-53)” (The Stones of Venice 1851-53)’nın önem arz eden ikinci cildinde, Ruskin endüstriyel üretime saldırdı ve kehanetvari bir tonda “çalıştırılan kişilerin makineye indirgenmesine” ateş püskürdü. 

Eğer bu süreç işçinin yabancılaşmasına sebep olduysa, sanatın da indirgenmesine yol açtı. Ruskin, sanatın yalnızca emeğin kolektif ve yaratıcı bir süreç olarak işlendiği toplumlarda geliştiğini savundu. Morris, ideal sosyal koşullar altında sanatın etkili bir biçimde yabancılaşmamış emek ve yabancılaşmamış emeğin etkili bir biçimde sanat olduğunu Ruskin’den öğrendi. 

Bu önerme, endüstriyel kapitalizme karşı Morris’in estetik eleştirisinin temelini oluşturdu ve bu eleştiri artarak ekonomik ve siyasi eleştiriyi de beraberinde getirdi. “Nasıl Sosyalist Oldum” (How I Became a Socialist) (1894) adlı eserinde Ruskin hakkında şöyle söylemişti: “Onun sayesinde memnuniyetsizliğime nasıl şekil vermem gerektiğini öğrendim.” Daha sonrasında açıklamasını şöyle sürdürdü: “Güzel şeyler üretme arzusunun yanı sıra, hayatımın önde gelen tutkusu modern medeniyetin nefreti olagelmiştir.” 

Buradaki yapıcı ve yıkıcı dürtüleri ayıramayız. Morris’in güzel şeyler üretme arzusu, endüstriyel kapitalist toplumun çirkin ve sömürücü toplumsal ilişkilere dayanması gibi basit bir nedenle yarattığı çirkin şeylere karşı alternatif bir ütopya bulma girişimiydi. 1877 yılında kurduğu Eski Binaları Koruma Cemiyeti (Society for the Protection of Ancient Buildings)’nde görüldüğü gibi geçmişteki güzel şeyleri koruma arzusu da aynı sebeptendi. 

Morris, kapitalizmin insan emeğinin ürettiği diğer tüm ürünler gibi sanatı da estetik değeriyle değil sömürüye dayalı bir ekonomik sistem içinde değişim değeriyle nitelenen bir metaya dönüştürdüğünü gördü. Kendisi yalnızca bir zanaatkar ya da sanatçı olarak değil- zarif kitaplar, sandalyeler ve halılar kendileri için, kullanım değeri için üretildiğinden- bir şirket sahibi olarak da sakallı Viking başını bu inatçı gerçeğe karşı vuruyordu. 

Bu şirket, Morris and Co., ürettikleri için demokratik umutlarına rağmen yalnızca orta-üst sınıf pazarın ihtiyacını karşıladı. Morris, Walter Benjamin’in meşhur iddiasındaki betimlediği diyalektiği yaşadı: Hiçbir medeniyet belgesi yoktur ki aynı zamanda barbarlık belgesi de olmasın. Kapitalist toplumda güzel şeylerin bile çirkinleştirildiğinin farkına vardı çünkü az sayıda imtiyazlı insanların bu güzel şeylerle keyif sürmesine izin veren sömürücü sistem görmezden gelinip veya örtbas edilirken geniş halk kitlerinin erişimi imkansızdı. 

Politik Laboratuvar

1870’lerin ikinci yarısında Morris, Osmanlı emperyalizminde İngilizlerin de suç ortaklığının bulunmasına dair kampanya yürüten Doğu Sorunu Derneği (Eastern Question Association)’ne aktif şekilde dahil oldu. Yine de her şeyden önce estetiğin onu politikaya sürüklediğini iddia edebiliriz. 

Morris kendisinin sosyalist olmasında herhangi bir “geçiş dönemi” yaşamadığını ve 1880’lerin başında, aniden bu ideolojiye döndüğünü vurguladı. Bütün kadınların ve erkeklerin “eşit koşullarda yaşayacakları” bir toplumun oluşturulması için gerekli olan sosyal dönüşümün ölçeğini anladığı anda, bu idealin gerçekleştirilmesinde en ufak bir umut olabilmesi için siyasi bir partiye katılması gerektiğini idrak etti. 

Ancak bu siyasi otobiyografi Morris hakkında önemli bir gerçeği atlıyor: bu dönüşümünden önceki Ruskin’in sezgilerini yansıtan ve onları uygulamaya koymaya çalışan bütün kariyeri bir “geçiş dönemi”ni oluşturmuştu. 

1883 yılında Morris, daha sonra ismi 1884 yılında daha açık bir sosyalist örgüt haline geldiğinde Sosyal Demokrat Federasyon (Social Democratic Federation) olarak değiştirilecek olan Demokratik Federasyon (Democratic Federation)’na katıldı. SDF’nin fraksiyonel parçalanmaları ve lideri H.M. Hyndman’ın otoriterliği neredeyse hemen Morris’i alternatif bir arayışa sürükledi. Aralık 1884’te Marx’ın en genç kızı Eleanor ve birçok aktivist ile beraber Sosyalist Birlik (Socialist League)’i kurmak için grubu terk etti. 

Her iki örgütünde üyesi olarak, Morris, emperyalizme – “düzenbazlık, adaletsizlik ve şiddetin bileşimi olan egemenliğe” – ve kapitalizme durmak bilmeden saldırdı. Ancak yorulmak bilmeden mücadele ettiği örgüt sonunda fraksiyon mücadeleleri ile bölünmüş açıkça devrimci parti olan Sosyalist Birlik idi. 

1880’lerin ikinci yarısında Morris’in aktivizmi, grev hatlarında ve gösterilerde sayısız konuşma yapmak ve Birlik’in gazetesi olan Commonweal için sayısız makale göndermekti. Marksist geleneğe kendi mizacına özgü ve parlak yaratıcı katkıda bulunabilmesi için burası bir laboratuvar görevi görmüştü. 

İstismar Edilmemiş Varoluş 

Bu katkı nelerden oluşuyordu? Muhtemelen 1960’lardan önce hiçbir sosyalist, kapitalizmi ekonomik ve sosyal ilişkiler sistemi olarak acımasızca eleştirmekle kalmayıp aynı zamanda Morris’in “Sanat ve Dünya Güzelliği” üzerindeki yıkıcı ve bozucu etkilerini sabırla anlamaya bu derecede bağlı değildi. Morris, kapitalizm altında yaşanan, yoğun bir şekilde hissedilen bir deneyim olarak insani yabancılaşmanın büsbütün kapsamını kavrayışında eşsiz bir yerdedir. 

Morris, yirmi birinci yüzyıla insanların doğayı araçsallaştırmaktan ve sömürmekten vazgeçtiği, özgürleşmiş, yabancılaşmamış bir toplum için hem sağlığı hem de itibarı açısından büyük bireysel bedeller ödeyerek savaşmış biri olarak ilham verici bir örnek teşkil eder. Morris, kendi deyimiyle “dünya üzerinde istismar edilmemiş bir varoluş” için mücadele etti. Onun komünizmi açıkça ekolojikti. 

Bunlara ek olarak, muhtemelen 1960’lardan önce, kapitalizmin ortadan kaldırılmasının pratiği için ütopyacı düşüncenin önemini titizlikle ve hayal gücüyle öne süren başka bir sosyalist yoktu. Bu kesin olarak kendisini sosyalist olduğu kadar komünist de ilan ettiği noktaydı. 

Bu şekilde yaparak, Morris, Marx ve Engels’in Komünist Manifesto’da belirttiği politik prensiplerle ve 1871 Paris Komünü’nün tarihsel başarısıyla aynı eksende bulunmayı istedi. Fakat onun kendisini bir komünist olarak tanımlaması, zamanın reformcularının aksine, hiçbir sınırlama getirmeden savaştığı şeyin işaretiydi: Tüm insanlar için tam eşitlik koşulları ve bu koşulların ötesinde durmayan herhangi bir Sosyalist yönelim sadece toplumun mevcut durumuyla bir uzlaşmadır. 

Morris kendini bir komünist olarak ilan ettiği açık mektubunda şöyle yazıyordu: Toplumun geleceği üzerine spekülasyon yaparken kendimizi boş ifadelerden kurtarmaya çalışmalıyız. Morris’in kendi komünizmine dair en güzel edebi amentüsü olan ütopik romanı Hiçbir Yerden Haberler (News from Nowhere) (1890-91) toplumun geleceğine dair spekülasyon yapmanın ve bu vazifeyi “boş ifadelerden” kurtarmanın ivedi politik önemini değerlendirdi. 

Morris kitapta, canlı bir şekilde tekrar inşa ettiği şiddetli bir devrimden sonra yüz yıldan fazla bir sürede evrimleşmiş bir post-kapitalist toplum olan İngiltere’yi resmetti. Burada, coşkulu, çoğu zaman ise dokunaklı bir düzyazıda, gelecekte şimdiki yönetici sınıfın çıkarları uğruna yağmalanmaktansa, sanatın ve yabancılaşmamış emeğin ayırt edilemez hale geldiği ve doğanın kaynaklarının tüm toplumun iyiliği için kullanıldığı ve dünyanın güzelliğinin korunduğu komünist bir toplum vizyonu vardı. 

Morris, Hiçbir Yerden Haberler (News from Nowhere) eserindeki olayları kendi zamanından iki yüz yıl öteye yerleştirdi, yani İngiltere’deki sosyalist devrimi 1950’li yılların başı olarak tarihlendirdi. Kapitalist sistemin ömrüyle ilgili iyimserliği elbette hatalıydı; fakat, küresel kapitalizmin ürettiği birbiriyle örtüşen sosyal, ekolojik ve jeopolitik krizlerle karşılaştığımızda, bugün Morris’in hayal gücüne ihtiyacımız var. 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu