DünyaToplum ve Siyaset

Mücadeleyi Büyütmek – Marcelo Musto (Çeviri: Erhan Arca)

Paris Komünü’ne hayat veren bir liderin ya da bir avuç karizmatik figürün itici gücü değildi; ayırt edici özelliği, açıkça kolektif boyutuydu. Kadınlar ve erkekler ortak bir özgürleşme projesini sürdürmek için gönüllü olarak bir araya geldiler. Özyönetim bir ütopya olarak görülmedi

Bu yazı Marcelo Musto’nun The Statesman’da yayımlanan yazısının izin ile Türkçeye çevirilmiş halidir.

Fransa burjuvazisi her zaman tümüyle ayrıcalıklı olmuştur. 1789 devriminden bu yana, refah dönemlerinde zenginleşen tek kişiler burjuvalarken, çalışan sınıf düzenli olarak krizlerin yükünü taşımıştır. Ancak Fransa-Prusya Savaşı sırasında Napolyon III’ün yaşadığı yenilgi bir değişim fırsatı sundu. Sosyal adaletsizlikleri değiştirmeyecek muhafazakar bir hükümetin, savaş yükünü en yoksun olanlara yükleme ihtimali, 18 Mart’ta yeni bir devrimi tetikledi. Başka bir seçeneği olmayan Adolphe Thiers ve ordusu, Versay’a çekilmek zorunda kaldı.

Demokratik meşruiyeti sağlamak için isyancılar hemen serbest seçimler düzenlemeye karar verdi. 26 Mart’ta, Parislilerin ezici bir çoğunluğu (190.000 oy karşısında 40.000) isyanın motivasyonunu onayladı ve seçilen 85 temsilciden 70’i devrimi desteklediklerini açıkladı. 28 Mart’ta çok sayıda vatandaş, artık resmi olarak Paris Komünü adını alan yeni meclisin kutlandığı şenlikler için Hôtel de Ville çevresinde toplandı. Ne yazık ki, bu kutlama yalnızca 72 gün kadar sürse de on dokuzuncu yüzyıl işçi hareketi tarihinde en önemli siyasi olaylardan birisi oldu ve aylar süren zorluklar karşısında tükenmiş bir nüfus içindeki umutları yeniden alevlendirdi.

Halkın sık gittiği mahallelerde Komün’e destek vermek adına kurulmuş komiteler ve gruplar ortaya çıktı, metropolün her köşesi dayanışmayı yaymak ve yeni bir dünyanın inşasını planlamak için girişimlere ev sahipliği yaptı. En yaygın duygulardan biri, başkalarıyla paylaşma isteğiydi. Komün’e hayat veren liderin veya bir avuç karizmatik figürün itici gücü değildi; onun temel özelliği açıkça kolektif boyutuydu. Kadınlar ve erkekler ortak bir özgürleşme projesini sürdürmek için gönüllü olarak bir araya geldiler. Özyönetim bir ütopya olarak görülmedi. Kendini özgürleştirmenin temel görev olduğu düşünülüyordu. Yaygın yoksulluğu durdurmak için alınan ilk iki olağanüstü hal kararnamesi, tefeci dükkanlarında değeri 20 frangın altında olan eşyaların satışının ve kira ödemelerinin dondurulmasıydı. Eşit oranda yetkiye sahip dokuz komisyonun da; savaş, maliye, genel güvenlik, eğitim, asgari geçim, emek ve ticaret, dış ilişkiler ve kamu hizmeti bakanlıklarının yerine geçmesi planlanıyordu.

19 Nisan’da, yani neredeyse anında boşalan 31 sandalyeyi doldurmak adına yapılan seçimlerden üç gün sonra, Komün, Fransız Halkına yönelik olarak, “bireysel özgürlük, vicdan özgürlüğü ve çalışma özgürlüğünün mutlak garantisini” ve ” vatandaşların toplumsal işlere kalıcı müdahalesini” bir bildiri ile kabul etti. Paris ile Versay arasındaki çatışmanın “yanıltıcı uzlaşmalarla sona erdirilemeyeceği” doğrulandı; halkın savaşma ve kazanma hakkı ve de “zorunluluğu” vardı. Bu metinden bile daha önemli olan, Komünarların siyasi iktidarın toptan dönüşümü için mücadele ettiği somut eylemlerdi. Bir dizi reform, siyasi yönetimin yalnızca yöntemlerine değil, doğasına da hitap ediyordu.

Komün, seçilmiş temsilcilerin geri çağrılmasını ve bağlayıcı yetkiler ile temsilcilerin eylemleri üzerinde kontrol sağlanmasına katkı verdi (ancak bu, karmaşık siyasi temsil sorununu çözmek için hiçbir şekilde yeterli değildi). Sulh yargıçlığı ve diğer kamu daireleri de kalıcı denetime ve olası görevden alınmaya tabi tutuldu. Hedef, kamusal alanın profesyonel politikacıların alanı haline gelmesini engellemekti. Politika kararlarının küçük memur gruplarına bırakılmaması, halk tarafından alınması gerekiyordu. Ordular ve polis güçleri artık toplumdan ayrı kurumlar olmayacaktı. Devlet ile kilise arasındaki ayrım da vazgeçilmezdi. Ancak siyasi değişim vizyonu bu tür önlemlerle sınırlı değildi; daha derin köklere iniyordu.

Bürokrasiyi büyük ölçüde azaltmak için iktidarın halkın eline geçmesi gerekiyordu. Toplumsal alan, Henri de Saint-Simon’un önceden savunduğu gibi, politikanın üstünlüğünü ele almalıydı. Böylece politika artık uzmanlaşılmış bir işlev olmaktan çıkıp, kademeli olarak sivil toplum faaliyetine entegre olur ve de sosyal yapı, devlete devredilmiş olan fonksiyonları geri alır. Var olan sınıf yönetimi sistemini devirmek yeterli değildi; sınıf yönetiminin kendisinin sona ermesi gerekiyordu. Tüm bunlar, Komün’ün bileşenlerinin kurtuluşunu destekleyen özgür, gerçekten demokratik birliklerin bir birliği olarak cumhuriyet vizyonunu yerine getirebilirdi. Bu, üreticilerin kendi kendini yönetmesiyle sonuçlanacaktı. Komün, sosyal reformların siyasi değişiklikten daha da önemli olduğunu savunuyordu. Bu, varoluşunun nedeniydi, kuruluş ilkelerine olan sadakatinin barometresiydi ve bu devrimi önceki devrimlerden farklılaştıran temel unsurdu. Komün, açıkça sınıf bağlantıları olan birden fazla tedbiri kabul etti. Borç geri ödemeleri için son tarihler üç yıl ertelendi. Kiralarını ödeyemeyenler için tahliyeler durduruldu ve yeni çıkartılan bir kararnameyle, başını sokacak bir evi olmayan insanlar için boş konutlara el konulmasına izin verildi. Çalışma gününün kısaltılması adına planlar yapıldı, işçilere yaygın olarak uygulanan ve haksız bir şekilde maaşlarından kesilen para cezası uygulamaları yasaklandı. Asgari ücretler için ise kayda değer bir seviyeye belirlendi. Gıda arzını mümkün olduğunca artırmak ve fiyatları düşürmek için her türlü çaba gösterildi. Nüfusun zayıf kesimleri adına, terk edilmiş kadınlar ve çocuklar için gıda bankaları gibi, çeşitli türde sosyal yardımlar genişletildi. Bunun yanı sıra meşru ve gayrimeşru çocuklar arasındaki ayrımcılığın nasıl sona erdirileceği konusunda tartışmalar yapıldı.

Tüm Komün üyeleri, eğitimin bireysel kurtuluş ve ciddi bir toplumsal, siyasi değişimin temel faktörlerinden biri olduğuna samimiyetle inanıyordu. Okul, hem kızlar hem de erkekler için ücretsiz ve zorunlu hale gelecekti; dinden ilham alan eğitim, yerini rasyonel, bilimsel çizgiler doğrultusunda laik öğretime bırakacaktı. Özel olarak atanan komisyonlar ve basın, kadınların eğitimine yatırım yapılmasına yönelik pek çok ikna edici argümana sayfalarında yer verdi. Eğitimin gerçek bir “kamu hizmeti” olabilmesi için “her iki cinsiyetten çocuklara” eşit fırsatlar sunması gerekiyordu. Dahası “ırk, milliyet, din veya sosyal konuma dayalı ayrımlar” yasaklanmalıydı. İlk pratik girişimler, teorideki bu tür ilerlemelere eşlik etti ve birden fazla bölgede binlerce işçi sınıfı çocuğu ilk kez okul binalarına girdi. İlk kez okula giren çocuklar sınıf malzemelerini de ücretsiz olarak aldı.

Komün ayrıca sosyalist nitelikte önlemler de benimsedi. Şehirden kaçan işverenler tarafından terk edilen atölyelerin işçi kooperatif birliklerine devredilmesi gerektiğine karar verildi. Tiyatrolar ve müzeler, herkese ücretsiz olacak şekilde kolektifleştirildi.

Komün, yasama meclisi tarafından onaylanan eylemlerden çok daha fazlasıydı. Komün’de kentsel mekanı yeniden şekillendirmenin hedeflendiği, Vendôme Sütunu’nun yıkım kararıyla gösterildi. Bu sütun, barbarlık simgesi ve kınanması gereken bir savaş sembolü olarak görülüyordu. Ayrıca, bazı ibadet yerlerini laikleştirerek toplumun kullanımına sunma fikri de yıkımın kararını destekler nitelikteydi. Ulusal ayrımcılığa yer yoktu ve yabancılar Fransızlarla aynı sosyal haklara sahip olup, aynı ayrıcalıklardan yararlanıyordu.

Kadınlar, toplumsal düzenin eleştirisi konusunda önemli bir rol oynadı. Birçok durumda kadınlar, burjuva toplumun normlarını ihlal ederek, ataerkil ailenin değerlerine karşı yeni bir kimlik ortaya koydular ve ev içi mahremiyetin ötesine geçerek kamusal alanla etkileşime girdiler. “Kadınlar Birliği” stratejik toplumsal mücadeleleri belirlemede merkezi bir rol oynadı. Kadınlar; lisanslı genelevlerin kapatılmasını sağladılar, kadın ve erkek öğretmenler için eşit haklar kazandılar, “eşit işe eşit ücret” sloganını buldular, evlilikte eşit hakları ve özgür sendikaların tanınmasını talep ettiler. Bunun yanı sıra işçi sendikalarında yalnızca kadın odalarını da desteklediler. Askeri durumun kötüleştiği Mayıs ortasında Versay’ın Paris kapılarına dayanmasıyla, kadınlar silaha sarıldı ve kendi taburlarını kurdular, birçoğu siperde son nefesini verdi.

Paris Komünü, Versay orduları tarafından vahşice ezildi. “Kanlı hafta” olarak adlandırılan 21-28 Mayıs haftasında toplamda 17.000 ila 25.000 sivil katledildi. Bu olayın üzerine genç Arthur Rimbaud, Fransız başkentini “kederli, neredeyse ölü bir şehir” olarak tanımladı. Fransa tarihinin en kanlı katliamıydı. 43.522 kişi mahkum edildi. Bu mahkumlardan 100’ü, askeri mahkemelerde gerçekleştirilen duruşmasız yargılamaların ardından idam cezasına çarptırıldı. Hapishaneye ya da zorunlu çalışmaya gönderilen veya New Caledonia gibi uzak bölgelere sürülen kişi sayısı ise 13.500. Thiers hükümetinin olağanüstü şiddetini bir kenara bırakarak, muhafazakâr ve liberal basın, “doğal düzenin” geri getirilmesinden dolayı büyük bir rahatlama duydu. Ancak Paris’teki isyan, işçi mücadelelerine güç verdi ve onları daha radikal yönlere itti. Paris, amacın kapitalizmden tamamen farklı bir toplum inşa etmek olduğunu göstermişti. Komün, sosyo-politik değişim fikrini ve bunun pratik uygulamasını somutlaştırdı. Devrim kavramıyla, işçi sınıfının ontolojik deneyimi eşanlamlı hale geldi. Paris Komünü, işçilerin bilincini ve kolektif algısını değiştirdi. 150 yıl sonra bile, kırmızı bayrak dalgalanmaya devam ediyor ve bize her zaman bir alternatifin mümkün olduğunu hatırlatıyor.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu