21. Yüzyılda Devrim Ne Anlama Geliyor? – Mark Beissinger ile Röportaj
Dünyanın neredeyse her bölgesinde büyük kitlesel protestoların yaşandığı bir çağda yaşıyoruz. Ancak yirminci yüzyılda bildiğimiz toplumsal devrimler hiçbir yerde gözlemlenemiyor. Neden?
Mark Beissinger ile Jacobin’de yapılan röportajın Türkçeye çevrilmiş halidir.
Yirmi birinci yüzyıl siyasetinin merkezinde ilginç bir çelişki var. Sosyal devrim ihtimali, ortaya çıktığı on sekizinci yüzyıldan itibaren hiç olmadığı kadar ulaşılması uzak gibi görünüyor. Fakat aynı zamanda da hükümetleri devirmek için örgütlenen geniş çaplı protestolar dünyanın her yerinde adeta kır yangını gibi yayılıyor. Sokakları geniş çaplı protestolarla sarsılan ülkelerin bir kısmının listesi bile inanılmaz: Cezayir, Brezilya, Şili, Çekya, Ekvador, Mısır, Fransa, Hong Kong, Irak, Kazakistan, Kırgızistan, Lübnan, Porto Riko, Rusya, Sırbistan, Güney Afrika, Sudan ve Ukrayna pek çoklarının arasında sayılabilir. 2010’lu yılların tarihi yazılırken, Arap Baharı, Siyahi Yaşamlar Değerlidir ve Wall Street işgali tarihin sayfalarında önemli bir yer tutuyor.
Bu protestoların her biri büyük insan topluluklarını sokaklara taşıdı. Üstelik bazen de bu protestolar bir hükümeti düşürdü ya da vakti gelmiş bir diktatörü sürgüne yolladı. Fakat en iyi ihtimalle sonuçları karmaşık oldu. En başarılı olanları kısmen daha fazla demokrasi ve eşitlik getirirken en başarısız olanları ise karşı devrim baskısı altında ezildi.
Mark Beissinger’in son kitabı, The Revolutionary City: Urbanization and the Global Transformation Rebellion, sivil şehir devrimlerini ve ortaya çıktıkları hızla sahneyi terk etme eğilimine sahip olduklarını anlamamıza yardımcı oluyor
Beissinger, Jacobin’e katkı veren editör Chris Maisano ile kitabın ana temalarını, bildiğimiz anlamda devrimlerin neden bittiğini ve gelecekte devrimin neler getirebileceğini anlattı.
C. M.: Devrim nedir?
M. B: Sosyal hareketler literatüründe ve çağdaş devrim çalışmalarında kullanıldığı haliyle oldukça doğrudan bir anlam veriyorum: Devrim, işbaşında olan hükümetin kendi halkı tarafından rejim değişimi ve ciddi siyasal yahut sosyal değişimleri sağlamak amacıyla kuşatılmasıdır. Troçki’nin kullandığı haliyle devrim, yurttaşların aşağıdan örgütlenme yoluyla rejimin kontrolünü ele almasıdır.
Devrim, ilk ortaya çıktığı on yedi ve on sekizinci yüzyıllardan beri evrimleşen bir kavramdır. Antik çağda devrimlerin olup olmadığıyla ilgili bir tartışma vardır. Eğer vardıysa farklı bir yönde ve oldukça kısıtlı çaptaydı.
Örneğin, bazıları Antik Atina’da devrimlerin olduğunu inanır. Ancak Antik Atina’nın toplam nüfusu, en azından özgür olanları oldukça azdı (yaklaşık, en fazla, yüzbin insan kadar). Atina çağdaş ulus devlete kıyasla oldukça farklı bir şehir devletiydi. Ancak modern çağdaki devrimler üzerine düşündüğümüz zaman çok fazla sayıda insanın modern ulus devletle ve onun bölgesel hırsları, ekonomik çıkarları ve geniş örgütlenmiş siyasal çıkarlarından bahsediyoruz.
Devrimler tarih boyunca pek çok farklı amaçla meydana gelmiştir. Büyük çoğunlukla toplumun monarkların yetkilerini sınırlama amacıyla başlamışlardır. On dokuzuncu yüzyılda toplumun sınıfsal yapısını hedef alan bir evrime uğradılar ve sosyal bir yön kazandılar. Bu sosyal yön uzunca bir süre baskın oldu. Ancak bu süreçte her zaman siyasal devrimler meydana geldi, ancak bu devrimlerin siyasal yönü sosyal yönlerinden hep önce geliyordu.
Monarşi karşıtı devrimlere ek olarak demokrasi elde etmek amacıyla, kolonyal bir güçten veya varolan bir devletten özgürlüğü kazanmak amacıyla, ırksal veya etnik hiyerarşiyi alaşağı etmek amacıyla ve seküler devleti İslami bir hüviyete büründürmek amacıyla devrimler oldu. Devrimin tarih boyunca yüklendiği çeşitli amaçlar tükenmez.
Kitabım temel olarak devrimlerin zaman içinde nasıl evrimleştiği üzerine. Bütün farklı çeşitlerdeki devrimlerin detaylarını incelemiyorum. Ben özellikle devrimlerin ortaya çıkışının azalması ve sosyal devrimlerin marjinalize oluşu ve sivil şehir devrimlerinin ortaya çıkışını inceliyorum. Sosyal devrimler on dokuzuncu yüzyılın ortalarında altın çağını yaşadı. Ancak son on yıllarda sosyal devrimler sönümlendi ve baskıcı ve yozlaşmış diktatörlükleri hedefleyen devrimler sosyal devrimler yerine katlanarak arttı. Bu devrimlerin yerinin kaymasıyla birlikte gerçekleşti; devrimler kırsaldan merkeze geldi. On dokuzuncu yüzyılda sosyal devrimler bir şehir fenomeni olmaya yatkındı. Ancak yirminci yüzyılın ortalarında kırsal bölgeye geçtiler ve kırsal olmaya başladılar.
C.M.: Kentsel sivil devrim nedir?
M. B.: Sivil şehir devrimleri dünya çapında devrimin baskın formu haline gelmeye başladı. Sivil şehir devrimleri, silah gücü yerine mümkün olduğunca fazla insan kitlesini şehir merkezindeki boş alanlarda harekete geçirip bu sayının gücüyle rejim değişikliğini amaçlar. Mümkün olduğunca fazla insan kitlesini bir araya getirmeye çalıştıkları için bu kitleyi oluşturan koalisyon kimliği çeşitlidir. Dünya çapında bu devrim tipinin baskın hale gelme nedenlerinden biri kırsaldan kente milyonlarca insanın göçü ile ilgilidir, büyük şehirleşme hareketi dünyamızın doğasını da değiştirdi.
Aslında çok yüksek sayıda insanın şehirlerde merkezileşmesine değin bu devrim tipini yirminci yüzyılın sonlarına kadar görmüyoruz, 1900’de 13 civarında şehrin bir milyondan fazla nüfusu vardı. Bugün bu sayı 548’dir. Bugün çok sayıda insanı çok geniş kalabalıklar haline getirmek ve rejim değişikliğini amaçlamak bir yüzyıl öncesine göre oldukça kolay.
Geleneksel olarak devrim silahı içeren bir olgudur. Ancak silahlı devrim aşama kaybediyor çünkü devlet, şehirlerde aşkın miktarda silahlı güce sahip. Devlet, inanılmaz rakamlarda silahlı savaşçıya sahip, daha iyi silahlar, daha iyi eğitim kapasitesi var ve bu kuvvetler özellikle hükümetlerin merkezini oluşturan şehirlerde birikmeye yatkın. Bu devrimcilerin halihazırda on dokuzuncu yüzyılda keşfettikleri bir olguydu.
Örneğin Engels, devrimcilerin şehirlerde devlet ile karşı karşıya kaldıklarında büyük ateş gücü sahipliği nedeniyle dezavantajlı olduklarını yazmıştı. Tam da bu yüzden silahlı devrimciler kırsaldan şehirçevrelerine yirminci yüzyılın ortalarında taşındılar. Bu süreçte sosyal devrimciler, önceleri gerici kesimler olarak düşündükleri ve sosyal dönüşümler yerine çoğunlukla toprak sahipliğine odaklandıklarını düşündükleri köylülerin devrimci potansiyelini keşfetti.
Yirminci yüzyılda sivil şehir devrimlerini uygun hale getiren şehirleşmeden başka faktörler de vardı. Geç on dokuzuncu yüzyıl ve erken yirminci yüzyıl başlarında hükümetler silahsız kitlelere karşı oldukça şiddet içerikli yöntemler kullandı. Erken yirminci yüzyıl başındaki silahsız devrimci kalabalıklar bugüne kıyasla 6 kat daha fazla ölümle karşılaşma riskiyle karşı karşıyaydı çünkü hükümetler onları vurmaya veya üzerlerinden geçmeye daha yatkındı. Bu yüzden devrimciler kendilerini savunma amacıyla silahlanmaya başladı.
Ancak bugün kalabalıklara müdahale etmenin ölümcül olmayan yolunun icat edilmesiyle silahsız devrim çok daha az tehlikeli hale geldi. Ancak hala ciddi tehlike barındırıyor. Görüldüğü haliyle bugün hala devrimci kalabalıklardaki insanlar hedef alınıp öldürülebiliyor. Ancak geçmiştekine kıyasla çok daha az bir şekilde.
Sivil şehir devrimlerinin neden yirminci yüzyılın sonlarına kadar ortaya çıkmadığının bir de teknolojik açıklaması var. Örneğin erken yirminci yüzyılda geniş kalabalıkların ortasında belli bir mesafeden insanları duyamazdınız çünkü ses yükseltici sistemler yoktu. Naziler ilk defa ses yükseltme sistemlerini geniş gösterilere ve sokak geçitlerine uygulayana kadar insanlar kalabalıklar arasında on metreden ötesini duyamazdı ki bu da 1930’lara kadar ancak mümkün olabilmişti. Daha erken dönemlerde devrimciler mobilize etmek amacıyla büyük oranda yerel mahalle ve fabrika ağlarına dayanmaktaydı. Bu da kısıtlı miktarda kalabalık demekti.
Ancak yirminci yüzyıl sonlarına doğru bütün bunlar değişti. Televizyon ve internetin ortaya çıkışıyla birlikte teknolojik olanakların büyük değişime uğraması daha geniş kitleleri harekete geçirmeye olanak sağladı. Dijital teknolojiler devrim sürecini, görselliği ve eşzamanlılığı öne çıkararak siyasal sınırları büyük bir hızda dönüştürdü.
Siyasal ve uluslararası ortam sivil şehir devrimlerini ortaya çıkaracak şekilde değişti. Ve insanların şehirde birikmesi devrimci meydan okumanın silahtan insan sayısına geçmesine zemin hazırladı. Böylece bugün devrimler önemli ölçüde geçmiştekilerden farklı – sadece şehirlerde yer almalarıyla değil aynı zamanda sahip olduğu tüm doğasıyla birlikte.
C. M.: Şehirlerin kendisi de bundan onlarca yıl öncesinden veya yüz yıl öncesinden sosyal yapı fiziksel çevre ulusal ve uluslararası pazar ve benzeri yönleriyle farklı. Ben New York’ta yaşıyorum ve şu anda kırk yaşındayım. Şu anda çocukluğumdakinden oldukça farklı. Şehrin doğasında gerçek bir dönüşüm yaşandı ve benzer bir süreç diğer şehirlerde de yaşandı.
Neoliberal çağda şehrin sosyal yaşantısındaki dönüşüm sivil şehir devrimlerinin ortaya çıkışını nasıl etkiledi?
M. B.: Devrimci mücadelenin doğasını etkileyen fizyonomide sosyal yapıda şehirlerin karakterinde iki yüz yıl boyunca birçok dönüşüm yaşandı. On dokuzuncu yüzyılı ve endüstrileşmeyi düşündüğünüz klasik durum şuydu, diyelim ki Paris, iktidar merkezinde yoğun biçimde yerleşmiş olan işçi sınıfı vardı. Bu yoğun işçi sınıfı barikat savaşı için uygun ortam sağlıyordu.
Fakat başkaldırılarla mücadele amacıyla hükümetler bu mahalleleri dağıttı. Mahalleler temizlendi ve geniş açık alanlar yerlerinde yapıldı. Paris’te bu Hausmann ile ilgiliydi ve daha sonra dünyanın başka yerlerinde taklit edildi. Devletler güçlendikçe aynı zamanda geniş tören alanları yaratmak için arayış halindeydi. Ve şehirler büyüdükçe daha geniş caddeler ve bulvarlar insanların hareket ihtiyacı amacıyla genişletildi. Bu geniş bulvar ve meydanlar silahlı ayaklanmalar için uygun değildi. Ancak bugün aynı yerlerde büyük rakamlarda insanlar devrimci kalabalıklar oluşturabiliyor.
Kısaca bu alanların açılması şehirler için fiziksel ortamlar sağlarken kentsel sivil devrim oluşturabilecek kalabalıkların temelini oluşturuyor.
Neoliberalizmin de aynı zamanda şehirlere etkileri oldu. Bir örnek olarak, burjuvalaştırma, yoksul kesimi ve işçi sınıfını şehirlerin fiziksel anlamında çevrelerine itti. Şehir yoksulları genellikle sivil şehir devrimlerine varlıkları nispetiyle katılmıyorlar. Aksine eğitimli orta- üst sınıf daha ciddi biçimde katılmakta. Burjuvazi ve kapitalist sınıftan bahsetmiyorum. Genelde onların çıkarlarını ilgilendiren bir durum olmadan kapitalistler genelde devrimlere katılmaz. Onlar genellikle hâkim sınıfa eklemlenmeye yatkındır. Ancak eğitimli hizmet sınıfı çelişkili biçimde dahil olur.
Kitabımda dört farklı kentsel sivil devrimi, devrimlere kimlerin katıldığını araştırmak için temsili ulusal araştırmaları kullanıyorum – iki tanesi Ukrayna bir tanesi Mısır devrimi bir tanesi de Tunus’tan-. Araştırmalar bu örneklemlerde toplumdaki nüfuslarına oranla daha yüksek katılım sergilediklerini göstermekte. Ancak aynı zamanda bu kalabalıklara katılanların çok çeşitli oldukları da görünmekte, yalnızca sınıfsal açıdan değil aynı zamanda siyasal anlamda da bu geçerli. Sivil şehir devrimleri oldukça çeşitli bir koalisyondur. Rejimi yerinden etmek için yalnızca üst orta sınıftan insanları bir araya getirecek kalabalığı oluşturamazsınız.
Bu çeşitlilik onların amaç ve taleplerine yansıyor. Karşıtlık temelli ittifaklar çevresinde oluşuyorlar ve belli bir değişim setini hayata geçirmek amacıyla değil yozlaşmış baskıcı rejimi tasfiye etmek amacıyla oluşuyorlar. Bu bağlamda sivil şehir devrimleri demokratik devrimler olarak çerçevelendirilebilir. Ancak araştırmaların gösterdiği üzere çoğu katılımcı demokratik değerlere zayıf bağlılık gösteriyor. Dahası, sivil ve siyasal özgürlükler üçte bir yahut dörtte birini oluştururken çoğu katılımcıyı katılıma motive eden sorunlar yozlaşma ve ekonomik sorunlardır.
Neoliberalizmin etkileri açısından, önemli sayıda devrim neoliberal reformların şehir nüfusu üzerindeki etkisinden doğuyor, kamu hizmetlerindeki daralma yahut topluma dayatılan fiyatlandırmanın yükselmesi gibi. Ancak neoliberal reformlardan doğan bir kıvılcım da vardır. Bütün sivil devrimler neoliberalizme cevap olarak ortaya çıkmıyor. Neoliberal küreselleşme şehirleri yeni bir yolla birbirine bağladı ve devrimlerin yayılma ve hızlanması olgularını genişletti. Devrimlerin ülkeler arasında yayılması küreselleşmenin bir sonucu olarka daha belirgindir.
C. M.: Devrimci tutum kavramı devrimci çalışmalar için merkezidir. Vladimir Lenin’in üç parçalı devrimci tutum kavramsallaştırması vardır. Ona göre ezilen ve baskılanan sınıflarının sefaletinin çok ağırlaştığı zamanlarda yönetici sınıfın yönetme kabiliyetini sürdüremez hale geldiği durumlar ortaya çıkar ve bu iki durum sebebiyle insan kitleleri tarih sahnesine çıkar.
Bu konsepti nereye koyarasınız?
M. B.: Çağdaş akademisyenler çoğunlukla Lenin’in kavramının ötesine geçmiştir. Devrim yalnızca baskı seviyesindeki yakınmanın derinliği değildir. Bunlar asla öngörülemez devrimdir. Çoğu insanın sessiz yakınmayla sessiz bir biçimde yüzleştiğini çalışmalar göstermektedir. Kesinlikle bu yakınma durumu önemlidir. Fakat bu devrimleri tek başına açıklamakta yeterli olmaz. Lenin’in kendisinin de üzerinde durduğu gibi liderlik önemlidir. Kaynaklar önemlidir. Fırsatlar önemlidir. Fakat bunlar da devrimlerin ortaya çıkışını tamamıyla açıklamaz, herkesin bildiği gibi bunlar öngörülemez.
Devrimci tutumun ne olduğu konusunda araştırmacılar çoğunlukla ipucunu aynı devlet üzerine egemenlik iddia eden iki egemenlik iddiasını ikili egemenlik olarak ele alan Troçki’den alır. Troçki açıkça Geçici Hükümet ve Sovyetlerin iki çatışan güç merkezinin baskınlık için yarıştığı Rus Devrimi üzerine yazmıştı. Aynı hükümet üzerinde iki farklı resmi güç merkezinin mücadelesi her zaman karşılaşılan bir durum değildir. Çağdaş devrimlerde bazen, devrimin liderliği yayıldığında mevcut rejimin egemenliğini reddediyor ve görevdeki rejimin alternatifi daha örtülü oluyor.
Leninist kavramsallaştırma oldukça yapısal. Ancak devrimci durumlar yalnızca yapısal durumlar meselesi değildir. Reform ya da baskı durumunu açık devrime dönüştürebilen hükümet ya da muhaliflerinin etkileşiminden doğar. Bu durumlardan ortaya çıkabilecek birçok olasılık vardır ve hükümetlerin ve muhaliflerin birbirlerine olan reaksiyonlarından yüksek oranda öngörülemez devrimler çıkar.
Bu demek değildir ki devrimin hiçbir yapısal sebebi olmasın. Kitapta gösterdiğim gibi sivil şehir devrimlerini ortaya yüzde 80 gibi yüksek oranda öngörülebilir yapısal durumlar vardır: yüksek oranda yozlaşmışlık, orta düzeyde baskı, uzun süredir iktidarda olan liderler petrol kaynaklarının yetersizliği ve alt- orta düzeyde gelişmişlik.
Ancak bu durumlar aynı zamanda devrimin abartılı düzeyde tahminine yol açabilir. Bu şartlar temel alındığında olması gerekenden çok daha fazla devrim bekleyebilirsiniz. Bu devrimleri başlatan fiyat zıplamaları finansal krizler ve uluslararası savaşlar gibi tetikleyici unsurları da hesaba katar.
Hükümet ve muhalefet arasındaki etkileşimlerin devrimi ortaya çıkarmadaki rolü yapısal durumların devrimi abartmasında rol oynar. Örnek olarak bir meydan okumaya yanıt olarak hükümetler ortaklık yoluyla yanıt verebilir. Buna alternatif olarak reform yahut baskı yoluyla da yanıt verebilir. Bu bazen devrimci meydan okumanın hızını kaybetmesine yol açabilir.
Muhaliflerin birbirleri arasında iş birliği yapmasına engel olan sorunlar ortaya çıkabilir. Kitapta yapısal şartlara dayanarak normalden daha yüksek ihtimalle devrim olması beklenen bazı yerleri araştırdım, ancak devrim olmadı oralarda ve ben de neden yüksek ihtimale karşı devrim olmadığına baktım. Bulduğum eylemlilik hali ve bu durumlarda seçimlerin yarattığı farklılıktı.
Devrim yapısal bir olgudur. Genellikle olmasını beklediğimiz yerde belli yapısal durum setleri ile meydana gelir. Yine de devrim insanların verdiği kararlara bağlıdır. Devrimci mücadele aşamasında hatalar oldukça yaygındır. Bütün bu sebeplerden dolayı ortaya çıktıklarında bizi şaşırtırlar.
C. M.: Devrimlerin, rutin siyasal mücadeleden daha az ya da daha fazla amaçlarına ulaşmada başarılı olduğu şeklinde bir bulguya rastladınız mı?
M. B.: Bunu söylemezi zor. Bütün rutin siyasal mücadele ya da reformist hareketlerin üzerinde daha az rastlanan devrimlerde olduğu gibi kontrole sahip değiliz. Örneğin reform hareketlerinde devrimlere göre asıl amaçlara ulaşmada daha az ya da çok başarılı olunduğunu söyleyemem. Değişim zordur.
Ancak belli amaçlara ulaşmada değişimi sağlamak için yöntem olarak devrimden uzaklaşmanın olduğunu söyleyebiliriz sanırım. Örneğin, 1970’lerin sonundan ve 1980’lerin başından beri gücü ele geçirme amacıyla başarılı bir devrim olmadı ve 1990’ların ortalarından beri göreceli olarak az sayıda toplumsal sınıf dönüşümünü sağlamaya yönelik durumlar ortaya çıktı. Ancak toplumun sınıf yapısını değiştirme amacıyla seçim sandığı veya hükümetleri başka şekilde etkilemeye yönelik devrimci olmayan hareketler biliyoruz. Devrim, sosyal yapıyı değiştirmek için daha az etkili bir yöntem haline gelmiş olabilir. Bunun bir nedeni toplumun sosyal yapısını değiştirmenin toplumu bölme eğilimde olması ve büyük şiddetli bir direniş ortaya çıkarmasıdır, bu da sosyal devrimin daha şiddetli ve ulaşması daha zor bir yoludur.
C. M.: Kitabınızda çalıştığınız bir konu olan Ukrayna’ya daha yakından bakalım. Ukrayna şu anda orada yaşanan savaştan dolayı haberlerde. 2004’teki Turuncu devrim ile 2013-2014 yıllarındaki Yevromeydan devrim gibi iki büyük kentsel sivil devrim kitabınızdaki bazı ana temaları ve argümanları nasıl aydınlatıyor?
M. B.: Bana göre Turuncu devrim tam bir tipik kentsel sivil devrimdir. Yozlaşmış ve baskıcı hükümetin seçim hilesine başvurmasıyla ortaya çıkan ve toplumun geniş kesimlerinde direnişe yol açarak ortaya çıkmıştır. Mümkün olan en fazla olan insanı şehirlerin geniş alanlarında rejimi değiştirmek amacıyla harekete geçirmeyi amaçlamıştır. Ve çok sayıda insanı harekete geçirme konusunda inanılmaz başarılı olmuştur. Kiev’in merkezinde milyonlara varan insan kalabalıkları olmuştur.
Ancak hemen akabinde devrimdeki baskın olan karşıt koalisyon gücü ele geçirdikten hemen sonra dağılmıştı. Bir arada kalamayacak kadar çeşitliydi. Aynı zamanda mirasçısı olduğu durumu bir kenara itmeyi ya da dönüştürmeye çalışmamıştır ve yozlaşma büyümeye devam etmişti. Bu da 2010 yılında devrimin kıvılcımına sebep olan aday Yanukoviç’in 6 yıl daha başkan seçilmesine yol açan bir durumu ortaya çıkardı. Böylece devrim sonucu güçten uzaklaştırılan insanlar tekrardan, sandık yoluyla devrimde ortaya çıkan koalisyonun dağılmasıyla iktidara geldi.
Bu irade eksikliği sivil şehir devrimlerinin tipik bir özelliğidir. Çok fraksiyonlu hükümetler kurarlar. Bunun bir sebebi oldukça minimalist, karşıtlıktan doğan amaçlara sahip olmaları ve mümkün olan en çok sayıda insanı bir araya getirme çabalarıdır. Bunlar basitçe yozlaşmış ve baskıcı bir hükümeti uzaklaştırmayı amaçlar ve ne için mücadele ettiklerinden çok neye karşı mücadele ettiklerini merkeze alır. Eğer sayının çokluğuna güvenecekseniz, geniş kitleler tarafından kabul edilmiş amaçlara sahip olmalısınız. Eğer sayıların gücüyle yaşarsanız, sayıların gücüyle ölürsünüz.
Elbette Ukrayna’da ikinci bir devrim daha oldu çünkü büyük ölçüde ilk devrimi ortaya çıkaran yozlaşma ve baskıyı ortadan kaldırılmamıştı. İkinci devrim olan Yevromeydan devrim bir haliyle devleti değiştirmede daha başarılı oldu. Ancak bunu yaparken oldukça zorlandı çünkü büyük ölçüde Yuvankoviç’in inşaa edip ondan miras aldığı yozlaşmış devleti devraldı. Kesinlikle yüzleştiği modern zorlukların bir kısmı savaşla ilgili. Ancak Rusya’nın Kırımı ilhakı ve işgali Ukrayna toplumunu devrim halinde asla gerçekleşmeyecek şekilde birleştirdi. Bu, Zelenski etrafında yozlaşmaya karşı ciddi mücadeleye gelişen yeni bir koalisyonun oluşmasına da sebep oldu.
C.M.: Bu Mübarek’i devirmeyi başaran geniş çaplı karşıt koalisyonda jeopolitik element eksikti.
M.B.: Kesinlikle. Mısırdaki koalisyon arından gelenlere karşı kendisini bir arada tutamadı. Dağıldı ve ardından işler o kadar kötü bir noktaya vardı ki Müslüman Kardeşler ile Mübarek’i devirmek için ittifak yapan liberaller, Mübarek’in ordusundan kalanlar ile Müslüman Kardeşleri devirmek için ittifak yaptı. Mısır devriminin trajedisi olan bu hikâye ve bildiğimiz kadarıyla sonuçlarının oluşturduğu şartlar bugün kendini inanılmaz baskıcı bir ortama bıraktı.
Sivil şehir devrimlerinin başarılı olması için çoğunlukla onları bir arada tutacak dışarıdan bir tehdide ihtiyacı vardır, çünkü onların doğal eğilimi iktidara geldikten sonra parçalanmaktır.
C.M.: Kitabınızın temel yönlerinden bir tanesi devrim ve şiddet arasındaki ilişki ve zaman içerisinde bu ilişkinin nasıl değiştirdiği. Kitapta belgelediğiniz gibi devrimci şiddette dikkate değer bir azalma var özellikle yirminci yüzyılın ikinci yarısından beri. Ancak siz devrimlerin son yıllarda daha şiddetli olduğunu söylüyorsunuz.
Şu anda Ukrayna’da yaşanan korkunç şiddetli savaş bu durumun bir yansıması gibi görünüyor. Ukrayna jeopolitik konumu boyutuyla devrimci durum açısından eşsiz midir yoksa gelecek bir şeylerin habercisi midir, özellikle uluslararası arenada gördüğümüz güç rekabetleri yeniden alevlenirken?
M. B.: Genel olarak, uzun dönemde devrimde şiddet dikkate değer oranda azaldı. Devrimci iç savaşlar yirminci yüzyılın ilk yarısına ya da soğuk savaş dönemine oranla daha az rastlanır hale geldi. Bu savaşlarda bile ölümler daha az meydana geldi. Silahsız devrimlerde bile ölümcül şiddet azalmaktadır.
Ukrayna’nın Rusya ile ilişkisi ve bunun savaşı nasıl tetiklediği göz önüne alındığında Ukrayna’nın benzersiz bir durumu vardır. Ama devrimci şiddette uzun dönemli bir azalmadan sonra, farklı bir şekilde de olsa devrimler bugün daha şiddetli bir hale gelmeye başlıyor. Özellikle şehirlerde iç savaş yerine daha isyan merkezli şiddet görüyoruz. Bunu Yevromeydan devriminde gördünüz. Hükümet baskısına yanıt olarak çok yüksek sayıda insanı harekete geçiren kentsel sivil devrim olarak başlayan şey şiddetli sokak isyanına evrildi. Ancak kentsel sivil devrim Yanukoviç hükümetini uzaklaştırma kapasitesine sahip değildi.
Kentsel sivil model kendi amaçları bağlamında düşünüldüğünde oldukça başarılıyken, kendine yüklediği amaçları uygulamak için seçtiği hedefler iktidardan devirmek için oldukça zordu. Protestocular, sayılarla devrilmeyecek kadar daha baskıcı hükümetlerle karşı karşıya geldiler. Bu hükümetler kentsel sivil eylemlerle nasıl başa çıkacağını, onların mekânsal özellikleriyle ve kendilerini nasıl tüketeceği zamana kadar beklemeyi öğrenmişti. Bunu Belarus’ta da görebilirsiniz. Sayıların gücünün bu başarısızlığı birçok farklı durumu daha ayaklanmacı bir yönteme doğru itti. Yani evet, daha şiddet yanlısı oluyorlar, ama sivil savaşa yerine sokak şiddetlerine bakılırsa.
C.M.: En azından bildiğimiz anlamıyla sosyal devrimler çağının bittiğini öne sürüyorsunuz. Bu yalnızca Soğuk Savaş’ın bitişinin ve Sovyet Bloku’unun dağılmasının bir yan ürünü mü yoksa rol oynayan başka etkenler de mi var?
M. B.: Kesinlikle sovyetlerin çöküşünün buna katkı veren bir etkisi oldu. Ama mesele bundan daha kapsamlı. Theda Skocpol’un genellikle konu üzerine model kabul edilen sosyal devrim üzerine klasik çalışmasını ele alalım. Skocpol, devrimlerin köklerini tarımcı-bürokratik toplum dediği sosyal formasyona dayandırır. Tarımcı- bürokratik toplumlar üretilen artık değerin hükümet ile hükümetin ittifak yaptığı gruplar arasında paylaşılan toplumlardır. Bu ondokuz ve yirminci yüzyıllar boyunca devrimlere karşı hassas tipik toplum modelidir.
Ona göre, sosyal devrimler tarihsel olarak toprak eşitsizliği ve toprağa erişim eksikliği ile yakından ilgilidir. Bunlar tipik olarak köylü toplumlarda ortaya çıkar. Sosyal devrimlerde hareketlenme şehirlerde ortaya çıksa ve kent sınıfı tarafından yönetilse de kötlü tabakası hala baskındır. Ancak yirminci yüzyılın sonlarına doğru bu tarımcı- bürokratik toplum yokolmaya başlamıştır.
Ne olmuştu? Şöyle ki, üçüncü dünya komünist devrimleri aristokrasi sınıfını toptan ortadan kaldıran devrimlerden geçti. Ardından, sosyal devrim tehdidinin bir sonucu olarak başka yerlerde reformlar yapıldı ve bu reformlar sosyal reform potansiyelini ortadan kaldırmaya yönelikti. Toprak eşitsizliği dünya çapında hala yaygındır. Ancak pek çok toprak parçası nüfus arasında birçok yerde yeniden bölüştürülmüştür ve bu sosyal devrim tehlikesini bastırmıştır.
Böylece devasa insan kitleleri şehirlere yöneldi. Bu insanlar kimdi ve şehirlere göç edenler kimlerdi? Tipik olarak silahlı isyana katılacak genç erkeklerdi. Şehirlere göç ettiklerinde arkalarında orantısız biçimde yaşlı ve kadın nüfusunu kent çeperlerinde bıraktılar, bu bırakılan insanlar şehirden gelen maaş desteklerine ve yardımlara bağımlı insanlardı. Yani karaya ulaşım artık bir geçim kaynağı olarak önemli değildi ve genellikle şehirlerdeki maaşlara ulaşım toprakların yerini aldı. Kent çeperlerinde yeşil devrime benzer gelişmeler oldu, belli şehirlerde kent çeperlerinde verimlilik artmaya başladı böylece insanlar daha fazla üretebildi.
Sonuç olarak bu aristokrasi sınıfının ana çözücülerinden biri demokratikleşme oldu. Çalışmalar toprak elitlerinin demokratik reformlar yoluyla güçlerini kaybettiklerini göstermektedir.
Bütün bu etkenlerin toplamı tarımcı- bürokratik toplumu sarstı. Yani bildiğimiz anlamda sosyal devrimler artık gerçekleşmiyor, yalnızca Sovyetler Birliği’nin çözülmesinden ve Soğuk savaşından bitmesinden dolayı değil. Sovyetler Birliği sosyal devrimler yaratmadı. Sovyetler birliğinin temel amacı dünya devrimlerine mühimmat sağlamaktır. Aksine devrimci duruma zarar veren şartlar daha da kötüleşti ve bunun yerine daha fazla insan şehirlere göç etti. Bu yüksek sayıda insan hareketi ise kentsel sivil devrim modeli için besleyici çevreyi oluşturdu.
C.M.: Bu sosyal devrimlerin daha kentleştiği şartlarda herhangi bir devrim ihtimali öngörüyor musunuz? Bu şartlar altında sosyal devrim yeniden mi tahayyül edilmeli?
M. B.: Yeniden tahayyül edilmek zorunda. Sosyal devrimin tarımcı- bürokratik modeli artık çalışmıyor. Ancak sosyal eşitsizlik hala mevcut ve zamanla daha da kötüye gidiyor. Yani sosyal devrimi destekleyen unsurlar kentleşmiş toplumlarda ortadan kalkmış değildir. Tarımcı- bürokratik toplumların zayıflama süreci sosyal devrimin modelinde marjinalleşmiş ve daha da kötüleşmiş olabilir. Ama bu başka yöntemlerle bir devrim modeli inşa edilemeyeceği anlamına gelmez.
Böylesi bir model, kentlileşmiş karakterli toplumu düşününce silahların değil sayıların gücüne dayanacaktır. Yani böyle bir model genel anlamda sosyal devrim arayışı içinde olan ağır biçimde ideolojikleştirilmiş ve bir önceki gibi toptan bir model olmayacak. Tekraren, eğer sayıların gücüne güvenilecekse çözülmesi gereken geniş insan kitlelerinin nasıl çekileceğidir ve bu sizin taleplerinizi sulandıracaktır. Aynı zamanda devletin zor kullanan kuvvetleri şehirlerde yoğunlaştığı için kentlerdeki silahlı devrim alan kaybetmektedir. Bu işe yaramayacaktır, en azında belli sayılardaki örneklerde. Sınıfsal eşitsizliklere işaret eden yeni bir devrim modeli daha farklı olmak zorundadır.
An itibariyle ele alınan pek çok mesele sandık yoluyla çözülmeye çalışılmaktadır. Genel konuşmak gerekirse demokrasi devrimin önemli bir çözücüsüdür çünkü hayatınızı tehlikeye atmaya gerek yoktur, hükümetinizi sandık yoluyla değiştirebilirsiniz.
C. M.: Kitabınızda beni gerçekten etkileyen bir grafik var. Bu GSYİH ve demokratikleşme eşiklerinin aşıldığı durumlarda sosyal devrim olaylarının sıklığının nasıl sıfıra düştüğünü anlatan bir çizgi grafik.
M. B.: Bütün devrimci olaylar, bu bağlamda. Genellikle belli bir demokratikleşme aşamasına ulaştıktan sonra devrim olmaz. Devrimler demokrasilerde görülebilir ancak çok, ama çok nadir. Yumuşak karın ise orta derecede baskıdır- her açık rejimde ve çoğu baskıcı rejimde değil ancak çoğunlukla baskıcı rejimler demokrasiye kıyasla devrimi yaşıyor.
Demokratik gerilemenin sahneye çıktığı yer burasıdır. Bugün demokrasinin geleceğini bilemiyoruz. Büyük bir şüphe ve tehdit altında. Demokrasilerde dünya çapında gerileme ve otoriter rejimlere doğru ilerleme görülüyor. Eğer demokrasiler otoriter yönetim biçimlerine geri dönerse bu devrimi daha çekici bir ihtimal olarak gündeme getirir.
C. M.: Gerileme derken demokrasinin tam anlamıyla ortadan kaldırılmadığı ama esasında ne kadar insan oy verirse versin ciddi bir değişiklik veya hükümet değişikliği olmamasını mı kastediyorsunuz?
M. B.: Evet, aklımdaki buydu – ancak dahası da var, diktatoryal gücün herhangi bir kısıtlamaya tabi olmadan büyümesi. Devrimlerin bu şartlar altında yaşandıına dair örnekler bulunuyor. Asıl soru, insanların seçim sandığında bu eğilimleri kısıtlamak için ne kadar etkisi var. Hükümetlerini değiştirmeye yönelik iradeleri olduğunda bunu sandık yoluyla yapabiliyorlar mı?
C. M.: Modern çağda devrim kavramı neredeyse tamamıyla sol, demokratik ve ilerici siyasal gelenekle özdeşleşti.Ancak bugün, devrimci yatkınlığın merkezi belli açılardan sağa kayıyormuş gibi görünüyor. 6 Ocak Olayı burada Amerika’da oldu ve Bolsonaro destekçileri Brezilya’da seçimleri kaybettiklerinde bunu taklit etti. Devrimci ddianın siyasal aksının kaydığını düşünüyor musunuz?
M. B.: Tarihsel olarak sağ kanat devrimleri belli aralıklarla yaşadık. Benzeri görülmemiş bir durum değil. Mussoli’ninin yükselişi bir devrim olarak yorumlanabilir ve aslında kitabında bunu devrimci bir olay olarak sayıyorum. Yani kesinlikle mümkün.
Ben 6 Ocak Olayını devrimci bir olay olarak saymazdım, büyük ölçüde çünkü, zaten iktidarda olan birinin iktidarını koruması için yapılmıştı. Diğer bir şey ise devrimci olayın mahkûm edilmiş olması. Tek seferlik bir olaydı. Bir devrim yerine ayaklanmaya daha yakın derdim. Bir kuşatma sokağa çıkıp her ne olursa olsun rejim değişikliğine ulaşmak için bir çeşit adanmışlık içermelidir.
6 Ocak Olayında Kongreyi bastılar ve ardından eve gittiler. Bazıları, bence doğru biçimde, 6 Ocak Olayını “kendine- darbe” Latin Amerika’da bilindiği haliyle autogolpe oalrak değerlendirdi. Bu, bir lider iktidarını sürdürmek istediği zaman kendine darbe yapıp nihayetinde kuvvetli biçimde bastırıp hükümetin kontrolünü tamamıyla ele geçirmek istemesidir.
Şanslıyız ki 6 Ocak “kendine- darbe’si” engellendi, tıpkı Bolsonaro’nun Brezilya’da denediği gibi. Adanmışlık ve kitsel bir kuşatmadan yoksundu, bir devrimden ziyade ayaklanmaya benziyordu, ve kendine darbe bir rejim değişikliği değil Bolsonaro’nun iktidarda kalmasını hedefliyordu.
C. M.: Umarım gelecekte sizin açıkladığınız bir kuşatmaya girişmezler.
M. B.: Bu gerçekleşebilir. Devrim bütün farklı sosyal güçler tarafından kullanılır- yalnızca liberallerin ya da solcuların malı değildir. Gerçekleşmesi oldukça mümkün.