Demokrasi ve Sol

Halk Fırkasından CHP’ye, 100. Yılda Sosyal Demokrasiyi Yeniden Öne Çıkartmak – Halil Sarıgöz    

Geçtiğimiz aylarda gerçekleşen seçimlerde de gördük ki, sağa yanaşmak zaferi getirmiyor. Başarı soldayken, kimliğini saklamadan, sağa gitmeden sağdan oy almakta yatıyor. Umut soldadır, umut ve gelecek sosyal demokrasidedir.

Cumhuriyet Halk Partisi denildiğinde kuşkusuz akla gelen ilk şey, Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu parti olmasıdır. Köklerini Sivas Kongresinden, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinden, Milli Mücadele kadrolarından alan CHP’lilerinde muhakkak ki en büyük övüncü budur. Zira hemen her Cumhuriyet Halk Partilinin daimi sloganı “CHP, İçişleri Bakanlığına dilekçe verilerek kurulmuş bir parti değildir, CHP kurtuluş savaşının meydanlarında var olmuştur”  söylemi olmuştur. CHP, dünyanın en eski partilerinden biri olarak da öne çıkmaktadır. Üstelik CHP 1950’den bu yana hiç tek başına iktidar olamamışken, bir-iki koalisyon dönemini de saymazsak 70 küsur senedir de iktidar yüzü görmeden ayakta kalmıştır. Kuşkusuz bu olay övünülecek bir şey olmamakla beraber, tam aksine nedeni araştırılması gereken bir vakadır. Neyse kısa bir tarihi yolculuğun ardından CHP’de ortanın solunun/sosyal demokrasinin/demokratik solun öne çıkışına bakacağız.

Her şeyden önce Gazi, imgelere ve sembollere son derece önem vermekteydi. Bu yüzdendir ki 4 Eylül 1919’da gerçekleşen Sivas Kongresi, Halk Partisinin ilk kurultayı olarak kabul edilir. Partinin resmen kuruluşu da İzmir’in düşman işgalinden kurtuluşunun yıldönümü olan 9 Eylül’dür. Cumhuriyetin ilk yıllarında kutlanan milli bayramlarda ay yıldızlı Türk bayrağının yanında altı oklu parti bayrağı da pek çok kez görülür. Keza 1936-1939 yılları arasında uygulanan ve hala tartışılan “İçişleri Bakanı Genel Sekreter, Valiler İl Başkanı” konusu da…  Bu semboller şüphesiz rastlantı değil, bilinçli verilmiş kararlardır. Bu örnekler kuşkusuz parti-devlet özdeşliğini gösterir ancak burada dikkat edilmesi gereken konu partinin devlete değil, devletin partiye egemen olduğudur. Konumuza geri dönecek olursak, CHP bilindiği üzere önce cumhuriyeti kurmuş, bir süre sonra da demokrasiyle taçlandırmıştır. 

CHP’nin cumhuriyetin ilk yıllarında gerek kalkınmada gerek sosyal ve kültürel alanlarda yaptıkları veya yapamadıkları ortadır. İkinci Dünya Savaşının ardından demokrasiye geçiş süreci sancılı da olsa İsmet Paşayı ve CHP’yi çok partili demokratik yaşamın mimarı yapmıştır. 1950 seçimleriyle iktidarı Demokrat Parti’ye devreden CHP, en hafif tabiriyle şoka uğramıştır. Ülkeyi kuran ve kurtaran, Atatürk’ün ve İnönü’nün CHP’si kendi içerisinden çıkan “yeter söz milletindir” diyen ‘Demirkırata’ ülkeyi teslim etmiştir. İlk yıllarında son derece liberal vaatlerle hareket eden DP iktidarı; CHP’nin mallarına el koyma çabaları, Halkevleri ve Halkodalarının kapatılması, sansür uygulamaları, muhalif liderlerinin memleketlerine uğratılan gazaplar, vatan cephesi ve 6-7 Eylül Olayları gibi vakalarla totaliler olmak ile suçladığı CHP’den daha totaliter bir dönem geçirmiştir. Kısacası DP, iktidara gelirken ki hürriyet tutkusunu iktidar olduktan sonra unutmuştur. 

Kısaca DP’li yıllara da değindikten sonra ise CHP’nin sola açılması ile devam edilebilir. Öncelikle kaybedilen 1950 seçimlerinin ardından Milli Şef İsmet Paşa’nın “benim en büyük mağlubiyetim aslında en büyük zaferimdir.” sözleri CHP’nin demokrasiye olan güveni ve inancı konusunda önemlidir. Hiç şüphesiz ki 1959’da duyurulan İlk Hedefler Beyannamesi, partinin halkçı ve toplumcu bir kimliğe sahip olduğunu gösterir. Beyannamedeki vaatler çağdaş bir toplum ve demokrasi için oldukça önemlidir. Toplumun önemli aydınlarının pek çoğunun katkı koyduğu 1961 Anayasasında, bahse konu vaatlerden de yararlanılmıştır. CHP, kendisi için sol tabirini ilk kez 1965 seçimlerinden kısa bir süre önce kullanmaya başlamıştır. Seçim öncesinde bir gazeteci, İsmet Paşa’ya “CHP’ye ortanın solunda diyebilir miyiz?” diye bir soru sormuş buna karşılık olarak İnönü, “evet” demiştir. Böylece CHP ilginç bir tartışmaya girmiştir. Süleyman Demirel’in bu konudaki yanıtı ise siyasal yaşantımıza kazınmıştır. Zira Demirel, kurnaz ve kendisi adına akıllıca bir hamleyle “Ortanın Solu, Moskova Yolu” diyerek, topluma CHP’yi “moskof destekli bir öcü” olarak lanse etmeyi başarmıştır. İsmet Paşa’nın bu söylemi ilk telaffuz ettiğinde aslında basit bir söylemdi. Hatta parti içerisindeki bazı gruplar, bu söylemin 1965 seçimlerini kaybettirme sebebi olduğunu dillendirmişler ve bu söyleme şiddetle karşı çıkmışlardır. Tartışmalar karşısında İnönü, “CHP Sosyalist değildir, sosyalist bir parti olmayacaktır.” demiştir. 1966 yılında yapılan 18. Olağan Kurultay’da “Ortanın Solu” resmen benimsense de “Ortanın Solu” kavramı CHP’de özellikle Bülent Ecevit ve ekibi tarafından içeriği doldurulmuş ve partinin ideolojik kimliğine dönüştürülmüştür. Ecevit, özellikle bu dönemde yazdığı “Ortanın Solu”, “Bu Düzen Değişmelidir” ve “Demokratik Sol” kitaplarıyla CHP’ye solda bir kulvar açmıştır. Nitekim açılan bu kulvar, İsmet Paşa’nın gruplar arasındaki denge politikasına rağmen Ecevit ve Ortanın Solu grubunu öne çıkartmış ve önemli bir ideolojik yenilenmeyle Ecevit’i Genel Başkanlığa ve ardından Başbakanlığa kadar taşımıştır. 1972’de Ecevit, 34 yıllık Genel Başkan İnönü’yü devirmeyi başarmış ve 1973 yılında yapılan seçimlerde, “Ak Günlere” bildirgesiyle hakça bir düzen iddiasına bulunan CHP’yi birinci parti yapmıştır. Milli Selamet Partisiyle yapılan koalisyon hükümeti 9 ay gibi kısa bir süre iktidarda kalmış olsa da Kıbrıs Barış Harekatı gibi önemli bir süreci gerçekleştirmesiyle hafızalarda kalmıştır. 1976’da Sosyalist Enternasyonal Üyesi olan CHP, ivmesini daha da yukarıyı taşıyarak 1977’de rekor bir oya imza atmış ve gene birinci parti olmuştur. Nitekim 12 Eylül ile birlikte darbe yönetimi özellikle de sol kanadın üzerinden tabiri caizse bir silindir gibi geçmişti. Darbenin ardından başlayan yeni demokratik düzende merkez sol paramparça bir hale bürünmüştü. Yetmişlerin efsane lideri, Karaoğlan Ecevit bir bölen olmuş, CHP ile bir daha yollarını kesiştirmemişti. 12 Eylülden sonra Halkçı Parti, Sosyal Demokrasi Partisi, Sosyaldemokrat Halkçı Parti, Demokratik Sol Parti ve yeniden Cumhuriyet Halk Partisi belirli dönemlerde merkez solu temsil etmişti. SHP ve DSP çeşitli hükümetlerde de bulunmuşlardır.

Günümüze geldiğimizde ise biz hala 12 Eylül’den sonraki bu bölünmelerin cezasını çekiyoruz. CHP 1965’te ilk kez ortaya attığı Ortanın Solu terimiyle, sınıflar üstü bir parti olmaktan çıkıp, emeğin ve emekçilerin partisi olmuştu. Toplumun tüm kesimlerinden ciddi oylar almayı başarmıştı. Bahse konu yıllarda CHP, “toprak işleyenin, su kullananın”, “ne ezen, ne ezilen; insanca hakça bir düzen” gibi söylemlerle işçi ve memur sendikalarıyla sıkı bir ilişki kurabilmiş ve iktidara gelmeyi başarmıştı. Geçtiğimiz aylarda gerçekleşen seçimlerde de gördük ki, sağa yanaşmak zaferi getirmiyor. Başarı soldayken, kimliğini saklamadan, sağa gitmeden sağdan oy almakta yatıyor. Umut soldadır, umut ve gelecek sosyal demokrasidedir.

Genç bir tarihçi ve alaylı bir partili olarak bu yazımı kimseye bir güzelleme yapmak için yazmadım, herhangi bir kimseye olan sevgimden veya hayranlığımdan da yazmadım. Mühim olanın CHP ve sosyal demokrat ideoloji olmasının bilinciyle yaşananları ve olması gerekenleri dilim döndüğünce, klavyenin bana verdiği yetkiyle anlatmaya çalıştım.

Sevgi, barış ve dostlukla…

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu