Sosyalizm Demokrasiyi Toplumun Tümüne Yaymak Demektir– Danny Katch (Çeviri: A. Buğra Keleş)
Amerika’nın üzerinde bir hayalet dolaşıyor, sosyalizmin hayaleti. Bu şeytana karşı her türden elit ve statükocu birleşmiş durumda. Amerikan başkanları, mega kiliselerin hatipleri, Fox News sunucuları ve Facebook sansürcüleri, Wall Street CEO’ları ve yerel şerifler bile.
Bu yazı Danny Katch’in Jacobin’de yayımlanan yazısının Türkçe çevirisidir.
Sosyalizm Amerikan yaşamında tekrar önemli bir yere sahip oluyor ve Amerikan sağı bundan hiç hoşnut değil. Sosyalistlerin artık gerçekten neler için mücadele ettiklerini açıklamaları gerekiyor: İnsanlara hayatlarının her yönünün nasıl yönetildiğine dair söz hakkı vermek.
Bu yazı “Socialism… Seriously: A Brief Guide to Surviving the 21st Century”1 isimli kitaptan uyarlanmıştır.
Amerika’nın üzerinde bir hayalet dolaşıyor, sosyalizmin hayaleti. Bu şeytana karşı her türden elit ve statükocu birleşmiş durumda. Amerikan başkanları, mega kiliselerin hatipleri, Fox News sunucuları ve Facebook sansürcüleri, Wall Street CEO’ları ve yerel şerifler bile.
ABD’de rakipleri Demokratları şeytani bir sosyalist komplonun parçası olmakla suçlamayan tek bir Cumhuriyetçi isim söyleyebilir misiniz? Peki kaç Demokrat partili sosyalistleri sırt üstü bırakarak sol ve sağ aşırılıklara karşı tek mantıklı alternatif olduklarını iddia etmeden hesap verebilir? Bu iki şeyi gösteriyor:
- Zenginler ve güçlüler, sosyalizmin kendi yaşam tarzlarına karşı gerçek bir tehdit oluşturduğunu görebiliyorlar.
- Şimdi sosyalistler olarak insanlara gerçek inançlarımızı, hedeflerimizi ve stratejilerimizi anlatma zamanı geldi ve bu çocukça hayalet hikayelerini daha iyi bir dünya için savaştığımıza dair net bir açıklamayla değiştirmeliyiz.
Bu cesur girişi beğendiniz mi? Karl Marx ve Fredrich Engels’ten biraz çalıntı yaptım diyebiliriz, ama bu sorun değil, sonuçta hepimiz yoldaşlarız. Aşağıya Komünist Manifesto’nun giriş satırlarını ekliyorum.
Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor -Komünizm’in hayaleti. Avrupa’nın tüm eski güçleri buna karşı kutsal bir ittifak içine girdiler, Papa ile Çar, Metternich ile Guizot, Fransız radikalleri ile Alman polis casusları.
İktidardaki rakiplerince çığlık çığlığa komünist diye saldırılmayan hiçbir muhalefet partisi var mı? Daha ilerici muhaliflere olduğu gibi, gerici rakiplerine de damgalayıcı bir komünizm suçlamasıyla karşılık vermeyen hiçbir muhalefet partisi var mı?
Bu gerçeklikten iki şey çıkıyor.
- Komünizm, artık tüm Avrupa güçlerince bir güç olarak kabul edilmiştir.
- Komünistlerin, bakış tarzlarını, amaçlarını ve eğilimlerini tüm dünya önünde açıkça ortaya koymaları ve Komünizm hayaleti masalının karşısına bir parti manifestosuyla bizzat çıkmalarının tam zamanıdır.
Komünist Manifesto, semavi dinlerin kutsal kitaplarını veya genç büyücülerle ilgili hikayeleri saymazsanız dünyanın tarihindeki en etkili kitap olabilir. Bu kitap 1848’de yayımlandıktan sadece aylar sonra Avrupa genelinde devrimler patlak verdi. Korkmuş elitler, iki genç yazarın ya ayaklanmaları öngörme ya da onları yaratmakla ilgili insanüstü bir güçleri olması gerektiğini düşündüler. Gerçek şu ki Marx ve Engels 1848’in tarihi bir yıl haline geleceğini bilmiyor ancak bir değişim rüzgarının estiğini hissediyorlardı. Çünkü öfkeli işçilerle çok zaman geçiriyorlardı. Bu, o dönemin entelektüelleri için oldukça sıra dışı bir alışkanlıktı ve hala da öyle.
Paris, Berlin ve diğer şehirler o yıl sırf Marx ve Engels onlara fısıldadı diye ayaklanmadılar. Ancak sokaklara çıktıktan sonra, Manifesto birçoğuna isyanlarının – ve gelecekteki diğer isyanların- neler başarabileceğine dair bir vizyon verdi. O günden bu yana sosyalizmin amacı insana içkin olan cesaret ve yaratıcılığın temel alındığı, farklı bir toplumun yolunun gösterilebileceğini ve insanlığa, bu nitelikleri kullananlar tarafından tehdit edilip korkutulmak yerine bu nitelikler üzerine bir başka düzenin inşa edilebileceğini göstermek olmuştur.
Kapitalistler ve hizmetkârları için, sosyalizm uzun süredir ölmek bilmeyen bir hortlak gibi. Bu iki sınıf iki yüz yıldır sosyalistleri suçlamış, işten atmış, sürmüş ve daha kötülerini yapmıştır. Ve sonra, tam da güvende olduklarını düşündükleri anda işte yine buradayız, hem de onların malikanelerini parçalamaya ve miras kalan servetlerini dağıtmaya çalışan bir halde buradayız.
Manifesto’nun giriş kısmı bugünler için özel bir önem arz ediyor. Elbette 2023 Amerika’sı 1848 Paris’i ile aynı değil fakat sosyalizm ABD’de yadırganamayacak bir şekilde yükselişte. Occupy Wall Street ve Black Lives Matter hareketleriyle ivmelenen bu yükseliş Bernie Sanders ve Alejandro Ocasio-Cortez’in popülerliği, ülke genelinde birçok diğer sosyalistin seçilmesi ve Democratic Socialists of America (DSA)2‘nın büyüyerek görünür hale gelmesiyle tam anlamıyla ortaya çıktı.
Parti sembolü minik bir fareyi gördüğünde dehşete düşen devasa bir tepinen hayvan olan Cumhuriyetçiler, birçoğumuzun henüz doğmadığı dönemde bile sosyalizme takıntılıydı, bu yüzden de tabii ki yeni Kızıl Tehdit karşısında da çıldırmışlar (ve ona karşı bağış topluyorlar). Onlar, Herkes için Medicare’i (Medicare For All), genel sağlık sigortası hakkını Amerikan vatandaşlarının elinden alan “şeytani bir komplo” olarak karalıyor (“Ne?” dediğinizi duyar gibiyim.) ve Yeşil Yeni Anlaşma’yı (Green New Deal) hamburger yiyenleri idam cezasına mahkûm etmek olarak nitelendiriyor. Şaşkınlıkla belirtmeliyim ki, bazı sağcı “özgürlükçüler” henüz trafik lambalarını bir komünist komplo olarak ilan etmek üzere bir basın toplantısı düzenlememişler.
Daha da endişe verici olanı ise silahlı milislerin ve gerçeklikten kopmuş öfkeli kalabalıkların git gide büyüyor olması. Bu insanlar, aşı kliniklerinden kölelikle ilgili dördüncü sınıf ders müfredatına kadar çevrelerindeki her şeyin geniş çaplı bir komünist komplo olduğuna inanmış durumdalar. Sosyal medya, yanlış bilgilerin yayılmasını hızlandırmış olsa da bu kitlesel düşünce, ilk köle devriyelerinden (Slave Patrol)3 bu yana var olan bir olgu. “Amerikan Rüyası” öyle zengin ve güçlü olmayı öğütlüyordu ki herkesin size zarar vermek kastıyla hareket ettiğine dair korku dolu bir yaşamı yaşamak zorunda idiniz. Bu rüyayı yaşayan ülke her yıl 20 trilyon dolarlık devasa bir servet üretiyor fakat sınırında yardım isteyen fakir çocuklardan panik halinde kaçıyor. Burası öyle bir ülke, öyle bir yerdir ki Land Rover alıcıları, bayi yetkilisi maskelerini takmalarını rica ettiğinde zulüm diye ağlarlar; tam takım zırhlarını kuşanan polisler silahsız ve korumasız bedenlere panik içinde kurşun yağdırırlar.
Cumhuriyetçilerin bu kadar korktukları sosyalistler ise genellikle sakin gruplardır. Fakat Fox News’ten tek renk gri üniformaların giyileceği ve elinde Anayasa kopyası bulunduran herkesin zorla cinsiyet değiştirme ameliyatlarına tabi tutulacağı bir şeytani projemiz olduğunu öğreniyoruz. Ayda bir kilise bodrumlarında yaptığımız toplantılarımızda birbirimize kafamız karışık halde şöyle bir bakıp “Bunu sen mi söyledin? Ben demedim.” deyip duruyoruz.
ABD’de korkuyla karşılanan bu sosyalist ajanda aslında gayet ılımlı. ABD dışındaki bütün kapitalist ülkelerde genel sağlık sigortası sabit bir politika olarak zaten uygulanıyor. Immigration and Customs Enforcement (ICE)4 ve Department of Homeland Security’i (DHS) 5 lağvetmek ise 11 Eylül saldırıları önceki halimize dönüşten başka bir şey değil. Yeşil Yeni Anlaşma’nın getirdiği şartlar, diğer taleplerimize kıyasla daha sıra dışılar fakat küresel ısınmanın gerektirdiği radikal değişimlere kıyasla mütevazi ilk adımlardan ibaretler.
Bernie Sanders’ın 2016’da Başkanlık adaylığı sürecinde, en büyük destekçilerinden biri yakın zamanda Saving Capitalism: For the Many, Not the Few isimli kitabın yazarı eski Çalışma Bakanı Robert Reich idi. Kapitalizmi kurtarmak adlı bir kitabın yazarının kendini açıkça sosyalist olarak tanımlayan bir adayı desteklemesi okuyuculara garip gelebilir. Fakat Reich’ın “kurtarılmış” kapitalizm vizyonu
Sanders’ın demokratik sosyalizminden pek de farklı değil. Sıklıkla açıkladığı üzere Sanders 20. Yüzyıl kapitalizminin büyük reformlarından olan genel sağlık sigortası ve sosyal güvenlik gibi politikaların genişletilmesini istiyor.
Birçok muhafazakâr için bu durum Reich’ın sosyalist olduğunu kanıtlamaya yeter de artar bile. Bir kısım solcu ise Reich’ın desteğinin Bernie Sanders’ın “o” kişi olmadığını gösteren bir done olduğu kanısında. Bana göre, bu durum gösteriyor ki kapitalizm siyaseti o denli yozlaştırmış ki en basit ve sağduyulu iyileştirmeleri talep edebilmek için bile sosyalist olmak gerekiyor. Sosyalizmin yükselişinin arkasındaki asıl sebep bu fakat bahsedilen reformların nihai amacımız yerine yalnızca amaca giden ilk adımlar olarak görülmesi önemli.
Bir sosyalist organizasyona üye olmak şöyle dursun, çok kısıtlı bir kesim sosyalizmin gerçekte ne olduğunu kavrayabildiğinden, artık bu kelime Joe Rogan’ın azıcık solundaki herhangi bir şey anlamına gelebiliyor. Bu nedenle de sosyalizm sözcüğü uzun zamandır olmadığı kadar yaygın kullanılıyor fakat orijinal anlamını yitirdiğini söylemek mümkün. Bu durum sosyalist adayların Herkes İçin Medicare ve Yeşil Yeni Anlaşma’yı bazılarının nitelediği gibi sosyalizm için bir “minimum program”a çevirmesiyle değişmeye başladı. Sosyalistler, bu minimumun üzerine inşa etmeye devam etmeli ve sosyalizmin hayaletine biraz daha et ve kemik giydirmeliler.
Sosyalizm spesifik yasalardan ziyade o yasaları kimlerin uyguladığı ile daha çok ilgilidir. Sosyalizmin asıl ilgilendiği mevzu yöneten ve yönetilen arasındaki ayrımı ortadan kaldırmaktır. Çoğu insanın aslında çıkarlarına uygun olan ekonomi ve çevre politikalarını desteklememesinin sebebi, bu politikaları uygulayacak olan siyasetçi ve bürokratların asla kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmeyeceklerini düşünmeleridir. Bu konuda onlara hak vermemek ise zor görünüyor, zira bu olumsuz durum o insanların deneyimleriyle sabittir. İşte bu nedenle sosyalizmin daha kapsamlı bir tanımı, iki basit ama geniş kapsamlı kavramla başlamalıdır
- Çalışanlar hükümeti kontrol etmelidir.
- Hükümet ekonomiyi kontrol etmelidir.
İkinci madde, kendilerini sosyalist veya komünist olarak adlandıran birçok ülkenin temel özelliği olmuştur. Ancak birinci madde, yani toplumun her düzeyinde demokrasi, devlet kontrolündeki bir ekonomiyi gerçek anlamda sosyalist bir sisteme dönüştüren faktördür. Karl Marx, Vladimir Lenin ve Rosa Luxemburg krallar ve diktatörlerin yönetiminde özgürlük savaşı veren insanlardı. Onlar, tam anlamıyla demokrasinin kapitalist bir düzende tesis edilmesinin imkânsız olduğuna kanaat getirdikleri için sosyalistti. Demokrasi derken, Kasım ayında yapılan tek bir oylamayı kastetmiyorlardı. Aksine, onların demokrasiden anladığı, toplumun her önemli kararda etkin bir rol oynaması idi.
Hükümet etmeyi ve özellikle de ekonomi yönetimini bir avuç binadan ibaret, merkezi otoritelerce yapılan bir iş olarak görmeye o kadar alışmışız ki toplumsal bir değişiklik yapmayı yalnızca o makamları işgal eden kişileri daha dürüst ve asil olan diğerleriyle değiştirmek olarak tahayyül edebiliyoruz. Sosyalizm sadece bu makamları işgal eden kişileri değil, aynı zamanda gücün bu kadar merkezi olduğu bu sistemi de değiştirmeyi öngörüyor. Bu sistemde karar alma süreçleri binlerce binaya, kamusal alanlara ve toplum merkezlerine yayılır, halk hükümeti öncelikle hükümet etmenin ne anlama geldiğini değiştirerek kontrol altında tutar.
Liberteryen milyarderlerin ay kolonileri hayallerinin aksine, bu fikirler kontrolsüz hayal güçlerinden ve boş egolarından değil, halk direnişlerinin somut deneyimlerinden süzülerek ortaya çıkmıştır. Örneğin, 1871’de, sosyalistler Fransa’da meydana gelen bir ayaklanma sonucunda devrimci ve şehir çapında faaliyet gösteren Paris Komünü adlı bir yönetimin ortaya çıktığını gördüler. Bu yönetimde memurlar ortalama işçi ücretinden fazlasını alamıyor ve seçmenler memurlardan memnun değilse hemen yerlerine başkaları seçilebiliyordu. Marx, heyecanlı bir şekilde “hükümet üyelerinden hangisinin üç yılda bir onları yanlış temsil edeceğini oylamak yerine”, komün yönetiminin Parislilere, seçilenleri işverenlerin işçilerini değiştirebildiği kadar kolay bir şekilde değiştirmelerine olanak verdiğini yazmıştı.
Bir demokrasinin seçim gününden ibaret olmaması gerektiği gibi hükümet binalarının dışında da mevcut olması gerekir. Sosyalizm insanlara hayatlarının her yönünün nasıl yönetildiği ile ilgili yetki vermektir, ki bu insan onuruna daha yaraşır olmakla birlikte daha etkin bir yönetimi de mümkün kılar. 10 yıl önce, Occupy Wall Street’in katılımcısı olarak bu yönetimin potansiyelinin ortaya çıkışını deneyimleme fırsatı bulmuştum. Dünyanın en güçlü bankalarının kapıları önünde ufak bir protesto olarak başlayan Occupy hareketi kısa süre içinde aşevleri ve kütüphaneler kuran, sanat projeleri üreten komiteler yarattı. Bu komiteler sadece bunlarla sınırlı değildi; grev gözcülüğü, sınır dışıları ve hacizleri durdurmaya kadar birçok eylemde bulundular. COVID pandemisi ve doğal afetler ardından filizlenen yerel yardım ağları ile başkaları da benzer deneyimler yaşadı. Bu örneklere arazilerinden geçen petrol boru hatlarına karşı direnen yerlilerin tertiplediği protestoları da ekleyebiliriz. Birçok kişi Occupy Wall Street katılımcısı Nathan Schneider’ın “Burada sergilenen yetenek ve hayal gücü, dışarıdaki yabancılaştırıcı dünyanın bizi birbirimizle yapabileceklerimizi paylaşmaktan alıkoyduğunun; zamanımızı ve yeteneklerimizi para karşılığında satmaya aldatıldığımızın bir kanıtıdır.” sözlerine katılacaktır.
Merkezi olarak örgütlenmiş siyasi ve ekonomik sistemin temeli olarak işlev gören bu tip bir radikal katılımcı demokrasi, sosyalist vizyonun kalbidir. Daha yaşlı olanlarımız bilir ki Rusya’nın komünist hükümetinin adı Sovyetler Birliği idi. Ama Sovyet kelimesinin Rusça’da “kurul” kelimesinin karşılığı olduğunu çok az kişi bilir. Rus devrimi, demokratik olarak seçilmiş kurullar tarafından yaratılmış ve Rusya kısa bir süre için bu birimler tarafından yönetilmişti. Bu Sovyetler kendi bölgelerinde devrimi gerçekleştirmek için fabrikalar açmış, askeri kışlalar, köyler kurmuş ve bölgesel ve ulusal Sovyet hükümetleri için delegeler seçmişti.
“Merkezi olarak örgütlenmiş siyasi ve ekonomik sistemin temeli olarak işlev gören bu tip bir radikal katılımcı demokrasi, sosyalist vizyonun kalbidir.”
Ünlü sosyalist gazeteci John Reed 1919’da bir yazısında bu benzersiz yönetim birimleri hakkında “halkın iradesine karşı daha duyarlı bir politik organ icat edilmemiştir.” diyecekti. Paris Komünü’nde olduğu gibi, Sovyet delegeleri tatmin olmayan seçmenler tarafından hemen görevden alınabiliyordu. Ev hanımları, hizmetkarlar ve sanayi dışında çalışan her türden işçi organize olabiliyor, yapılanmalar kurabiliyor ve Sovyet içinde temsil edilebiliyordu. Bu haktan yalnızca işverenler ve polisler yararlanamıyordu.
Sovyetler ve diğer işçi sınıfı temelli yapılar geçen yüzyılda yaşanan birçok devrimde kendini gösterdi, 1936’da İspanya’da da benzer bir durum yaşanmıştı. Aşağıda George Orwell’in “Katalonya’ya Selam”ında o yıl İspanya’nın Katalonya bölgesinde yaşanan devrimin şartlarını nasıl aktardığını okuyacaksınız.
Bütün dükkanlar ve kafeler, kolektifleştirildiğini belirten bir yazı asmıştı; ayakkabı boyacıları bile kolektifleştirilmiş, boya kutuları kırmızı ve siyaha boyanmıştı. Garsonlar ve mağaza görevlileri herkesin yüzüne bakıp gelen her müşteriye eşit muamele ederdi. Hizmetkarlık ve hatta resmi konuşma biçimleri geçici olarak ortadan kaybolmuştu. Kimse “Señor” veya “Don” ya da hatta “Usted”6 demezdi; herkes birbirine “Yoldaş” ya da “Sen” der, “Buenos dias” demek yerine “Salud!” deyip geçerdi . . . Ve en tuhaf olanı da kalabalıkların görünüşüydü. Anarşist Katalonya, dışarıdan bakıldığında, varlıklı sınıfların neredeyse hiç var olmadığı bir yer gibi görünüyordu. Birkaç kadın ve yabancılar dışında sokakta hiç “iyi giyimli” kimse yoktu. Neredeyse herkes kaba işçi tulumları giyerdi, ya da mavi iş elbiseleri veya milis üniformalarının bir türünü. Tüm bunlar bana tuhaf ve etkileyici geliyordu. Bu genel halin birçok tarafına anlam veremiyordum, hatta bazı yönlerini pek sevmedim, ama görür görmez bu durumun uğruna savaşmaya değer bir şey olduğunu anlamıştım.
Orwell’i 1984 ve Hayvan Çifliği’nin yazarı olarak tanırsınız. Bu kitaplar okullarımızda anti-sosyalist propoganda kitapları olarak okutulurlar hatta. Fakat muhtemelen Orwell’in kendilerini komünist olarak adlandıran diktatörlükleri reddeden bir sosyalist olduğunu bilmiyordunuz. O gerçek anlamda sosyalizmi gördüğünde bundan övgüyle bahsetmekten çekinmemişti (Ne yazık ki, Orwell’ın Rus Devrimi’yle ortaya çıkan otoriter hükümete olan haklı güvensizliği, yaşamının son günlerinde İngiliz hükümetinin içindeki gizli bir ajansa şüpheli komünistlerin listesini göndermesine yol açtı- ki eğer 1984’ün sonunu okuduysanız bu, düşünülebilecek en Orwellyan sondur).
Rusya ve İspanya’daki devrimler kalıcı olmadı. Occupy Wall Street veya Bernie’nin başkanlık kampanyası da başarıya ulaşabilmiş değil. Bu sosyalizm mücadelesinin akıntıya karşı kürek çekmek olduğunu kanıtlamıyor, tıpkı düzinelerce köle isyanının başarısızlığının kölelik kurumunun kaldırılmasının imkânsız olduğunu kanıtlamadığı gibi. Ancak bu, bizim de daha kapitalist bir geleceğin korkusunu duyduğumuz kadar, önceki nesillerin başarısızlıklarını da korkuya dönüştürdüğümüz anlamına geliyor. Marx’ın bir zamanlar yazdığı gibi, bu mağlubiyetler “yaşayanların beyinlerinde bir kâbus gibi ağırdır”. Buradan anlıyoruz ki sosyalistlerin de kendi hortlakları vardır
Çok kez sosyalizmin işe yaramadığının kanıtlandığı söylenir. Bunun bir kısmı sosyalizmin yüz milyon insanın ölümüne sebep olduğu yalanı gibi bariz propogandadır. Bu yuvarlak sayı, Çin’de ve Sovyetler Birliği’nde ilan edilen komünist hükümetlerin erken yıllarındaki korkunç kıtlıkların tüm kurbanlarının sayılmasıyla elde edilir. Fakat anti-komünistler aynı matematiği kapitalizm için asla işletmezler. Dünya genelinde, her on yılda bir yaklaşık doksan milyon insanın açlıktan öldüğü tahmin ediliyor. Ve bu kapitalist savaşlar, köleleştirme ve soykırımlardan ölen yüz milyonlarca insanı hesaba katmadan önceki ölü sayısı.
Fakat kapitalizmin vahşi başarısızlıkları “komünist” diktatörlüklerin ya da “sosyalist” seçilmiş hükümetlerin Marx ve Engels’in Manifesto’da tarif ettiği özgür demokratik toplumları yaratamadığı gerçeğini de değiştirmiyor.
Dürüst olursak, biz sosyalistler de insanlığı kapitalizmin ötesine nasıl götüreceğimiz konusunda bütün yanıtlara sahip değiliz. Hareketimiz tarihi bir geri dönüş yaşasa da hala görece zayıf ve çekingen durumdayız. Özellikle de korkudan beslenen ve dengesiz bir siyasi düzenden faydalanan bir sağ karşısında. Öyle ki bu siyasi düzende hayal dünyasında yaşayan birkaç bin mankafanın fikri milyonlarca Black Lives Matter protestocusunun mesajından daha ön planda. Radikal taleplerin ana akım tartışmalara girmesi heyecan verici, ancak hâlâ bir tarafın Capitol binasına silahlı saldırı düzenlemeyi açıkça planladığı bir dünyada yaşıyoruz ve diğer taraf ise “Polisin bütçesini kesin!”7 sözünü yüksek sesle söyleyip söyleyemeyeceğini merak ediyor.
Faşist yürüyüşlerin ve beyaz-üstünlükçü grupların korkutucu artışı, Amerikan politik ve ekonomik düzeninde hep var olmuş olan derin adaletsizlikleri tekrar gözler önüne serdi. Bu durum birçok ilericiyi sosyalizme yaklaştırdı, toplumun genelini ise radikallerin işleri aşırıya götürmesinden ve bir karşı reaksiyon oluşturmasından korkuttu.
İşte bu Bernie Sanders’ın 2020 Demokrat adaylığını Joe Biden’a kaybetmesinin büyük nedenlerinden biridir. Bernie ülke genelinde en popüler siyasetçi iken Biden, bir karate turnuvasında dördüncülük kupasının insan versiyonuydu. Fakat Demokrat parti ön seçimlerinde seçmenler, komşuları için daha az tehdit unsuru olacağı umuduyla hiçbir şey yapmama politikasını benimseyen bir adamı seçtiler ve onun vasatlığının Cumhuriyetçi seçmeni Donald Trump’a oy vermekten alıkoyacağını düşündüler. Bu strateji, Demokratların seçimi kazanmasına yardımcı olmuş olabilir. Ancak bizi Trump’ın, Epstein adasını düzenli olarak ziyaret eden süper zengin ve garip dostlarından başka herhangi birinden nasıl oy alabileceğini düşündüren bu hale getiren daha derin sorunları ele almamıştı.
Liberaller gerçekten vahşi bir hezeyan içindeler. Onlara göre bu sistemin sadece biraz tamire ihtiyacı var. Fakat bu sistem ekolojik çöküş ve milyarderler tarafından desteklenen faşizmin altında sallanmakta.
2020 seçiminin spesifik koşulları 2020 yılında özgü olabilir, ancak bizler hep umut ve korku arasında zor bir kararla karşı karşıya kalıyoruz. İlerici bir değişiklik için atılan herhangi bir adım -seçimler, grevler ya da protestolar aracılığıyla olsun- her zaman, herkes için özgürlük ve adalet için mücadele edenlerin başına yağan öfke, panik ve iftiranın girdabını başlatıyor. Bu tepkinin yarattığı endişe, umutlarımızı azaltmamıza ve taleplerimizi düşürmemize yol açtığında ise rakiplerimizin güçlenmelerini engellemiyor. Tam tersine, onların tarafının daha özgüvenli, bizim ise daha çekingen görünmemize sebep oluyor; Cumhuriyetçilerin hayalperest komplo teorisyenlerini heyecanla karşıladığı, Demokratlarınsa herkesin ücretsiz sağlık hizmetine erişebilmesini isteyen en popüler üyelerine diz çökerttiği bir siyasi sistemin yamuk mantığını daha da pekiştiriyor.
Ancak elitler ve gericilerin sosyalizmin hayaletini her köşede gördükleri -Marx ve Engels’in Manifesto’yu yazdıkları dönemde de olduğu gibi- doğrudur. Ve bunun bir nedeni var. Elitler arasında her zaman sahip olduklarının hepsini hak ettiklerine inanan birtakım ahmaklar olmuştur, ama aralarında güç ve ayrıcalıklarının adaletsiz bir düzenden kaynaklı olduğunun gayet farkında olan akıllılar da var. Bu durum muhafazakarların liberallere nazaran kapitalizmin ne denli savunmasız olduğu konusunda daha farkında olmalarını sağlıyor.
Dolayısıyla sağcıların bütün sosyal programların içinde bir nebze sosyalizm tehlikesi barındırdığına dair korkularında haklı oldukları söylenebilir. Cumhuriyetçiler yeterince insanın açlık ve hastalıktan ölmesine izin vermediğimiz için komünist mahvoluşun ateşli yolunda gittiğimizi vaaz ederlerken bu programların aslında kapitalizmin toplumun en basit ihtiyaçlarına cevap veremediğinin ipuçlarını veriyorlar.
Başka bir örnek vereyim. 2003 yılında ABD Yüksek Mahkemesi 2003 yılında bir homoseksüelliği suç sayan bir Texas yasasını iptal etmiş, aşırı-muhafazakâr yargıç Antonin Scalia şu şekilde bir uyarıda bulunmuştu: “Eğer eşcinsel davranışların ahlaki olarak tasvip edilebilmesinin tek nedeni bunda bir devlet çıkarının olmaması ise, eşcinsel çiftlere evlilik hakkının verilmemesi için herhangi mantıklı bir gerekçe olabilir mi?”
2003 yılında ABD’deki hiçbir eyalet eşcinsel evliliğini yasallaştırmamıştı ve birçok liberal yorumcu Scalia’nın o zaman için uzak bir ihtimal olan eşcinsel evliliğini gündeme getirerek korkutma taktikleri uyguladığını söylemişlerdi. Fakat Scalia haklıydı, ki en azından bu seferlik haklı olması çok da iyi.
Daha sonra evlilikte eşitlikle ilgili yasalar ülkenin her yerine yayıldıkça muhafazakârlar geleneksel cinsiyet rollerinin altının oyulduğunu bağırmaya başladılar. Liberaller yine onların yersiz sürekli tetikte olma hallerini umursamadılar ve görüldü ki muhafazakârlar endişe etmekte haklılarmış. Eşcinsel evliliği gerçekten de cinsellik hakkındaki varsayımları değil, aynı zamanda cinsiyet rolleri hakkındaki varsayımları da kökten sarsmıştır.
Artık özellikle çocuklar ve gençler kendilerine doğru gelen şekilde giyinme ve hissettikleri gibi düşünme eğilimindeler ki bu da erkeğin avlandığı, kadının toplayıcılık yaptığı tarihöncesi ve hayali cinsiyet rollerini baltalıyor.
(Diğer taraftan -birçok usanmış aktivistin de belirteceği üzere büyük LGBTQ organizasyonlarından bazıları daha saygın ve hayır işi bakımından daha albeni olan eşcinsel evliliği meselesine yoğunlaşırken trans hakları için mücadele etmeyi bir kenara bıraktılar. Bu organizasyonların takındığı tutum nedeniyle bir paradoks oluştu. Bir yandan trans ve non-binaryler’in yadsınamayacak bir kültürel etkileri var, öte yandan bu insanlar ülke çapında dehşete düşürücü hukuki saldırılara maruz kalıyorlar.)
Liberaller genelde kendilerini iki taraftaki aşırılığın ortasındaki rasyonel ortadakiler olarak tanımlarlar ve eğer herkes mantıklı düşünse bu kadar çatışma olmayacağını düşünürler. Bu onları partilerde sinir bozucu, çatışma halinde ise güvenilmez kılar. Onlar önce protestoları kutlar, tepkiler gelmeye başladığında ise hemen radikalleri bir şeyleri çok zorlamakla suçlarlar. Aslında delice bir hülyanın içinde olanlar onlardır. Güncel sistem, ekolojik çöküşün ve milyarderlerin finanse ettiği faşizmin yükü altında sendelemekte olmasına rağmen liberallere göre bu sistemin sadece birkaç tamir edilmesi gereken yeri var. Aynı liberaller sosyalizmin hayaletine karşı rasyonel olmayan bir korkuları olduğu için Cumhuriyetçilerle dalga geçerler. Fakat sosyalistler bu hayaletin gerçek olduğu biliyorlar.
Bu hayalet, günlük yaşamımızda gördüğümüz dünyanın ötesindeki bir dünyanın soluk bir ipucudur. Görevimiz, yolunu tam olarak bilmesek bile, onun yönünde yürümeye cesaret etmeyi sürdürmek ve birbirimize kabuslarımızdan başka kaybedecek bir şeyimizin olmadığını hatırlatmayı sürdürmektir.
- Kitap Türkçe’ye çevrilmiş ve Yordam Kitap tarafından “Ciddi Ciddi Sosyalizm: İnsanlığın Kurtuluşu için Kısa Bir Kılavuz” adıyla yayınlanmıştır. Bkz.https://www.yordamkitap.com/ciddi-ciddi-sosyalizm-insanligin-kurtulusu-icin-kisa-bir-kilavuz ↩︎
- DSA, 1982 yılında kurulmuş olup üyeleri arasında demokratik sosyalizmi benimseyen bireyleri ve grupları bir araya getirir. Amerika’da demokratik sosyalist politikaların teşvik edilmesi, ekonomik eşitlik, toplumsal adalet ve demokratik karar alma süreçlerine odaklanırken, sağlık hizmetlerinin evrensel erişilebilirliği, eğitimde fırsat eşitliği, işçi hakları, çevre koruma, gelir eşitsizliğiyle mücadele, gibi sosyal ve ekonomik adalet konularına dair faaliyetlerde bulunmaktadırlar. ↩︎
- Amerika’da köleciliğin yaygın olduğu Amerikan İç Savaşı öncesi dönemde Kölelerin denetimini sağlayan ve disiplininden sorumlu, uygulayan silahlı erkeklerden oluşan örgütlenmiş gruplar. ↩︎
- ICE ABD’de sınır-aşan suçlarla ve yasadışı göç ile mücadele etme göreviyle hareket eden federal kolluk gücüdür. ↩︎
- DHS ABD federal hükümetinin iç güvenlikten sorumlu idari birimidir. 11 Eylül saldırılarından sonra kurulmuştur. Bir önceki dipnotta açıklanan ICE da DHS’e bağlıdır. ↩︎
- İspanyolca’da nezaketen kullanılan ve “Siz” anlamına gelen zamir. ↩︎
- “Defund the police” ABD solu tarafından yaygın olarak kullanılan bir slogan. ↩︎