İktidarın Dil Hapishanesi -Kadir Demiryürek
İktidar neredeyse çeyrek asırdır ürettiği dili, gittikçe güçlenen ve çeşitlenen araçlarıyla yayarken, bu yayma işine muhalefet de neredeyse çeyrek asırdır hizmet etmektedir.
“Dilimin sınırları dünyamın sınırlarını belirler.” Wittgenstein
17. yüzyıl’da Descartes, “Düşünüyorum, öyleyse varım.” dedi. Sonrasında pek çok filozof onun bu sözünü çeşitli biçimlerde eleştirdi. Ama aslında tüm bu eleştiriler Descartes’ın önermesinin doğal olarak etlenmesine hizmet etti. Yeni bir dil yeni bir önerme ortaya koyduğunuzda, ona karşı olarak dile gelen girişimler, o dili tekrar tekrar telaffuz etmeye başlar. Tekrarlar, o dilin yayılmasına ve kalıcılaşmasına farkında olmadan hizmet eder. Sonunda soyut olan dil, soyut olan düşünme ediminin kılcallarına, oradan da somut olan yaşama sızar.
Her iktidar gibi AKP de iktidarını kalıcılaştırmak için dil üretimine başvurdu. Neredeyse çeyrek asırdır iktidarda olduğu için kitlelere bu yeni dili sirayet ettirdi. Siyasal ve toplumsal muhalefet de bu iktidar diline karşı argümanlar üreterek mücadeleye girişti. Bu tam da iktidarın dil üretimine hizmet eden bir çabaydı.
İktidar neredeyse çeyrek asırdır ürettiği dili, gittikçe güçlenen ve çeşitlenen araçlarıyla yayarken, bu yayma işine muhalefet de neredeyse çeyrek asırdır hizmet etmekte. İktidarın dili, siyasetin dilini de belirlemekte, yani ona bir çerçeve bir sınır çizmekte. Bizler, iktidarın dilini eleştirmeye kalktığında bile o dile hizmet ettiğinin farkında olmayan bir muhalefetle yıllarımızı geçirdik. Dil, Wittgenstein’ın dediği gibi, dünyamızın da sınırlarını belirlediği için iktidarın diline hizmet etmek yani o dilin sınırları içinde kalmak aslında iktidarın çizdiği siyasal sınırların içinde hapsolmak demek oldu. Siyasal iktidarın karşısında yeni bir siyaset üretilecekse bu ancak onun çizdiği dil sınırlarının dışında, yeni ya/ya da farklı bir dil üretimiyle mümkündür. Bu yüzden, kısa yazımı birkaç öneriyle tamamlamak istiyorum.
FETÖ
Önceleri bu terör yapılanmasının lideri ile iktidarın son derece samimi olduğunu biliyoruz. Sonrasında ise bu yapılanma darbe yapmaya girişti. Darbeye her kesimden yurttaş karşı koydu. Ve bu darbe girişiminin bastırılmasının ardından, söz konusu terör yapılanması iktidar tarafından birdenbire “FETÖ” olarak adlandırıldı. Geçmişte iktidarın “Hoca Efendi”si olan kişi ve onun terör yapılanması, FETÖ olarak adlandırılarak iktidar tarafından, iktidarın karşı ucuna konulmuş oldu. Böylelikle iktidar kitlelere “kandırıldık” derken, dil yoluyla kendinden ayrı bir oluşumu işaret edip, kendi sorumluluğunu bertaraf edebildi. Muhalefet de bu terör yapılanmasına FETÖ diyerek, iktidarın bu anlatısına bilmeden hizmet etti. Muhalefetin bu benimseyici yaklaşımı karşısında ellerini ovuşturan iktidar, kendini “Hoca Efendi” ve onun yapılandırmasından ayrıştırmakla kalmadı, dilediğine “FETÖCÜ!” deme ayrıcalığına da sahip olmanın fırsatını yakalamış oldu. Her ne kadar söyleniş kolaylığı sağlasa da muhalefet için bu tabirden vazgeçilmelidir. Benim önerim ise muhalefetin bu terör yapılanmasını, “Gülen Terör Örgütü” ya da “Fethullahçı Terör Örgütü” diye nitelemesidir.
Yerli ve Milli
Bu söylem aslında bir totolojidir. Bir şey yerliyse zaten milli, milliyse zaten yerlidir. Bunu ırkçı bir “millet” anlayışından bağımsız olarak söylüyorum. Bir ülke sınırlarının içinde yaşayan yurttaşlar toplamına “millet” denilen yerden hareket ediyorum. Dolayısıyla bir ülkede üretilen her şey, öyle veya böyle o ülkenin kaynaklarından mevcudiyet bulduğundan, kaçınılmaz olarak yerli, öyle veya böyle o ülkenin yurttaşlarının katkılarıyla üretildiğinden, kaçınılmaz olarak millidir. Öyleyse bir şeye “yerli ve milli” demek yersizdir ve bu yersizlik de iktidarın totolojikliği sorgulanmayan diline hizmet etmekten başka bir şey getirmez. Muhalefet bu söylemden tamamen vazgeçmelidir.
İç ve Dış Mihraklar
Her baskıcı iktidar, düşman yaratarak gücünü pekiştirir. AKP de gücünü, kimliği belirsiz, şekli şemaili olmayan ve bu sayede bulunduğu kabın şeklini alan, son derece işlevsel olan “iç ve dış mihraklar” sözüyle sıkça pekiştirdi. İktidarın bu söylemini, ironi yaparak dahi kullanmamak, muhalefetin lehine olur.
Örgüt
Türkiye’deki sağ iktidarlar çoğunlukla “örgüt” kelimesini “terör” kelimesiyle eş anlamlı kullanırlar. Bir sağ parti, “terör örgütü” dediğinde, bir anlamda “terör terörü” diyordur. Sol siyaseti terörle eşlemek sağ pratiklerden bir tanesidir. Oysa örgüt kelimesi, “ortak bir amacı ya da eylemi gerçekleştirmek ereğiyle bir araya gelmiş kurumların ya da kişilerin oluşturduğu birlik” ve “geniş ya da genişçe bir iş alanı bulunan bir kuruluşun alt bölümlerinin tümü” anlamlarına gelir. Her örgüt, terör örgütü değildir ve siyasi partiler de birer örgüttür. Evet, AKP de tıpkı CHP gibi, TİP gibi bir örgüttür. Sağ siyaset bu sebeplerle kendi siyasi örgütüne “teşkilat” diyerek kendini “örgüt” kelimesinden yalıtır, sonra da “örgüt”ü “terör”e yakınlaştırır. Mevcut sağ iktidarın çizdiği dil sınırlarının dışına çıkılacaksa, “örgüt” kelimesinin kullanımından kaçınmamak, onun “terör” kelimesinin dışında, hayatın pek çok alanının içinde olduğunu gösterecek şekilde bir dil üretmek gerekiyor.
İktidarın diline daha pek çok örnek verilebilir. Yukarıda sıraladıklarım ilk aklıma gelenler. Önemli olan, iktidarın yarattığı bu dil hapishanesinin kurallarına hizmet ederek iktidarı iktidardan etmenin mümkün olmadığının bilincinde olmaktır. Yeni bir ülke, yeni bir dünya istiyorsak, dilimizin sınırlarının iktidarın çizdiği sınırların dışına çıkması hayati öneme sahiptir.