Bir Sınıf Muamması Olarak Orta Sınıf – Kadir Demiryürek
Var olduğu konusunda olduğu kadar yok olmakta olduğu konusunda da kamuoyunun mutabık kaldığı bir sınıftan söz ediliyor hep. Denilene göre bu öyle bir sınıf ki ülkeyi ekonomik ve kültürel açıdan ayakta tutan bir temel direk görevi görüyor.
İktidar, çoğunluğu muhalif olan orta sınıfa, nasılsa onlardan oy alamayacağı için vurdukça vuruyor. Böylece bu sınıfa mensup olanların büyük kısmı alt sınıfa, yani işçilerin saflarına katılıyor, fırsat bulanları ise yurt dışına gidiyor. Kırgın, üzgün ve mağlup bir sınıf bu… Ve ülkeyi ayakta tutan bu temel direğin gücünü kaybetmesi ülkenin gücünü kaybetmesi anlamına geliyor.
Orta sınıf, Cumhuriyet’in var ettiği bir sınıf olarak konuluyor önümüze. “Kentli orta sınıf” da deniliyor kendisine. Modern devlet, kendini ayakta tutabilmek için köylerden ve kentlerden getirdiği çocukları, Cumhuriyet’in himayesinde yurt içinde ve dışında eğitilmesini sağlıyor. Bu insanların kimileri öğretmen oluyor, kimileri doktor, kimileri bilim insanı… Kimileri ise siyasete atılıyor. Böylece modern devlet, ne işçi ne sermayedar olan ama kendisi için belki de bu ikisinden daha önemli bir sınıf yaratmış oluyor. Yine denilene göre AKP rejimi, tam da Cumhuriyet’i yok etmek istediğinden dolayı onun var ettiği bu sınıfı hedefe koyuyor.
Genel kanıya göre bir orta sınıf mensubu, iyi eğitim almış bir kişidir. Okur yazarlığı işçi sınıfına göre çok daha iyi durumdadır. Bir ya da birkaç yabancı dil bilir. Yurt dışı deneyimi vardır ya da olacaktır. Sinema, tiyatro, sergi gibi kültür sanat etkinliklerini önemser. Eleştirel düşünme yetisi gelişkindir. Muhafazakarlıktan uzak, liberal ya da daha solda yer alan ideolojileri benimser. Kabaca, seküler bir yaşam tarzına sahiptir. Tüm bu donanımları neticesinde hem sosyal hayattaki hem de çalışma hayatındaki statüsü işçi sınıfının üzerindedir. Dolayısıyla kazancı ya da aldığı ücreti de öyle. İşte tam da bu profil nedeniyle, kategorik olarak mevcut iktidarın karşısında konumlanır.
Yukarıda yazılanlar, kendini orta sınıf olarak konumlandıranların gözünden aşağı yukarı betimliyor manzarayı. İyilikle kötülüğün, aydınlıkla karanlığın, ilericilikle gericiliğin, Cumhuriyet’le Siyasal İslam’ın mücadelesi… Bu ezeli ve ebedi diyalektik savaş, ülkede olup bitenleri ana hatlarıyla açıklıyor gibi görünüyor. Ancak bununla yetinmeyip “nedir bu orta sınıf?” diye sorduğumuzda manzara değişmeye başlıyor.
Sınıflardan söz edildiğinde aklımıza kaçınılmaz olarak Karl Marx geliyor. Türkiye kamuoyunda da orta sınıf tabiri kullanıldığında, açıktan ya da örtük biçimde Marx’ın sınıf teorisine referans veriliyor. İyi de Marx’ta iki temel sınıf var: burjuva ve proletarya. Yani sermaye sınıfı ve işçi sınıfı. Üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf ve üretim araçlarını elinde bulunduranlar tarafından emeği satın alınan, sömürülen, sırtından sermaye biriktirilen sınıf. Öyleyse bu orta sınıf da neyin nesi?
Bu yazı bir makale olmadığından, olabildiğince özet geçeceğim. Marx’ın sınıf teorisinde orta sınıf, tarihsel deviniminin başlarında tam olarak sermaye sahiplerinin kendisi, yani burjuvadır. Süreç içinde burjuva, kendi devrimini yaparak ya iktidarın ortağı ya da tek başına iktidar haline geldiğinde üst sınıf olmuştur. Burjuvanın artık üst sınıf olduğu modern kapitalist sistem içinde, bir orta sınıf diğer bir adıyla “küçük burjuva” açığa çıkar. Bunlar küçük toprak sahipleri, kendi işletmesinin sahibi olan zanaatkarlar ve çeşitli meslek sahipleridir. Bir kimsenin küçük burjuvaya dahil olması için kendi üretim araçlarına sahip olması gerekir. Yani istediğiniz kadar iyi eğitim alın (ki bu “iyi eğitim”in kendisi de ayrıca sorgulanmaya muhtaçtır), istediğiniz kadar çok dil bilin bu nitelikler sizi bir orta sınıf mensubu (küçük burjuva) yapmaz. Diyelim ki bir avukatsınız: kendi hukuk büronuz varsa orta sınıfa, bir başkasının hukuk bürosunda maaşlı çalışansanız işçi sınıfına dahilsinizdir.
Elbette küçük burjuva içinden az sayıda da olsa burjuva saflarına geçişler mümkündür. Orta sınıftan üst sınıfa geçen CEO’lar buna örnek verilebilir.
Özetle Marx’ın sınıf teorisinde belirleyici olan statü sahibi olup olmamak değil, üretim araçlarına sahip olup olmamaktır. Kaldı ki Marx, küçük burjuvanın da modern kapitalizmin dev sömürü çarkında öğütülerek hızla işçi sınıfı saflarına katılacağını muştulamıştır.
Bugün küçük burjuvanın, yani çeşitli statülere sahip “iyi eğitimli” kişilerin değil, kendi üretim araçlarına sahip olanların, bizzat iktidarın bekçiliğini üstlendiği kendine has yanları olan ülke kapitalizmi içinde bu araçları kaybedip işçileştiğini deneyimliyoruz.
O halde Marx’ın sınıf teorisinde, modern mezbahalarımız olan metropollerimizdeki beyaz yakalılarımızın yeri yurdu neresi? Hani şu maaşları gittikçe erirken çalışma koşulları gittikçe ağırlaşan, ülkeyi terk etmek ya da işçileşmek dışında seçim şansı tanınmayan Cumhuriyet’in orta sınıfının? Marx’a göre, yukarılarda da işaret edildiği gibi, onlar zaten işçidir. Bir fabrika işçisine benzemeseler de, özgün konuma sahip olarak, işçi sınıfının içinde yer alırlar. Ve er ya da geç, görece ayrıcalıklı konumları, kapitalizmin işleyişi içinde kaçınılmaz olarak ortadan kalkacaktır.
“Şimdiye kadarki küçük orta zümreler, küçük sanayiciler, tüccarlar ve rantiyeler, zanaatkârlar ve köylüler, bütün bu sınıflar kısmen kendi küçük sermayeleri büyük sanayinin işletilmesine yetmediği ve daha büyük sermayecilerle rekabet içinde batıp gittiği için, kısmen de yeni üretim tarzları onların becerilerini değersizleştirdiği için proletaryanın katına inerler. Böylece proletaryaya nüfusun bütün sınıflarından katılmalar olur.”
Marx ve Engels, Komünist Manifesto
Elbette ülkemizin maaşla çalışan akademisyeni, doktoru, avukatı, insan kaynakları temsilcisi, bankacısı, çeşit çeşit memuru, hizmet sektöründe yakasına unvan bahşedileni ve diğerleri kendilerini işçi olarak görmez. Öyle ya, Yıllarca dirsek çürütüp birçok vasfa sahip olmuş, bileğinin hakkıyla beyaz yakasını takmış biri, nasıl işçi olabilir?
Tam da bu noktada orta direğin imdadına Max Weber yetişiyor. Marx’ın aksine Weber, sınıf teorisinde sosyal statüye yer veriyor.
Marx’ın iki ana kutuplu sınıf teorisini toplumsal yapıyı anlamak için yeterli bulmayan Weber, çok katmanlı bir toplumsal tabakalaşma teorisi ortaya koyuyor. Toplumsal sınıfları yalnızca üretim ilişkileri üzerinden şekillenen yapılar olarak görmeyip toplumsal yapıyı “sınıf”, “statü” ve “parti” kavramları üzerinden ele alıyor. Weber, bu üç yapının birbirini etkileyebileceğini ifade ediyor. Dolayısıyla onun toplumsal tabakaları açıklayan teorisinde, Marx’ın aksine, “statü” belirleyici bir yer tutuyor. Yani Weber’de eğitim, sosyo-kültürel durum, unvan gibi etkenler sosyal tabakalar arasındaki farklar belirlenirken son derece önemli.
Elbette tarihsel süreç içinde sınıf teorisine ilişkin yeni yaklaşımlar, yeni tanımlar ortaya atılmıştır. Ancak bunların da ana izleği yine bu iki büyük sınıf teorisyenidir.
Türkiye’de Weber pek bilinmediğinden, kendini “orta sınıf” olarak görenler ve “orta sınıf”tan söz edenler, yukarıda da belirttiğim gibi, örtük ya da açıktan bunu Marx’ın sınıf teorisine atfederler. Bu hesapla denilebilir ki, Türkiye’de “orta sınıf”, Marx’ın sınıf teorisine uyduğu sanılan ama aslında Weber’in toplumsal tabakalaşma teorisine uyan toplamın adıdır. Marx için toplumsal tabakalar, sınıf temelinde birbirinden ayrılırken ve statünün bir belirleyiciliği yokken; Weber için statü, belirleyici bir tabakalaşma kavramıdır.
Cumhuriyet’le birlikte eğitim olanakları ve okur yazarlık oranı artış gösterdi. Yurttaşlar siyaset dahil pek çok alanda kendilerine yer bulma imkanına sahip oldu. Fakat AKP’nin yaptıklarından önce, küresel kapitalizm başka ülkelerde nelere neden olduysa, Türkiye’de de -farklılaşan biçimlerde de olsa- aynı şeylere neden oldu. Kapitalizmin tarih sahnesindeki yürüyüşünde zaten küçük burjuva işçileşecekti, Türkiye’de de işçileşti. Bunun yanında, eğitim olanaklarından yararlananlar, tipik bir fabrika işçisine göre birtakım ayrıcalıklara ve daha iyi yaşam koşullarına sahip olabiliyorken bu imkanlar artık neredeyse tamamen ortadan kalkmak üzere.
AKP burada kapitalizmin işini kolaylaştırıcı ve de hızlandırıcı bir görev üstlendi. Kendini orta sınıf sananlar toplamı, kendisinin de işçi olabileceğini düşünmeye yanaşmadı. Weberci bir statü anlayışıyla, toplumu ileri götürmeye muktedir olduğu ve bu muktedirliğin araçlarına sahip olduğu yanılgısıyla gelmekte olan fırtınayı göremedi. Sonuçta onca eğitim, onca okuma ve onca dünya tasavvuruna sahipti, “orta sınıf”, tüm bunlardan bihaber olan işçi sınıfına nasıl dahil olabilirdi!..
Burada, Türkiye’deki “orta sınıf”ın kibirli yanı açığa çıkıyor. Kanımca bir yanılsama bütünü olan bu sınıf mensupları bilincinde olmasalar dahi kibre sahiptirler. Kendilerine “orta” konumu atfedilmesini kolayca benimseyerek hem “üst”e sıçramaya yakın olma potansiyellerinden içten içe hoşnut olup bu potansiyeli değerlendirmeyi arzuluyorlar, hem de yalnızca hallerine üzülüp acıyabilecekleri, yardımlarına ve lütuflarına muhtaç işçi sınıfından, kendilerini keskin hatlarla ayırıyorlar. Böylece işçi sınıfı, “orta sınıf”ın yardım bahşedip etmeyeceği yine “orta sınıf”ın teveccüh göstermesine kalmış daha “aşağı” bir toplam olarak otomatik biçimde sabitlenmiş oluyor.
AKP tam da “orta sınıf”ın bu haleti ruhiyesine oynamış ve kazanmış bir siyasi partidir.
Ahval ve şerait böyle olduğunda, mevcut denklemde kaybeden taraf sanılanın aksine işçi sınıfı değil, “orta sınıf” oldu. Kendilerinin işçi olduğunun farkında ve de kabulünde olmayanlar, AKP döneminde hızla “işçilere” benzediler. Ancak ne trajiktir ki hala işçiler tarafından işçi olarak görülmemekteler. Pre-AKP döneminde kendilerini işçilerden öylesine yalıttılar ki solcusundan sosyal liberaline bir türlü halka inememe, bir türlü halkın yararına halka derdini anlatamama sorununu kronikleştirmiş oldular. Bu kronikliğin ortasında nice Erdoğan’lar doğdu. İçlerinden bir tanesi, sağ jargona uygun biçimde yoksul kitlenin içinden yetişmiş biri ve gelmiş olduğu yeri sahiplenen biri olarak bu kitlenin temsiline soyundu. Kitle ise, zaten kendinden olanı yukarı taşıdı.
Bugün “orta sınıf”ın yaşadığı travma, sandığa indirgenmiş kayıpların toplamından öte, işçi olmanın dehşetiyle yüzleşme zaruretinden kaynaklanan bir travmadır. Ayrıcalıklı olmayı hak ettiğini düşündüğü halde ayrıcalıklı bir muamele görmeyenler toplamının travması… Oysa bu toplamın, kapitalizmin kendilerine verdiği geçici ayrıcalıkların yine bizzat kapitalizm tarafından geri alınacağını görmesi gerekirdi.
Bugün hayal kırıklığı içinde ülkeyi terk edip etmemenin kıyısında yaşayan “orta sınıf”, aslında doğrudan doğruya “alt sınıf” olduğunu, ne kadar iyi eğitim alırsa alsın, ancak ne kadar fazla unvana sahip olursa olsun emeğini satan bir işçi olduğunu kabullenerek içine düştüğü travmadan kurtulabilir. Ancak o zaman fabrika işçisinin, kurye işçisinin, AVM işçisinin sahiden yanında olabilir. Onlar gibi davranarak değil, sahiden onlardan olarak…