DünyaPolitikaToplum ve Siyaset

Vatandaşlığı Satmak – Marco D’eramo (Çeviri: Kemal Büyükyüksel)

Türkiye, 80 milyon nüfusu ve güçlü ordusu ile dünyanın en güçlü 20 ekonomisinden biriydi. Ancak bugün, dünyanın yarısından fazla vatandaşlık alıcısını ağırlıyor.

Marco D’eramo’nun New Left Review’daki makalesinin çevirisidir.

Silahlanın, yurttaşlar! 1795 Devrim Konvansiyonu tarafından Fransız milli marşı olarak kabul edilen ‘La Marseillaise’ bu nakaratlarla başlar. Artık serfler, tebaalar veya vasallar değil, eşit vatandaşlar vardır. ‘Vatandaş’ terimi, Antik dönemde kullanılan ve ‘cives romanus sum’ ile ifade edilen siyasi bir kategori olarak, Devrim’in kazandığı hakları özetlemek ve hayali ulus-devlet topluluğunu bir araya getirmek için yeniden canlanmıştır. Vatandaşlık hakları (eğitim, sağlık, çalışma hakları) ve ilgili görevler (zorunlu askerlik, jüri görevi, vergi yükümlülükleri) zamanla artacaktır. Çağdaş insan hakları ile temel bir ayrım burada yatmaktadır: ‘Bir kişi, bir oy’ ilkesi, normalde biçimsel ve teorik olan eşitliğe somut içerik kazandırmayı amaçlar.

Bu vatandaşlık ve devlet anlayışı 1960’larda zirveye ulaştı ve ardından gerileme dönemine girdi. Doğum yoluyla (ius soli), soy yoluyla (ius sanguinis) veya uzun süreli ikametle kazanılan vatandaşlık, bir aidiyet biçimi olarak kabul edilmeye devam edilmektedir. Ancak yurttaşlık, deyim yerindeyse, ‘zayıfladı’. Haklar (refah devletinin çöküşüyle) ve görevler (vergi yükünün hafifletilmesiyle) azaldı, ancak tamamen kaldırılmadılar (örneğin, zorunlu askerlik). Neoliberalizmin zaferiyle birlikte vatandaşlık, alınıp satılabilen bir meta haline geldi. Amerikalı sosyolog Kristin Surak’ın ‘Altın Pasaport’ adlı eserinde belirttiği gibi, artık dünya çapında bir ‘vatandaşlık endüstrisi’ mevcut. Kitap, bu endüstrinin ilk kırk yılını kapsayan bilgiler, veriler ve anlatılarla dolu bir kaynak.

Peki neden insanlar vatandaşlık satın almak istiyor? Başka bir uyruğa yönelme sebebi, tüm vatandaşların eşit olmamasıdır. Yaşamlarımız ‘doğuştan gelen bir piyangoya’ bağlıdır. Surak’ın hatırlattığı gibi, Burundi’de doğarsanız yılda ortalama 300 dolar kazançla 57 yıl yaşamayı umabilirsiniz; Finlandiya’da doğarsanız, bu ortalama 80 yaş ve 42.000 dolardır. Bugün tanık olduğumuz büyük göç dalgaları, bu sınırsız jeopolitik eşitsizliğin bir sonucudur. Sınırlar, bu uçurumun devamını sağlar: Örneğin, Türkiye, Suriyeli, Afgan ve diğer mültecilerin AB’ye girmesini engellemek için Brüksel’den yılda 6 milyar Euro almakta; Tunus ise bu yıl itibarıyla Sahra altı göçü durdurmak için 1,1 milyar avro almaktadır. Küçük Nauru Cumhuriyeti ise (12.600 nüfuslu ve 21 kilometrekarelik bir ada), son on yılda Avustralya tarafından reddedilen sığınmacıları barındırarak GSYİH’sının yarısını elde etmiştir.

Ancak vatandaşlık son derece eşitsiz olsa da, rutin olarak tüm devletlerin eşit derecede egemen olduğu yönündeki hukuki kurguyla karşılaşıyoruz; bu, Emer de Vattel’in 1758’de yayımladığı ‘Le droit des gens’ adlı eserine kadar uzanan bir kavramdır. Eğer doğağ durumdayken insanlar eşitse ve farklılıklarına rağmen birbirine eşitse, aynı durumun devletler için de geçerli olması gerektiği düşünülür. Elbette devletler hiçbir şekilde eşit derecede egemen değildir. Nauru, Almanya gibi bir ülke ile eşit egemenliğe sahip değildir, her ne kadar BM’de oyları aynı ağırlığa sahip olsa da, dünya çapında büyükelçilikler açabiliyor ve diplomatlarına dokunulmazlık sunabiliyor olsa da. Bu bağlamda Surak, Stephen Krasner’in ‘Egemenlik’ (1999) adlı kitabından alıntı yaparak, ‘Konu egemenlik olduğunda en sık karşılaştığımız şey organize ikiyüzlülüktür’ diyor. Vatandaşlığın bir meta olarak yeniden şekillendirilmesi, biçimsel eşitlik ile gerçek eşitsizlik arasındaki bu çelişkinin bir sonucudur. Thomas Humphrey Marshall, 1950’de, ‘Vatandaşlık, eşitsizliğin yapısının üzerine inşa edilebileceği eşitliğin temelini sağlar’ demiştir.

Pek çok kişi, doğal olarak bu eşitsizlikten kaçmak ister; çoğu vakada bu göç yoluyla gerçekleşir. Ancak, bunu karşılayabilen az sayıda kişi için vatandaşlık basamaklarına tırmanmak yerine bir asansör mevcuttur. Vatandaşlık tipik olarak ayrıcalıklı sınıflar tarafından, küresel ticaretin çevresinde yer alan, emperyal yaptırımlara tabi olan, siyasi huzursuzluk, savaş veya otoriterlikle damgalanan ayrıcalıklı devletlerdeki insanlar tarafından satın alınır. Surak, vatandaşlık piyasasının ülkelerarası ve ülke içi eşitsizliklerin birleşiminden doğduğunu açıklıyor. Kişinin kendisi ve ailesi için vatandaşlığın bedeli birkaç yüz bin dolardan birkaç milyona kadar değişebilir. Alıcılar genellikle multimilyonerlerdir, ancak bunlar aynı zamanda yasal statü arayan Filistinliler, yaptırımlara maruz kalan İranlı işadamları, kendilerini parti devletinin kamulaştırmasından korumaya çalışan Çinli seçkinler veya Putin’in istikrarsız yönetiminden ve şu anda ortaya çıkan savaş tehlikelerinden sığınmak isteyen Rus oligarkları da olabilir. Bir süre için en büyük müşteriler, Pekin’in baskısından tedirgin olan Hong Kong sakinleriydi. Ancak bunlar aynı zamanda Körfez ülkelerinde çalışan, emekli olduklarında yasal olarak orada kalma hakkına sahip olmayan ve kendi ülkelerine dönmek istemeyen üst düzey yöneticiler de olabilir (Hintliler, Pakistanlılar, Endonezyalılar gibi).

Bazı devletlerin vatandaşlığının fahiş bir ayrıcalık olması nedeniyle, bu devletin mevcut sahipleri aşılmaz engeller dikerek bu ayrıcalıkları korumaya heveslidir. Olağanüstü zenginler için bile jeopolitik piramidin tepesindeki devletlerin vatandaşlığını satın almak kolay değildir (her ne kadar istisnalar olsa da: Fransa, Snapchat milyarderi Evan Spiegel’i vatandaşlığa aldı, Yeni Zelanda da aynısını milyarder Paypal kurucusu Peter Thiel ile yaptı). Diğer bir yol ise, üst düzey devletlere girmenize ve orada ikamet etmenize olanak tanıyan daha düşük dereceli bir vatandaşlık satın almaktır; devletler hiyerarşisi, uluslararası hareketlilik hiyerarşisine karşılık gelir. AB veya Japon pasaportuna sahip olanlar 191 ülkeye serbestçe girebiliyor; ABD pasaportları 180; Türk pasaportları 110. Esasen Surak, göçmenlerin katılmayı umdukları devlette yaşamaları gerektiğini, vatandaşlık satın alanların ise orada yalnızca paralarının ikamet etmesi gerektiğini yazıyor.

Vatandaşlık ticaretinden ilk yararlananlar Caricom ülkeleri oldu: toplam nüfusları 18,5 milyon olan on beş Karayip mikro devleti. St. Kitts & Nevis, 1984 yılında belirli bir miktarda yatırım yapanlara vatandaşlık veren bir yasayı çıkararak öncü oldu. Bu, ‘Yatırım Yoluyla Vatandaşlık’ (CBI) olarak bilinmeye başlandı. Adalar, yüzyıllar boyunca şeker üretimiyle zenginleşmişti – on sekizinci yüzyılda küresel üretimin %20’sini üretiyordu – ancak 1970’lerde kruvaziyer endüstrisinin büyümesiyle daha da kötüleşen bir ekonomik krize girdi. CBI programı, GSYİH’nın %35’ini oluşturdu. Ortak hukukun geçerli olduğu, yani hukukun daha önceki yargı kararlarına dayandığı İngiliz Milletler Topluluğu’nun bir parçası olma avantajına sahiplerdi: genel hukuk yalnızca yasak olanı tanımlarken, medeni hukuk neyin yasal olduğunu tanımlar ve bu nedenle çok daha kısıtlayıcıdır. Antigua, Grenada ve St. Lucia gibi Karayipler Topluluğu devletlerinin de onları takip etmesi şaşırtıcı değildir. Daha sonra, ekonomisi tamamen muza dayalı olan ve 1990’larda Dünya Ticaret Örgütü düzenlemeleri Chiquita’nın başarılı bir yasal mücadele başlatmasına izin verene kadar öncelikle Avrupa’ya ihraç ettiği Dominika geldi. Ardından gelen ‘muz savaşı’, adayı uçurumun eşiğine getirdiğinde, CBI programı onun ana varlığı haline geldi; Commonwealth komşularının yararlarını karşılamak için daha düşük oranlarda vatandaşlık ve başka avantajlar (isim değiştirmeyi kolaylaştırmak gibi) teklif etti. 2009’dan beri St. Kitts ve Antigua pasaportları sahiplerine Schengen Bölgesi’ne ücretsiz giriş hakkı veriyor; 2015’ten bu yana Dominika, Grenada ve St. Lucia aynı avantajı sunuyor.

Pasaportun arzu edilirliği, sağladığı hareketliliğe bağlıdır. Bu anlamda vatandaşlık, ikametten farklıdır. Yatırım karşılığında oturma izni sunan ancak vatandaşlık teklif etmeyen yaklaşık elli ülke var (aralarında Portekiz, İspanya, Avustralya ve ABD bulunmaktadır). Ancak hareketlilik, sizi vatandaşlığa kabul eden devletten çok, içeri girmenize izin veren devlete bağlıdır. Örneğin, 2015’te St. Kitts, Kanada’ya serbest girişi kaybetti ve pasaportunun değeri düştü. Bu nedenle, vatandaşlık endüstrisi daha fazla kural ve prosedür geliştirerek küçük ev aşamasından çıktıkça, büyük devletler vatandaşlık verilmesi konusunda artan bir nüfuza sahip oldu. Karayip mikro devletlerinin vatandaşlığını kazanmak artık ABD’nin (ve giderek artan oranda AB’nin de) onayını gerektiriyor.

Akdeniz’de vatandaşlığın ana satıcıları, tarihleriyle ilgili nedenlerden dolayı Malta ve Kıbrıs olmuştur. Malta örneğinde, bunun nedenleri arasında İngilizce dil, konum ve Avrupa Birliği üyeliği yer alıyor. CBI programının şartları, hem Maltalı muhalefet partileri hem de Avrupa Parlamentosu tarafından hararetli bir şekilde tartışıldı ve 1.800 vatandaşlık kabul sınırı koyuldu; 2020’de kapatıldı, ancak daha sonra yılda 400 ve toplamda 1.500 vatandaşlık kabulü ile yeniden açıldı. Kıbrıs aynı zamanda AB’de olmanın avantajına sahiptir, ancak aynı zamanda Soğuk Savaş döneminde bağlantısız ulusların bir parçasıydı ve güçlü bir Komünist partisi vardı. SSCB çöktüğünde, birçoğu hukuk ve finans alanında çalışan ve Moskova ile güçlü bağları olan, Rusça konuşan büyük bir nüfus hâlâ mevcuttu. Yakınlığı, güneşli iklimi ve Avrupa’ya erişimi nedeniyle, Rusların favori destinasyonu haline geldi. Başkenti resmi olmayan bir şekilde ‘Limassolgrad’ yani ‘Güneşli Moskova’ olarak adlandırıldı, ‘Rus okulları, Rus mağazaları, Rus kulüpleri, Rus restoranları, Rus gazeteleri’ ile. Ancak 2013 Yunanistan krizi sırasında, Troyka, 100.000 Euro’dan fazla olan tüm sigortasız banka mevduatlarına büyük oranlarda vergiler (yüzde 100’e varan) uyguladı ve birkaç yıl sonra, pandemi, Çin ve diğer yerlerde uygulanan sert karantina önlemlerinden kaçmak isteyenler için pasaport talebini artırdığı sırada, Kıbrıs’ın CBI programı kapatıldı. Ruslar yeni bir sığınak aramak zorunda kaldı.

Vatandaşlık satıcıları arasında alışılmadık bir aday olarak Türkiye’yi buldular. 80 milyon nüfusu ve güçlü ordusu ile dünyanın en güçlü 20 ekonomisinden biriydi. Ancak bugün, dünyanın yarısından fazla vatandaşlık alıcısını ağırlıyor. AB üyesi olmayabilir, ancak başka avantajları da var. Karayip mikro devletlerinden, Vanuatu’dan ve hatta Malta’dan farklı olarak, İstanbul, varlıklı bir göçmen için son derece yaşanabilir bir metropoldür. İlk başta, çoğu başvuru Irak, Afganistan, Filistin ve Mısır’dan geldi. Sonra Dubai’nin yabancı sakinleri de devreye girdi. Kovid-19 ve ardından Avrupa’daki savaşla birlikte Ukraynalılar ve Pakistanlılar da saflarına katıldı. İranlılar için Türkiye, yalnızca komşu ülke olması ve İranlıların vizesiz girebileceği az sayıdaki ülkeden biri olması nedeniyle değil, aynı zamanda Türk lirasının (son iki yılda) keskin bir devalüasyona uğraması ve yüksek enflasyon nedeniyle (bu yıl %39) dolar karşısında değerinin yarısını kaybetmesi nedeniyle özel bir çekiciliğe sahip. İranlılar, Türkiye’de gayrimenkul alırken kendi devalüasyonlarından ve enflasyonlarından daha az etkileniyorlar: şu anda yılda ortalama 10.000 konut satın alıyorlar. Bunlar karlı varlıklardır, çünkü tüm Akdeniz kıyılarında olduğu gibi İstanbul’da da konut fiyatları artıyor. Vatandaşlık başvuruları yapan bir ajansın belirttiği gibi, ‘Türkiye’yi bir ev, sigorta ve yatırım olarak düşünebilirsiniz.’

Vatandaşlık bu şekilde finansallaştı ve yapılandırılmış yatırım araçlarına benzer bir ürüne dönüştü. Yatırım yoluyla vatandaşlığa kabuller, dünya çapındaki göçmen akışıyla karşılaştırıldığında son derece küçük olsa da – yılda yaklaşık 50.000 – vatandaşlık hakkında düşündüğümüzden daha fazlasını ortaya koyuyor. Hindistan’ı ziyaret ederken, yerli halkın Avrupalı turistlerin uyruğunu tahmin etme becerisine hayran kaldım. Vatandaşlık sistemimizin onlar için bir tür kast sistemine benzediğini ve birlikte büyüdükleri birçok kast arasında ayrım yapma konusunda iyi eğitildiklerini fark ettim.

Belki de en ilginç olay, Amerikalıların çifte vatandaşlık arayışıdır. Bunların birçoğu, ABD’ye vergi ödemeye devam etmek istemeyen yabancı uyruklu kişilerdir. Diğerleri ise seyahat edebilmek için ikinci bir vatandaşlık istiyor. Çifte vatandaşlığa sahip büyük bir sosyolog, 11 Eylül’den bu yana her zaman Avrupa belgesiyle seyahat ettiğini söyledi. Diğerleri ise Trump’ın seçilmesinden sonra başvurdu. 5 Kasım’da ne yapacaklarını kim bilebilir?

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu