Yapay Zeka Türümüzü Pekâlâ Değiştirebilir – Asher Dupuy Spencer, David Calnitsky (Çeviri: Ergi Gümüş)
“Bazı teknolojiler yalnızca verimliliği artırırken bazıları sadece toplumumuzu değil fizyolojimizi de yeniden biçimlendiriyor. Yapay zekâ neye dönüşürse dönüşsün, sosyalist strateji aynı olmalı: emeğin gücünün artırılması.”
Bu yazı Asher Dupuy Spencer ve David Calnitsky’ın Jacobin’de yayımlanan yazısının Türkçeye çevrilmiş halidir.
İnsanlığın başlangıcından bu yana, yeni teknolojilerin aniden ortaya çıkışının derin, ancak sonuçları hemen belli olmayan toplumsal etkileri oldu. Yaşama biçimlerimiz değiştikçe biz de değişiyoruz, kimi zaman oldukça derinden…
Örneğin, Homosapiens türünün dünyanın her tarafında bulunan fosillerinden gözlemlendiği kadarıyla beyinleri, 300.000 yıl öncesine göre artık daha küçük. Bu olgunun birbiriyle rekabet eden açıklamalarından biri; dilin ortaya çıkışının ve bilginin toplum genelinde dağılımının, bireylerin çözmesi gereken sorunların karmaşıklığını azalttığına dair teoridir. Her şeyin temelinde, ilk insan teknolojileri- kültür ve dil- bireylerin üzerindeki bilişsel yükü büyük ölçüde azalttı. Hayatta kalma içgüdüsü hikayelerle, geleneklerle, dinlerle ve zanaatlarla dışsallaştırıldı. Artık en eski atalarımızdan daha küçük beyinlerimiz var, ancak onların bilmeyi hayal edebileceklerinden çok daha fazlasını biliyoruz.
Bir başka örneği daha ele alalım: Erken insan topluluklarında sivriltilmiş mızrakların özellikle taştan yapılan mızrak uçlarının kullanımı. Bu basit teknolojik ilerleme primitif atalarımızın mamut gibi büyük toynaklı hayvanları avlamasına yardımcı oldu; aynı zamanda bu ilerleme erkeklerin baskın fiziksel gücünün etkisini azaltarak cinsiyet bazında daha eşitlikçi bir toplumun filizlenmesinde önemli bir rol oynamış olabilir. Primatolog Christopher Boehm’e göre şiddet potansiyelinin bu ani yeniden dağılımı, türümüz dışındaki diğer büyük kuyruksuz maymun (hominid) türlerinde gözlemleyebildiğimiz saldırgan tepkilerin ve eğilimlerin insan türündeki düşüş eğilimini açıklayabiliyor. Sivriltilmiş sopalar insanlar arasındaki güç hiyerarşilerini yeniden düzenledi; bizzat insanların geliştirdiği teknoloji, hominid genusunu kendi içinde en yakın kuzenlerimiz olan aşırı şiddet yanlısı şempanzelerden güçlü bir şekilde ayıran gelişmiş bir siyasi eşitlikçilik kültürünü beslemesini sağladı.
Yaklaşık on iki bin yıl önce ortaya çıkan yeni teknolojiler bu “sivriltilmiş mızrak” eşitlikçiliğine meydan okumaya başladı. İnsanlar evrimin gücünden yararlanarak bitki ve hayvanları yapay seçilim baskısı içerisinde yetiştirmeye başladılar ve bu durum kalıcı, sayılabilir artı değer birikimini mümkün kıldı. “Neolitik Devrim” olarak adlandırılan bu devrim sadece yiyeceklerle ilgili değildi; yeni aletler, ilişkiler ve sosyal yapıları meydana getirdi. Tarımsal üretimden elde edilen artık değer, erken tarım devletlerinin kurulmasının yolunu açtı. Bu durum; insan topluluklarını güç ve boyun eğdirme tuzaklarıyla kuşatan, yapılandırılmış hiyerarşilerin ve yeni doğmakta olan devlet bürokrasilerinin yükselişine ilk kez tanık olunan zamanlardı. Bir zamanlar eşitlikçi doğamızı mümkün kılan silahlar artık gücün, sömürünün ve tahakkümün araçları haline geldiler.
Bahçeci uyarlanma (hortikültürel) biçiminde hayatlarını idame ettiren insanların erken örnekleri yabani ot tohumlarının yetiştiriciliğiyle bir hiyerarşi veya diğer insanlar üzerinde tahakküm biçimleri kurmaya çalışmıyorlardı. Bu tarımsal faaliyetler çok faydalı bir yeniliğin istenmeyen bir sonucuna yol açtı. Zenginlik, güç birikimi ve bu birikimleri savunmak için ortaya çıkan devlet; kurumları, medeniyeti ve yazı dilini de beraberinde getirdi. Tarım devrimi ilk ortaya çıktığında tarım toplumlarının oluşturduğu yerleşik hayata uyarlanan insanların ortalama sağlığında ve yaşam beklentisinde bir düşüş görüldü; ancak sonrasındaki süreçlerde çok daha büyük bir insan nüfusunun daha uzun, daha zengin, daha sağlıklı yaşamalarını mümkün kıldı.
Ancak kapitalizmin ortaya çıkışı teknolojik değişimin hızında ve biçiminde bir değişime işaret ediyordu. Karl Marx’ın herhangi bir öğrencisinin de bileceği gibi; kapitalizm, insanların ihtiyaç duydukları şeyleri üretme biçimlerinde tutarlı ve bazen de radikal devrimlerle karakterize edilir. Kapitalizm öncesi toplumsal örgütlenme tarzlarında büyüme yavaştı ve dönemsel demografik çöküşlerle (salgın, doğal felaket vb.) karakterize ediliyordu. Kapitalizmde işçi başına düşen üretim çıktısı istikrarlı bir şekilde arttı ve tüm Malthusçu1 sınırlar aşıldı.
Son yüz yıldır, teknolojideki büyük ilerlemelere rağmen, kapitalizmin bazı temel özellikleri istikrarlı bir şekilde sürmeye devam etmiştir: devletin gücü, piyasalara bağımlılık, toplumsal artı değer üzerinde özel sektörün temellük hakkı vb. Ancak geçmişi de rehber olarak alırsak, her yeni teknolojik gelişmenin çığır açıcı sonuçlar doğurma potansiyeli de ortaya çıkar. İnsanlık tarihi teknolojinin dönüştürücü gücünün kanıtlarından oluşur. Geçmişten gelen teknolojik ilerlemeler insanın üretken kapasitesini artırdı, ancak bazı teknolojik gelişmeler de sosyal yaşamın yeniden yapılandırılmasına ve gücün yeniden dağıtılmasına yol açtı.
“Sıklıkla olmasa da bazı önemli teknolojik atılımlar insanlığın yalnızca toplumsal bir özne olarak değil, biyolojik bir tür olarak da faaliyet gösterdiği koşulları değiştiriyor.”
En azından Ludistlerden2 bu yana ve 1960’lardan beri tutarlı bir şekilde, siyasi yelpazenin her tarafındaki – özellikle soldaki – insanlar çoğunlukla bu amansız teknolojik ilerlemelerin işgücü piyasalarına olan etkileriyle ilgileniyorlar, bu koşullarda tek mantıklı eylem olarak bu kabul ediliyor. Yeni üretim teknikleri, maliyetleri düşürmek adına çoğu zaman işgücünü azaltmıştır. Neyse ki, bu durum artan toplam üretim çıktısının çoğu durumda yeni ürün ve pazarların yaratılmasına olanak tanınmasıyla günümüze gelene değin telafi edildi.
Ancak diğer yandan da dijital çağdaki yenilikler şu ana kadar toplam üretkenliğimizde beklenen muazzam artışları sağlayamadı. Bilgisayarlar, robot bilimi (robotik), algoritmalar, internet iletişimi ve en nihayetinde büyük dil modellerine dayalı yapay zekanın (AI) tümü üretim süreçlerine entegre edilmesine rağmen kişi başına düşen üretkenlik artışı, özellikle teknolojinin halihazırda ileri düzeyde olduğu ülkelerde, 2. Dünya Savaşı sonrası döneme göre hala önemli ölçüde düşük.
ChatGPT’nin ortaya çıkışından bu yana insanlar yeniden endişelenmeye başladı: Yapay zekadaki son gelişmelerin sonuçlarını kavramaya çalışan uzmanlar ve politikacılar, birtakım tesadüfler eseri teknolojik devrimlerin iki uçlu doğasını yeniden keşfettiler. Bazıları işsizliğin hüküm sürdüğü ve teknolojik gelişmelerin faydalarının yalnızca sermaye sahiplerince tahakkuk edildiği distopik bir gelecek öngörürken, diğerleri emek sömürüsünün ortadan kalktığı bir ütopik dünya tasavvur ediyor. Önceki teknolojik devrimlerde olduğu gibi, insanlar hangi işlerin ne ölçüde otomasyon süreçlerine gireceğini merak etmeye başlıyor.
Bu tarzda teknolojik atılımlar söz konusu olduğunda geleceğin neler getireceğinden kimse emin olamaz. Bununla birlikte elimizde birkaç yüz yıllık bir kapitalist tarih var ve bu da birkaç genel dersin çıkarılmasına olanak tanıyor. İstihdamın otomasyonu genellikle emeğin diğer endüstriler tarafından absorbe edilmesiyle sonuçlanmıştır. İşgücündeki bu değişimler, ekonomik düzenler arasında güç ve gelir dağılımındaki anlamlı değişikliklerle ilişkilendirilmiştir. Geçtiğimiz yüzyıldaki büyük yeniliklerin çoğu; yönetici sınıfın ayrıcalığın artmasıyla sonuçlandı, zaten amaçlanan da buydu. İşgücündeki teknik kapasitenin değişiminin öznel iş deneyimleri üzerindeki etkisi nadiren tarafsızdır. İşçi sınıfı kurumlarının, sendikalarının ve partilerinin gücü; otomasyonun gelir ve istihdam üzerindeki etkilerini etkileyebilir, ancak nadiren teknolojik değişimin gidişatını şekillendirirler.
Sıklıkla olmasa da bazı önemli teknolojik atılımlar, aslında yalnızca sınıf veya toplum olarak değil, aynı zamanda biyolojik bir tür olarak da faaliyet gösterdiğimiz koşulları temelden dönüştürmeyi başarabiliyor. Dilin veya tarımın ortaya çıkışı gibi, yapay zekanın yükselişi de pekâlâ bu devir açıp kapayıcı değişimlerden biri olabilir. Ancak bu çalkantılı sürecin istihdam süreçlerindeki dağıtım mekanizmalara etkisinin neler getireceği de pek açık değil. Biz bu yazıyı yazdığımız sırada, Gazze’de ve Doğu Avrupa’da yapay zekâ tarafından desteklenen orduların yürüttüğü savaşlar sürmeye devam ediyor. Gezegenin her yerinde yeni ve korkunç gözetleme yöntemleri kullanılıyor. Dijital ortamlarda artırılmış gerçeklikle (AR) üretilen görüntü ve sesleri, gerçek hayatta kaydedilmiş görüntü ve seslerden ayırt etmek giderek zorlaşıyor. Bu piyasa dışı uygulamalar politik açıdan anlamlı doneler ortaya koymaktadır ve açıkçası herhangi bir istihdam kaymasından daha korkutucudur.
Bilim ve teknoloji birlikte yeni yollara ilerlemeye hazır ve pek çok kişinin, hatta herkesin anlaması çok zor olan yönlere doğru ilerleyebilir. Böyle durumlarda hem yeni riskler hem de yeni fırsatlar birlikte gelir. Sözgelimi, daha sağlıklı ve daha zengin bir dünya vaadi son kertede gerçekçidir, ancak askeri yapay zekâ uygulamalarının yıkıcı etkisinin korkunç artışını hayal etmek de aynı derecede gerçekçidir.
İşçi hareketlerinin başlangıcından bu yana olduğu gibi, sosyalistlerin değişen teknolojik ortama siyasetle katılması gerekiyor. Otomasyona karşı verilecek mücadele, bu haliyle kaybedilecek bir mücadele olabilir; ancak işçi özerkliğini ve gücünü savunmak kaybedilmesi mutlak bir mücadele olmak zorunda değil. Teknolojik verimliliğin doğurduğu kazanımlardan elde edilen ganimetlerin dağıtımına yönelik talepler şimdilik asgari düzeyde gibi görünüyor. Ancak yapay zekâ teknolojisinin gelişiminin belirsizliğine bakıldığında, bu büyük bilinmeyenlerin çözümü için açık bir yol da görünmüyor.
Bildiğimiz şey, çalışanların ve sıradan halk kitlelerinin bu uygulamaların uygulanma biçimlerinde karar alma yetkisine sahip olması gerekliliğidir. Yayınladıkları ünlü bir makalede Claus Offe ve Helmut Wiesenthal, kolektif eylem sorunlarının seçkin sınıflar ve sıradan çalışanlar için birbirlerinden ne kadar farklı olduğunu yazdılar. Elitlerin çıkarları alabildiğine şeffaftır; bu sınıfın her türlü ihtiyaçları üretim süreçlerinden elde edilen kâra sabitlenmiştir ve çıkarları onların emirlerini yerine getiren teknokratlar ve avukatlar aracılığıyla korunur. Ancak işçi sınıfının çıkarları hiçbir zaman şeffaf değildir; ihtiyaçlarının giderilmesi için diyalog oluşturulmalı ve keşfedilmelidirler. İşçi sınıfından bazı insanlar basitçe elde ettiğinden daha fazla gelire ihtiyaç duyabilirler; diğerleri daha yaşlı olabilir ve bu sebepten ötürü işyeri güvenliğine odaklanmış olabilirler; bazılarının yalnızca sağlıkla ilgili ihtiyaçları veya sigortalanmaya ihtiyaç duyan aileleri vardır; tıpkı daha fazla serbest zaman için pazarlık yapmayı tercih eden insanların da olabileceği gibi. Diyalog oluşturmak yalnızca başarıya ulaşmak için değil, aynı zamanda sıradan insanların gereksinimlerini anlamak için de her zaman gerekli olmuştur.
Yapay zekanın da geleceği farklı değerlendirilmemelidir ve ortadadır ki çıkarlarımızın gerçekte ne olduğunu keşfedebilmek sürekli bir diyalog gerektirecek. Bu süreçler, yeni teknolojinin insani yönetimi için yeterli olmasa da gerekli bir koşul olacaktır. İyi bir gelecek, teknolojinin araştırılması, geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması söz konusu olduğunda insanların büyük çoğunluğunun söz sahibi olmasını gerektirecektir. Bu da ancak daha güçlü sendikal hareketlerin ve sosyalist partilerin iktidar için doğru mücadeleyi göstermesiyle mümkün hale gelebilir. Önümüzdeki birkaç yıldaki teknolojik değişimin hızı ve içeriği konusunda oldukça fazla belirsizlik mevcutken, mümkün olan en geniş kapsamda izimizi bıraktığımızdan emin olmalıyız.
Az sayıdaki kişinin refahına faydası olan şeyler genellikle çoğunluğun refahını sağlamaz, sağlasa bile bu fayda kısa vadede gerçekleşmez. Uzun vadede, insan dilinin ve kültürünün ortaya çıkış sürecinden farklı olarak, beyinlerimizin bu süreçte küçülmemesini umalım.
- Thomas Robert Malthus (1766 – 1834): Nüfusun halkın hizmetindeki geçim kaynaklarından daha hızlı geliştiğini ve bu sebeple insan nüfusu mevcut hızıyla artmaya devam ettikçe kıtlıklar yaşanmasının kaçınılmaz olacağını savunan politik iktisat ve nüfus kuramcısı. ↩︎
- Ludizm: 19. Yüzyılda iş gücünden tasarruf sağlayan makinelerin tekstil atölyelerine yerleştirilmesiyle tekstil işçilerinin işsiz kalacakları düşüncesiyle makineleri kırarak tepkilerini ortaya koyduğu işçi sınıfı hareketi. İsmini tekstil işçisi Ned Ludd’dan alır. ↩︎