Sonsuz Ekonomik Büyüme Yanılsaması – Chirag Dhara ve Vandana Singh (Çeviren: Erhan Arca)
Elektrikli araçlar ve rüzgar türbinleri gibi “sürdürülebilir” teknolojiler bile fiziksel sınırlarla karşı karşıya ve kimi çevresel maliyetler açığa çıkarıyor.
Bu yazı Chirag Dhara ve Vandana Singh’ın Scientific America’da yayımlanan yazısının Türkçeye çevrilmiş halidir.
İnsan faaliyetleri kaynaklı iklim değişikliğinin zorluklarının ve sürdürülebilir olmadığının farkına varan dünyada elektrikli araçlar büyük sembollerden biri haline geldi. O kadar büyük hale geldi ki Derin Düşünce’nin (Deep Thought) günümüzde yaşam, evren ve her şeye vereceği yanıtın makul bir şekilde “elektrikli araçlar” olabileceği düşünülüyor. Buna karşın Douglas Adams’ında mutlaka soracağı gibi, eğer elektrikli araçlar cevapsa soru nedir?
Güneş enerjili, verimli, güvenilir ve uygun fiyatlı mükemmel elektrikli aracı hayal ettiğimizde sürdürülebilir oluyor mu? Yenilenebilir enerjiyle çalışan elektrikli araçlar, taşımacılığın karbon ayak izini azaltmaya yardımcı olabilir. Ancak sürdürülebilirliğin ölçüsü sadece karbon ayak izi değil, aynı zamanda malzeme ayak izidir de. Malzeme ayak izi; bir ürünün üretimi ve tüketimi sırasında kullanılan biyokütle, metal cevherleri, inşaat mineralleri ve fosil yakıtların toplam miktarını ifade eder. Bir elektrikli aracın yaklaşık bir metrik tonluk ağırlığı, nadir topraklar dahil olmak üzere metaller, plastikler, cam ve kauçuk gibi malzemeleri içerir. Bu nedenle, elektrikli araçlar için küresel talepteki artış, bu malzemelerin her biri için de talebin artmasına neden olur.
İmal edilmiş herhangi bir ürünün yaşam döngüsünün her aşaması çevresel maliyetleri de beraberinde getirir. Açığa çıkan çevresel maliyetler; hammaddelerin çıkarılması, üretim ya da inşaat aşaması, imha sürecinde meydana gelen habitat tahribatı, biyolojik çeşitlilik kaybı ve karbon emisyonları da dahil olmak üzere kirlilik olarak özetlenebilir. Dolayısıyla, ikiz iklim ve ekolojik krizlerin temel nedeni artan küresel malzeme ayak izidir.
Küresel malzeme ayak izi, sanayi devriminden bu yana başta Batı olmak üzere hızla artan Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYİH) ile paralel şekilde büyüdü. Bu durumun temel nedeni, sınırsız büyüme üzerine kurulu bir ekonomik sistemde sermaye sınıfı başta olmak üzere aşırı tüketimdir. Peki sınırsız büyüme arayışı ile ortaya çıkan çevresel tahribat arasındaki bu temel çatışmayı çözebilir miyiz?
Teknolojiye Giriş
Teknolojik yenilikler ve verimlilikteki artış sıklıkla malzeme kullanımındaki büyümeyi ekonomik büyümeden ayırmanın yolları olarak gösterilmekte. Sürdürülebilir bir dünyaya adım atmakta teknolojinin rolü şüphesiz olmakla beraber, temel fiziksel prensipler ve pragmatik ekonomik kaygılar ile sınırlandırılmakta.
Örnekler ise giderek çoğalıyor. Uçakların motor verimliliği, teorik olarak maksimum verimliliklerine yakın çalıştıkları için uzun yıllardır çok az arttı. Benzer şekilde, oluşumlarındaki yarı iletkenlerin fiziksel özellikleri nedeniyle fotovoltaik hücrelerin verimliliğinde yaklaşık %35‘lik kesin bir sınır vardır; pratikte çok azı ekonomik ve pragmatik nedenler dolayısıyla %20‘yi aşmakta. Büyük rüzgar çiftliklerinin enerji üretimi, iz etkilerinin basit ama kesinlikle kaçınılmaz bir fiziksel sonucu olarak metrekare başına yaklaşık bir watt ile sınırlıdır. Son elli yılda bilgi işlem gücündeki büyük artışın, bilgisayar çipi üzerindeki transistörleri daha küçük yapmak fiziksel olarak mümkün olmadığı için 2025 civarında sona ereceği öngörülüyor. Transistörlerin boyutu ise günümüzde koronavirüsün %5’i kadar.
Klasik, kuantum veya katı hal fiziği ya da termodinamiğin prensibi teknolojik çözümlere karşı farklı ama kaçınılmaz sınırlamalar getirmekte. Temelde, geçtiğimiz yüzyıldaki büyük teknolojik atılımlara olanak tanıyan fizik prensipleri, aynı zamanda sınırlanmalarına yol açtı. Malzemelerin kapsamlı geri dönüşümünün verimlilik sınırlarını dengeleyeceğini düşünülebilir. Geri dönüşüm çok önemlidir; ancak cam ve metaller kısıtlı bir kayıp ile defalarca geri dönüştürülebilirken plastik ve kağıtlar çok kayıp olmadan yalnızca birkaç defa geri dönüştürebilir.
Ek olarak, geri dönüşüm enerji ve malzeme açısından yoğun bir süreç olabilmekte. %100 verimlilikle geri dönüşümü sağlamak için fiziksel yasalar çiğnenebilse bile, ki bu yapılamaz, ekonomik büyüme için zorunlu olan artan talep, doğal kaynakların kullanılmasını gerektirecektir. Ana nokta, verimliliğin fizik tarafından sınırlı olmasıdır, ancak “talep” sosyoekonomik yapısında yeterlilik sınırı bulunmamaktadır.
Maalesef durum bundan daha da kötü. Ekonomik büyümenin üstel olması gerekir. Yani sabit bir büyüme oranı sağlandığında ekonomik büyüme belirli periyotlarda ikiye katlanmaktadır. Daha önce değinildiği gibi bu, malzeme ayak izinde de artışa neden olmakta. Üstel büyümenin doğasını anlamak için elektrikli araçları inceleyelim.
Elektrikli araçlardaki büyük atılımda piller için kullanılabilecek lityumun otuz sene daha kolayca çıkartılabileceğini ve derin deniz madenciliği ile birlikte mevcut stoğun dört katına erişileceğini varsayalım. Bu önümüzdeki yüz yirmi seneyi kapsamaya yeterli olacak mı? Hayır, çünkü mevcut lityum talebindeki %10’luk büyüme oranı, talebin her yedi yılda bir ikiye katlanması anlamına gelir ki bu da sadece 44 yıl yeterli olur. Sonuç olarak, insanlığın fazladan birkaç sene hammadde kazanabilmesi için deniz ekosistemlerinde öngörülemeyen, belki de geri döndürülemez bir tahribata yol açılacak.
Üstel büyüme, hızlı şekilde ve kaçınılmaz olarak sınırlı arza sahip her şeyi yok eder. Bir virüs için bu sınırlı kaynak insan nüfusu iken, gezegen bağlamında ise fiziksel kaynaklardır. Kaçınılmaz sonuç, malzeme kullanımını ekonomik büyümeden ayırmanın esasen imkansız olduğudur ve tam da bu gerçekleşmekte. 2015’te yapılan “Ulusların Materyal Ayak İzi” adlı çalışmada, çeşitli ülkelerin 1990 – 2008 arasındaki uluslararası ticarette yerleşik olanlar da dahil olmak üzere materyal ayak izi hesaplanıldı. Çalışmanın kapsadığı dönemde hiçbir ülke ekonomik çapta planlı ve ölçülü bir dekupaj yapmaya ulaşamadı. Küresel Kuzey’in aksi yöndeki iddiaları ise, üretimlerinin önemli ölçüde yurt dışına kaydırıldığı ve buna bağlı ekolojik yıkımlarının da Küresel Güney’de yaşandığı düşünüldüğünde geçerliliğini yitiriyor.
Son zamanlarda önerilen ekolojik tahribat yaratacak derin deniz ve hayali dış gezegen madenciliği önerileri, bu rahatsız edici gerçekleri tanımak istemeyen bir büyüme paradigmasının bir sonucudur.
Sürdürülebilirlik Nedir?
Bu gözlemler bizi sürdürülebilirlik için doğal bir minimum koşula götürür; tüm kaynak kullanım eğrilerinin aynı anda düz olması ve tüm kirlilik eğrilerinin aynı anda ortadan kaldırılmış olması gerekmektedir. Elektrikli araçların neden karbon emisyonlarını dengelemeye yardımcı olabileceğini, ancak sınırsız büyüme paradigması altında tamamen sürdürülemez kaldığını görmemizi sağlayan da bu kaynak perspektifidir.
Asıl Soru
Malzeme tüketimi ile GSYİH arasındaki ayrılmaz bağın, sonsuz büyüme paradigmasını ekolojik bütünlüğün sürdürülmesiyle bağdaşmaz hale getirdiğini savunduk. Dolayısıyla elektrikli araçlar iklim sorununa kısmi bir yanıt oluştursa da mevcut paradigma içerisinde sürdürülemez kaynak tüketimiyle bağlantılı daha büyük antropojenik krizleri yalnızca daha da kötüleştirecek.
Asıl soru ise şu: İnsan refahının adil bir şekilde dağıtılmasının ekolojik bütünlükle uzlaştırılmasına dayanan alternatif ekonomik paradigmalara nasıl geçiş yapacağız?