Demokrasi ve SolGündemToplumsal Adalet

Cumartesi Anneleri: Hafıza, Adalet ve Toplumsal Dönüşüm – Kemal Büyükyüksel

Cumartesi Anneleri, Türkiye’nin toplumsal hafızasında sadece kaybettikleri için yas tutan kişiler değiller, aynı zamanda insanlık onurunun, adaletin gücünün ve hafızanın iyileştirici etkisinin somut sembolleriler.

Cumartesi Anneleri, her cumartesi derin bir hüzün ancak güçlü bir kararlılıkla Galatasaray Meydanı’nda toplanıyor. Bu meydan onların sessiz çığlıklarına tanıklık ediyor. 1995’ten beri bu anneler kaybettikleri çocuklarının akıbetini öğrenmek ve adalet talep etmek için tüm baskılara rağmen bir araya geliyorlar. Türkiye’nin toplumsal hafızasında silinmez izler bırakan bir hareketin öncüleri oldular. Mücadeleleri, bireysel acılardan ve toplumsal bir travmadan doğan kolektif bir hafızayı gün ışığına çıkardı. Bu hikayeyi öğrenerek ve anlamaya çalışarak insanlığımızı hatırlayabilir ve ülkemizde daha insancıl bir düzen inşa etmek için gerekli yüzleşme ve dönüşümün temellerini atabiliriz.

Cumartesi Anneleri’nin Tarihçesi

Zorla kaybedilen yakınlarının başına gelenleri öğrenebilmek, gözaltında kaybolanları veya faili meçhul cinayetlere kurban giden evlatlarının anısını yaşatabilmek ve hakikatın tesisi üzerinden adalet arayışlarını duyurmak için 1995’ten beri İstanbul’da Galatasaray Meydanı’nda toplanıyor Cumartesi Anneleri. Türkiye’de yaşanan insan hakları ihlallerini ve suçların örtbas edilmesine karşı başlatılan bu mücadele zamanla ülkenin dört bir yanından yurttaşın sesini duyurduğu, geniş halk desteği toplayan, mağdurların sesi haline gelen bir platforma dönüştü. Bu mücadele sadece kaybettikleri yakınlarının akıbetini öğrenmeyi talep etmekle sınırlı değildi. Aynı anda da devleti sorumlu tutan ve adaletin yerini bulmasını talep eden bir hak mücadelesiydi.

Cumartesi Anneleri’nin ortaya çıkışı, Türkiye’nin siyasal ve toplumsal yapısında derin izler bırakan zorla kaybetmelerin bir sonucu. Bu zorla kaybedilen yurttaşlarımız arasında özellikle 1980 askeri darbesi ve 1990’ların yoğun insan hakları ihlalleri sırasında Kürt siyasetçiler, gazeteciler, öğrenciler, insan hakları aktivistleri ve solcu aktivistler vardı. Çoğunlukla devletin güvenlik güçleri tarafından gözaltına alınan bu kişiler hakkında bir daha haber alınamadı, akıbetleri öğrenilemedi.

1980 askeri darbesi, Türkiye’nin siyasi hayatında önemli bir dönüm noktasıydı. Darbe sonrası dönemde devletin muhaliflere karşı sert tutumu, toplumsal hafızada derin izler bırakan yaygın baskılara ve insan hakları ihlallerine yol açtı. Bunu takip eden 1990’lı yıllar ise bu ihlallerin en yoğun yaşandığı dönemlerden biriydi. Kürtlerin çoğunlukta olduğu Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde, Kürt sorunuyla bağlantılı olarak birçok zorla kaybetme yaşandı. Devletin PKK ile mücadele çerçevesinde yürütülen operasyonlarda köy boşaltmaları, faili meçhul cinayetler ve zorla kaybetmeler yaygınlaştı. Yüzlerce insan gözaltına alındı, işkence gördü ve bir daha haber alınamadı.

Cumartesi Anneleri’nin mücadelesi, işte Türkiye’nin dört bir yanından gelen bu insanların akıbetini öğrenmek ve failleri adalete teslim etmek için bir adalet arayışı. Kaybolan bu yurttaşlarımızın ebeveynlerinin başlattığı mücadele zamanla sadece anneleri değil tüm aile bireylerini de kapsayarak daha büyük bir “Cumartesi İnsanları” çatı ismine de evrildi. Bu mağdurlar Türkiye’deki demokrasi sorununa dikkat çeken ve insan hakları ihlallerine karşı toplumsal farkındalık yaratan öncü gruplardan biri haline geldiler. Yıllar içerisinde verdikleri mücadelede karşılaştıkları baskılar ve eylem alanlarının abluka altına alınışı da bir nevi Türkiye’de adalet, hakikat ve demokrasi arayışının, devamlılık ihtiva eden iktidarlar ötesi bir rejim tarafından abluka altına alınmasını sembolize ediyor.

Dünyadan Örnekler

İnsan hakları ihlalleri hakkında toplumsal farkındalığı ve hakikatın tanınmasını sağlayarak adaleti tesis etmek için mücadele eden dünyada birçok benzer grup da bulunuyor. Arjantin’deki Plaza de Mayo Anneleri bu örneklerden bir diğeri. Arjantin’de başlatılan bu hareket Arjantin cunta rejimi sırasında zorla kaybedilen çocuklarına ne olduğunu öğrenmek için 1977 yılında Plaza de Mayo’da toplanmaya başladı. Bu hareket, dünyanın dikkatini Latin Amerika’daki “kayıp” insanlar konusuna çekti ve Latin Amerika’daki cunta rejimlerinin insan hakları ihlallerine karşı adalet arayışında önemli bir sembol haline geldi.

Güney Kore’deki Çarşamba Gösterileri de bunun bir başka örneği. 2000 yılında başlayan bu gösteriler, II. Dünya Savaşı sırasında Japon İmparatorluğu tarafından cinsel köleliğe zorlanan “rahat kadınlar” için adalet arayan yaşlı kadınların haftalık protestolarından oluşuyordu. Bu protestolar, savaş suçları ve insan hakları ihlalleri konusunda uluslararası farkındalığı artırdı.

Plaza de Mayo Anneleri, Çarşamba Gösterileri ve Cumartesi Anneleri’nin hak mücadeleleri birbiriyle benzer hedefleri içeren ve benzer bir duygu taşıyan hareketler. Unutulan ve kaybolan hakikatın tesis edilmesi ve böylelikle mağdurların ve faillerin isimlendirilip adaletin sağlanmasını hedefliyorlar. Tüm bu hareketler toplumsal hafızanın ayakta kalması ve daha demokratik ve insan haklarına saygılı bir rejimin inşası için mücadele ettiler ve farklı coğrafyalarda hak mücadeleleri için örnek teşkil eder hale geldiler.

Siyasette Hafıza ve Hatırlamanın Önemi

Tarih boyunca kültür ve kimlik inşasının temel yapıtaşlarından biri toplumların hafızası olmuştur. Toplumsal hafıza, toplumların değerlerini, ideallerini, inançlarını ve gelecek tasavvurlarını şekillendirir. Hafızası zayıf olan toplumlar, geçmişten alamadıkları derslerle geleceğe sağlam adımlar atamaz, toplumsal güveni tesis ederek güçlü bir şekilde yeni bir gelecek inşa edemez, sonunda da köksüz kalan bir ağaç gibi çürümeye ve çökmeye yüz tutar. Cumartesi Anneleri’nin mücadelesi sadece her hafta aynı yerde toplanarak sevdiklerinin anısını yaşatmıyor, aynı anda da toplumsal hafızanın değerini herkese hatırlatarak, geçmişin tanınmasının daha iyi bir gelecek kurmak için önemini ortaya koyuyor. Bu mücadele sadece bireysel hafızalarını ayakta tutmak için değil hatırlayan bir toplum idealini ayakta tutmak için de veriliyor.

Hannah Arendt, hafızanın bireylerin ve toplumların geçmiş olayları sorgulamasına ve otoriteye karşı durmasına izin verdiği için totaliter rejimler için bir tehdit oluşturduğunu söyler. Cumartesi Anneleri ve farklı coğrafyalarda mücadele veren benzer hareketler de kendilerine dayatılan hafızasızlığa itiraz ederken ve haksızlıklara direnirken daha demokratik bir toplumun inşası için çabalıyor. Toplumsal ve siyasi düzeyde yaratılmaya çalışılan bu farkındalık aslında bizi totaliter bir toplum anlayışında korumak için de veriliyor. Hatırlamak, sadece acıları unutmamak değildir, aynı anda da gelecekte aynı şeylerin yaşanmamasını sağlamak için bir koruma kalkanıdır. Hatırlayabildikçe sorgulayabiliriz ve gelecekte otoritelerin oluşturabileceği tehditlere karşı bilinçli kalabiliriz. Bundan dolayı siyasette hafızanın korunması ve hatırlama pratiğinin sürdürülmesi demokratik toplumların inşası ve ayakta kalabilmesi için bir şarttır.

Adaletin Tesisinde Hafızanın Rolü

Adaletin amacı sadece failleri cezalandırmak değildir. Adalet aynı anda mağdurlara haklarını geri vermeyi ve acılarını tazmin etmeyi içerir. Cumartesi Anneleri’nin verdiği mücadele adaletin bu kritik yönünü vurguluyor, yani adaletin geçmişi hatırlayarak ve kabul ederek tesis edilebileceğini. Derrida, gerçek adaletin sadece geçmişle yüzleşilmesiyle ve geçmişin anlaşılmasıyla sağlanabileceğini belirtir. Cumartesi Anneleri de kaybolan evlatlarının başına gelenleri öğrenmeyi ve faillerinin adalet önüne çıkarılmasını ve tespit edilmesini talep ederek gerçek adaletin tesisinin nasıl mümkün olabileceğini bize hatırlatıyor.

Güney Afrika’nın Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu (TRC), hafızanın adaletin tesis edilmesinde nasıl bir rol oynadığının somut bir örneği. Apartheid dönemindeki insan hakları ihlallerini Desmond Tutu liderliğinde araştıran bu komisyon, mağdurların hikayelerini ortaya koyararak ulusal düzeyde uzlaşma ve geçiş dönemi adaleti sürecinin yürütülmesinde büyük rol oynadı. Bu çaba, adaletin tesisi için hakikatın ortaya konulmasının ve tesis edilmesinin ne kadar önemli olduğunu ortaya koyuyor. Türkiye’de de Cumartesi Anneleri adaletin tesisi için benzer şekilde önemli bir çaba gösteriyor. Geçmişle hesaplaşarak, unutmayarak daha adil bir toplum inşa edilebileceği inancından vazgeçmeyen bu çaba, 1000 haftadır aynı yerde tüm baskılara rağmen sesini duyurmaya devam ediyor.

Barış ve Kucaklaşma İçin Hakikat

Hakikatın ve adaletin tesisi aynı anda toplumun kucaklaşması ve barışabilmesi için de en kritik süreçlerden biri. Barış inşası hakkındaki çalışmalarında John Paul Lederach, hakikatın tesisinin ve kurbanlar ile mağdurların hikayelerinin tanınmasının kucaklaşma ve barışma süreçlerinde kritik bir önem taşıdığını vurgular. Cumartesi Anneleri de sadece kendi kişisel kayıplarının peşine düşmüyor. Yürüttükleri mücadeleyle toplumsal barışın inşası için çabalıyor, faillerin tespit edilmesini ve hakikatın tesis edilmesini talep ederek toplumsal hafızanın sağlıklı şekilde inşa edilmesi için uğraşıyorlar. Bu çabaları aslında Türkiye’deki toplumsal ayrışmanın sonlandırılması, yaraların sarılması ve daha iyi bir geleceğin inşa edilmesi için bir çaba.

Cumartesi Anneleri topluma bir barış ve kucaklaşma teklifi sunuyorlar. Hatırlayarak, yaşananları kabullenerek, hakikata saygı duyarak ve insanların acılarını tanıyarak toplumun birbirini anlayabileceği ve bu sayede barışıp kucaklaşabileceği bir ihtimalin kapısını aralıyorlar. Bu hatırlama ve hatırlatma pratiğini ayakta tutmaktaki ısrarları, kişisel kayıplarının akıbetini öğrenmekten öte, bir tanınma, anlaşılma ve böylelikle barışma ve kucaklaşma ihtimalini ayakta tutmakla da ilgili. Toplumdaki fertlerin birbirlerini tanımadan, gözlerinin içine bakmadan kucaklaşabilmesi mümkün değil. Ve Cumartesi Anneleri bizlere yıllardır orada olduklarını hatırlatarak kucaklaşabilme imkanının ayakta kaldığını ortaya koyuyor. Bu imkanı değerlendirememekse bir toplum için büyük bir kayıp olur.

Hafıza Çalışmaları ve Psikolojik İyileşme

Toplumsal ve bireysel onarım ve iyileşme sürecinde bellek çalışmaları da kritik bir rol oynar. Travmatik olayların hatırlanması, tanınması ve ifade edilebilmesi, Judith Herman’ın “Travma ve İyileşme” adlı eserinde travma mağdurları için iyileşmenin vazgeçilmez bir parçası olarak tanımlanır. Cumartesi Anneleri’nin her hafta toplanarak verdiği çaba da hem bireysel hem de toplumsa düzeyde bir iyileşme ritüeli aslında. Mağdurların hafızasını ayakta tutarak, topluma hatırlatarak, hakikatı unutturmayarak bu travmanın baskılanmamasını sağlarlar ve toplumun iyileşme için bir temeli ayakta tutarlar.

Ve Cumartesi Anneleri’nin tüm baskılara rağmen yıllar boyunca devam eden toplanmaları, hafızanın bireysel ve toplumsal iyileşmedeki gücünü çok net bir şekilde ortaya koyuyor. Bu toplanmalar bireysel olanı toplumsal hale getiriyor, acıyı ve travmayı kolektif bir hafızanın parçası haline getiriyor ve toplumun hatırlayarak iyileşebilmesine olanak sağlıyor. Her hikaye, oradaki bireylerin acı ve travmalarının ötesinde toplumsal bir yaranın ifadesi haline geliyor. Bu toplanmalar sayesinde saklanılmak istenilen travmalar ve acılar açığa çıkarılıyor ve bu yüzleşme üzerinden toplumsal bir iyileşmenin yolu açılıyor.

Kurumsal Bir İyileşme Mekanizması Olarak Hakikat Komisyonları

Peki bu çaba ve mücadele nasıl hak ettiği karşılığı daha da güçlü bir şekilde bulabilir? Bu adalet ve hakikat arayışının kurumsallaşması için en uygun yöntemlerden biri bir hakikat komisyonunun oluşturulması oluyor dünyada genellikle. Hakikat komisyonları toplumsal barışın ve adalet tesisinin sürecine geçmişteki insan hakları ihlallerini detaylıca araştırıp mağdurların sesini duyurarak katkıda bulunan kurumsal yapılar. Örneğin, daha önce bahsettiğimiz Güney Afrika’daki kurulan yapı veya 1983 yılında Arjantin’de kurulan ve cunta rejiminde zorla kaybedilen binlerce insanın paylaştığı acı kaderi araştıran CONADEP bu hakikat komisyonlarından öne çıkanlardan. CONADEP de çalışmaları sonrasında “Nunca Más” (Bir Daha Asla) adlı bir rapor yayınlayarak tüm tespit edebildiği delilleri belgeledi ve toplumsal hafızanın korunmasını sağlayarak hem bir adaleti tesis etme hem de iyileşme sürecinde öncü bir rol oynadı. Daha sonrasında da dünyadaki birçok farklı benzer oluşum için de örnek bir model haline geldi. Güney Afrika Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu ve Desmond Tutu da çabalarıyla dünyaya ilham verdi.

Benzer bir hakikat komisyonunun bir gün Türkiye’de de kurulabilmesi, Cumartesi Anneleri’nin yıllardır süren bu çabalarının tanınması ve kurumsallaşabilmesi için kritik bir rol oynayabilir. Böyle bir girişim, adaletin bir ülkede nasıl tesis edilebileceği, travmaların nasıl iyileştirilebileceği ve geleceğe birlikte daha sağlıklı şekilde nasıl ilerlenebileceği hakkında bizlere de bir şeyler öğretebilir. Çoğunlukla hayatta kalmanın unutmak olarak kurgulandığı, ancak böyle kaldıkça da daha özgür ve demokratik toplumun inşasının ötelendiği ülkemizde hatırlamanın bize açabileceği alternatif geleceğin değeri sandığımızdan da yüksek olabilir. Bu tarz bir komisyon, sadece kayıplara ne olduğunu araştırmak ve faillerin ortaya çıkarılmasını sağlamakla sınırlı bir çaba olarak görülmemeli. Toplumsal hafızanın ayakta kalmasına imkan sağlayarak gelecekte bu tarz insan hakları ihlallerinin bir daha yaşanmaması için de bu tür bir komisyon kritik bir işleve sahip. Yani daha demokratik ve adaletli bir ülkenin inşası için de bir araç.

Hafızayı Geleceğe Aktarmak

Toplumların geçmişteki acılardan doğru dersleri çıkarabilmesi ve bu derslerin geleceğe sağlıklı biçimde aktarılabilmesi, toplumsal hafızanın da geleceğe aktarılmasıyla mümkün. Cumartesi Anneleri, kaybettiklerini anmak ve hesap sormak için her hafta toplanarak aslında bu hafızanın yok olmaması ve geleceğe aktarılması için de çabalıyor. Böylelikle “Bir Daha Asla” diyebilecek nesillerin ortaya çıkabilmesi için mücadele ediyor. Bu bir aradalık, bizatihi toplumun sürekli olarak geçmişle temasını koruyarak aktarılması gereken dersleri çıkarabilmesine ve böylelikle daha adil bir toplumun inşa edilebilmesine aracılık ediyor.

Bu hafıza aktarılmaya devam edilebildiği sürece bu acıların yeniden yaşanmasının engellenme ihtimali artıyor. Tüm bunlardan dolayı Cumartesi Anneleri’nin durmak bilmeyen bu mücadelesi aslında hepimizin geleceğini ilgilendiriyor. Bu mücadele geçmiş için değil, aslında daha da çok gelecek için veriliyor. Ki biz ve bizden sonraki nesiller daha iyi bir yaşamın hayalini bunları “Bir Daha Asla” yaşamak zorunda kalmadan kurabilsin.

Bu Mücadelenin Değerini Bilebilmek

Cumartesi Anneleri, Türkiye’nin toplumsal hafızasında sadece kaybettikleri için yas tutan kişiler değiller, aynı zamanda insanlık onurunun, adaletin gücünün ve hafızanın iyileştirici etkisinin somut sembolleriler. Her Cumartesi bir araya gelen bu insanlar bireysel acılarının ötesine geçerek toplumun kolektif vicdanına sesleniyorlar. Mücadeleleri geçmişle yüzleşmek, travmayı iyileştirmek, geçmişten gerekli dersleri almak ve bunlar sayesinde toplumsal barışın temellerini oluşturmak için verilen en değerli mücadelelerden biri.

Onların kararlılığı ve cesaretini takdir etmeliyiz. Toplum olarak bu çağrıya kulak vermemiz kendi geleceğimizi de daha iyi bir şekilde inşa edebilmek için kritik. Çünkü toplumsal hafıza ayakta tutulmadan ve gerçek tam olarak açığa çıkmadan gerçek bir toplumsal barış, iyileşme ve kucaklaşma mümkün olmayacak, adalet tam anlamıyla tesis edilemeyecektir.

Tüm bunlardan dolayı Cumartesi Anneleri’nin mücadelesi sadece Türkiye için değil, dünyada insan hakları ihlallerine karşı duran tüm toplumlar için ilham verici. Sesleri sadece kaybettikleri çocukları için değil, aynı zamanda onların anısını koruyacak daha adil bir dünyanın ihtimali için çıkıyor. Mağduru dinleyebilme, empati kurabilme ve hikayesine duyarsız kalmama sadece mağduru iyileştirmez, aynı anda da dinleyeni ve anlayanı dönüştürür. Bunun önünü açalım, hem kendimiz hem de çocuklarımız için daha iyi bir gelecek inşa edebilmek adına.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu