Dış Politika ve EnternasyonalizmDünyaGündemPolitika

İsrail Üniversitelerini Boykot Etmenin Savunusu

İsrail üniversiteleri sadece Filistinlilere karşı kullanılan silahları geliştirmekle kalmaz, aynı zamanda uluslararası alanda dışlanmış bir ülkenin eylemlerini meşrulaştırır. Bu nedenle boykotu hak ediyorlar.

David Palumbo-Liu’nun Jacobin’de yayınlanan yazısının çevirisidir.

İsrail, Gazze’de 15 bini çocuk olmak üzere 36 bin kişiyi öldürdü ve 80 bin kişiyi yaraladı. Hala 10 bin Filistinli kayıp. Buna rağmen, İsrailli halkın büyük bir çoğunluğu savaşı destekliyor; üçte ikisi mevcut çatışmayı onaylıyor ve çoğunluk hükümetin Hizbullah’a karşı kuzeydeki mücadeleyi genişletmesini istiyor. Buradaki çatışmalar nedeniyle 60 binden fazla İsrailli tahliye edildi.

Gazze sınırında, aşırı sağcı milisler iki milyon Filistinliye yardım ulaştırılmasını engellemeye çalışıyor. Dünya Sağlık Örgütü, bu insanların kıtlık riski altında olduğunu söylüyor. İsrail genelinde yapılan hükümet karşıtı protestoların ana nedeni ise Benjamin Netanyahu hükümetinin 7 Ekim’de Hamas tarafından kaçırılan rehineleri geri getirmedeki başarısızlığı. Ancak bu itirazlar, savaşın nedenlerine dair bir sorgulama veya soykırım suçlamasının kabulü anlamına gelmiyor.

Bu bağlamda, aktivist-akademisyen Nick Riemer’in yeni kitabı “Boykot Teorisi ve Filistin İçin Mücadele: Üniversiteler, Entelektüalizm ve Kurtuluş” oldukça zamanında yayınlanmış bir eser. İsrailli akademik kurumların boykot edilmesinin tarihsel analizini yapan Riemer, İsrail üniversitelerinin tarafsız öğrenim merkezleri olarak kabul edilmek yerine, Filistin sivil toplumunun çağrısına cevap verilmesi gerektiğini savunuyor. Boykot Teorisi, boykota karşı olan yaygın argümanları ele alıyor ve güçlü karşıt argümanlar sunuyor. Kitap, okuyucuya sadece boykotu savunma araçlarını değil, aynı zamanda Filistin’in kurtuluşunu da savunma araçlarını sunuyor.

İsrail üniversitelerinin boykot edilmesine karşı olan argümanlar, Riemer’e göre, eğitim kurumlarının önemine yönelik tek taraflı bir inançtan kaynaklanıyor ve bu inanç genellikle Filistinlilere uygulanmıyor. Bu argümanlar, İsrail üniversitelerinin Filistin eğitimi üzerindeki olumsuz etkilerini görmezden geliyor. Riemer, çalışmasının başında Filistin eğitim sisteminin kasıtlı olarak engellendiğini veya yok edildiğini açıklıyor. Batı Şeria’da, öğretmenlerin, yöneticilerin ve öğrencilerin hayatları ve hakları kontrol noktaları tarafından kesintiye uğratılıyor ve bu da günlük rutinlerini engel parkurlarına dönüştürüyor.

Öğrencilerin bu kontrol noktalarında uzun süre tutulmaları o kadar yaygındır ki, hazırlandıkları dersleri veya sınavları çoğu zaman kaçırırlar. Öğretmenler ve okullar genellikle yetkililerin keyfi olarak elektriği kesmeleriyle karşı karşıya kalır. Filistinli profesörlere araştırma yapmak veya konferanslara katılmak için vize verilmez. İsrail-Filistin dışından gelen akademisyenlerin ziyaret etmelerine izin verilmez. Okullar, İsrail Savunma Kuvvetleri, polis ve Filistin Otoritesi tarafından rutin olarak basılır. İşgalin bir sonucu olan kemer sıkma politikaları, okul ve üniversite binalarının çoğunlukla bakımsız kalmasına neden olur. Eğitim hakkına yönelik bu istismarlar saymakla bitmez.

“Filistin okulları ve üniversiteleri eğitim ve özgürleşme arasında kritik bir bağ sağlar”: Bu, Riemer’e göre, İsrail’in onları baskı altında tutma konusundaki ısrarının başlıca nedeni. Bu kurumlar, kendi kuruluş tarihini yeniden anlatmaya kararlı bir sömürgeci güce meydan okuyabilir. Ancak 2011’de İsrail’in Knesset’i (meclisi), ülkenin maliye bakanına İsrail’in demokratik bir devlet olarak kuruluşunu sorgulayan kurumların finansmanını kesme yetkisi veren bir yasa çıkardı. Bu, 1948’de İsrail’in kuruluşunu kitlesel bir etnik temizlik olarak ele alma çabalarının yasaklanması ve öldürülen veya yerlerinden edilen Filistinliler için yas tutulan Nakba Günü’nün (15 Mayıs) kriminalize edilmesi anlamına geliyor.

Filistin karşıtı politikalar, İsrail eğitim politikasının tesadüfi bir özelliği değil, “ana payandasıdır.” Sadece kampüsler rutin olarak basılmakla ve öğretmenler ve öğrenciler askeri tarafından alıkonulmakla kalmaz, aynı zamanda ordu genellikle kampüslerin yanına atış poligonları kurar. Riemer, İsrail üniversitelerinin ağır bir şekilde militarize edilmiş bir devlet aparatının parçası olduğunu ve araştırmalarının doğrudan silahların ve askeri taktiklerin icadına katkıda bulunduğunu belirtir.

İsrailli kurumları boykot etme fikrine karşı yaygın bir eleştiri, bu durumun bu eşitsizlikleri ve adaletsizlikleri çözecek bir “diyaloğu” engelleyeceği üzerinedir. Ancak Riemer, bu fikrin derinden rahatsız edici olduğunu savunuyor. Diyaloğa odaklanmak, nihai hedefi karşılıklı anlayışın teşviki olarak gören bir politika yaratır, baskının sona erdirilmesi değil.

Kültürel boykota karşı çıkanlar genellikle, “Neden İsrail’i seçiyorsunuz?” derler. Bu soru, İsrail’in eylemlerinden dikkati başka yöne çeker ve haklıca kınanması gereken eylemleri göz ardı eder. İsrail’in boykotu sadece ahlaki bir duruş değil, Filistin içinde organize bir hareketin yanıtıdır ve bu çabalar daha geniş bir özgürlük mücadelesinin parçası olarak görülür. “Filistinliler kendileri doğrudan dünyadan dayanışma istiyor,” diye yazıyor Riemer; bu “canlı ve büyüyen kampanya” bu çağrılara yanıt olarak ortaya çıkmıştır.

Riemer, kitabının son bölümlerinde, dünya çapındaki üniversitelerin giderek fiziksel ve ideolojik olarak daha fazla kapalı normlarla karakterize edildiğini anlatıyor:

“Otoriter ve baskıcı uygulamalarla desteklenen bu normlar, üniversiteleri giderek küçük İsrailler haline getiriyor. Üniversite otoriteleri ve onların büyük ölçüde hizmet ettiği finansal ve ticari çıkarlar, tipik olarak ya İsrail Siyonizminin açık destekçileri ya da İsrail apartheid’ı karşısında tamamen sessizler.”

Bu sansürün etkisi, sadece ifade özgürlüğünü sınırlamakla kalmaz, aynı zamanda üniversiteleri de apolitik hale getirir. Bu özellikle zararlı çünkü yükseköğretim, neoliberal sapmasına rağmen, toplumda sağın hâkim görüşlerine meydan okuyan birkaç kurumdan biri. Boykot Teorisi’nin merkezi içgörüsü, eğitimin siyasi işlevini gözden kaçırmamanın hayati önem taşıdığı. Eğitim, İsrail’de olduğu gibi etnik temizliğe yönelik bir rejimi meşrulaştırma aracı olarak hizmet edebilir ya da Filistin’de olduğu gibi, eğer eğitim kurumları özgürce işleyebilirse bu tür baskıları eleştiren bir alan olarak hizmet edebilir. Boykot, İsrail’in özgürlüğünün, Filistin’in özgürlüğünün bastırılmasına bağlı olduğu çelişkili durumu netleştirmenin en etkili yoludur.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu