Toplum ve Siyaset

Akademi Gazze Savaşı Testinde Nasıl Başarısız Oldu? – Vladamir Bortun

Gazze’deki soykırım karşısında pek çok Batılı üniversite korkakça sessiz kaldı. Akademinin siyasi sponsorluğa ve silah şirketlerine olan bağımlılığı, eleştirel ruhunu susturmuş ve iç karartıcı bir oto-sansür kültürü yaratmıştır.

Vlademir Bortun’un Jacobin’de yayınlanan yazısının Türkçe çevirisidir.

Geç neoliberalizm çağında akademiye dair hayal kırıklığına uğramak oldukça normal, özellikle de benim gibi bir geçici sözleşmeden diğerine atlayan kariyenin henüz başındaki biriyseniz. İş ve hibe başvurularının koşuşturmacası çok yorucu ve genellikle de moral bozucudur. Yayınevlerinin olabildiğince makale yazmanız üzerindeki baskısı giderek artar. Üstelik bu yayınevleri fahiş kârları için yayınlanan makaleleriniz için bir ücret de ödemez. Bu duruma karşı koymak için verilen çabaların yetersizliği sömürünün kendisi kadar moral bozucudur. Özellikle de bu mücadeleyi verebilecek görece iyi bir konumda olan köklü akademisyenler düşünüldüğünde. Aynı iş, hibe, yayın ve tanınma için rekabet eden diğer akademik kariyenin başındaki insanların yabancılaşması da aynı şekilde.

Tüm bunlar çağımız akademisini tanımlayan ve sınırlayan piyasa mantığını anlatıyor. Bilginin aydınlanmış takibine adanmış meslektaşlar topluluğu, neoliberal kapitalizm altında kâr maksimizasyonu ile yönlendirilen ve giderek güvencesiz atomize bir iş gücüne dayanan diğer endüstriler gibi bir endüstriye dönüşmüştür.

Gazze’de yaşanan akıl almaz trajediye karşı ilkeli bir duruş sergilemekte kurumların gösterdiği saf başarısızlığı işte bu bağlamda anlamamız gerekiyor. Üniversitelerin ve diğer akademik kurumların (araştırma enstitülerinden uzmanlık derneklerine ve akademik dergilere kadar) ezici çoğunluğu, Uluslararası Adalet Divanı’nın (ICJ) soykırım olarak nitelendirebileceği durumu, korkakça bir sessizlikle karşılamış, hatta cesaret edip konuşanları açıkça baskı altına almıştır. Aynı şekilde anaakım medya gibi çoğu meslek grubunun da bu konuda çok daha iyi bir performans gösterdiği söylenemez. Ancak çoğu meslek grubu, misyonları hakkında güçlü normatif iddialarda bulunmaz. Birçok meslek grubu, demokrasiden özgürlüğe, eşitlikten kapsayıcılığa kadar güneşin altındaki her etik değere bağlılıklarını vurgulayan ayrıntılı belgelere ve eğitim kurslarına sahip değildir.

Ait olduğum kurumun başkanını ele alalım. Profesör Irene Tracey, Ocak 2023’te Oxford Üniversitesi’nin rektörü olarak göreve başlama töreninde üniversitenin temel misyonlarından birini oldukça güzel bir şekilde özetlemişti:

Eğer farklı şekilde düşünme, derinlemesine düşünme, iktidara karşı doğruları söyleme cesaretine, dürüstlüğüne ve özgüvenine sahip olmazsak, öğrencilerimize artan karışıklık, kısa dikkat süreleri ve dezenformasyon dünyasında doğruları ve yanlışları nasıl ayırt edeceklerini öğretmezsek Oxford gibi bir üniversitenin anlamı nedir?

Gerçekten mutluluk verici kelimeler. Ancak, Gazze üzerindeki baskıya karşı gerçeği söylemek, İsrail’in vahşetlerini ve bu vahşetlere Birleşik Krallık da dahil olmak üzere Batı güçlerinin göz yummasını eleştirmek söz konusu olduğunda, diğer üniversiteler gibi Oxford Üniversitesi de sessiz kalmayı tercih etti. Öğrenci protestoları ile bu sessizliği sorgulandığında, ABD’deki Ivy League emsalleri gibi yönetim herhangi bir diyaloğu reddetti ve baskı yolunu tercih etti.

Yalnızca protestocuların olağanüstü direnci ve onları destekleyen personeller sayesinde nihayetinde yönetim onlarla diyalog kurmaya zorlandı. Öğrenci protestolarının diğer üniversitelerdeki gibi zaferler kazanıp kazanmayacağı henüz belirsizsizliğini koruyor, ancak öğrenci kampının yakın zamanda hezimete uğraması bunun aksini işaret ediyor.

Mevcut haliyle, Oxford Gazze’den kaçan Filistinlilere daha fazla burs ve staj imkanı vermeyi taahhüt ediyor ancak aslında onların kaçmalarına neden olan şiddeti hiçbir şekilde ele almıyor. Bu Oxford’un “şiddet tedarik zinciri”nin bir parçası olan şirketlerle bağlarını savunması anlamına geliyor. Üniversitenin “karmaşık finansal ihtiyaçlarına” hizmet eden banka devi Barclays’i ele alalım. Yakın tarihli bir araştırmaya göre; Barclays “2 milyar Sterlinin üzerinde hisseye sahip olmakla beraber İsrail’in Filistinlilere yönelik saldırılarında kullandığı silahları, parçaları ve askeri teknolojiyi sağlayan 9 şirkete 61 milyar Sterlinlik kredi ve teminat” vermektedir.

“Güce karşı gerçeği söyleme” konusundaki ahlaki başarısızlık, disiplin düzeyinde de aşikar şekilde kendini gösteriyor, özellikle de kendi alanım olan siyaset bilimi kapsamında. Örnek olarak, siyaset bilimcilerin en büyük ve en görünür kurumlarından biri olan Avrupa Siyaset Araştırmaları Konsorsiyumu’nu (ECPR) gösterebiliriz. Geçmişte, ECPR Rusya’nın Ukrayna’yı işgali,  Türkiye’deki 2016’daki başarısız darbe girişimi ve sonrasındaki sivil özgürlüklere yönelik baskılar gibi çeşitli siyasi gelişmelere dair doğru bir şekilde tavır almıştır. Ancak, Nisan ayında 450’den fazla siyaset bilimcinin ECPR’den Gazze konusunda da benzer bir tavır almasını talep eden açık bir mektup imzalamasına rağmen verilen yanıt olumsuz oldu. Bu yanıtın arkasındaki nedenleri başka yerlerde de ele aldım ve hiçbiri dikkatle incelenmiyor. Bu, basitçe bir çifte standart örneği ve temel normatif taahhütlerden vazgeçiştir.

ECPR’nin ana argümanlarından bir tanesi de “siyaset biliminin disiplin olarak ilerlemesine adanmış bir organizasyon olarak temel misyonumuza odaklanmaya devam etmeliyiz”dir. Peki o temel misyon ne olabilir ki, binlerce çocuğun öldürülmesine karşı kınamada bulunmayı dahi kapsamıyor, hatta talep dahi edemiyor ? “Siyaset biliminin ilerlemesi” yalnızca failler Batı güçleri veya onlar tarafından desteklenenler değilse mi geçerli oluyor? Eğer kendi kurum üyeleri bile üniversite öğrencilerinin ve personellerinin Gazze’ye desteklerini ifade etme özgürlüğünü kısıtlamalarını eleştirmekte başarısız olursa ECRP’nin “akademik özgürlüğe” olan kendi beyan ettiği taahüdünden geriye ne kalır? Bu siyaset bilimi camiasını uzun yıllar boyunca lekeleyecek temel etik değerlerden bir vazgeçiştir.

Elbette durum o kadar da iç karartıcı değil. Bu bağlamda çok daha önemli hale gelen istinalar da mevcut:

Bireysel ya da grup olarak bazı bilim insanları, İsrail’in Gazze’deki askeri operasyonuna yönelik cesurca eleştirilerini dile getirdiler. Avrupa Üniversite Enstitüsü Başkanı Profesör Patrizia Nanz, Gazze için öğrencilerin protesto hakkına sahip çıkacak kadar medeni cesareti buldu, “kampların ve çoğu protestonun büyük ölçüde barışçıl olmasına rağmen zaman zaman vahşice bastırıldığını” şiddetle kınamıştı. Doğru bir şekilde ekleme yaptı: “Öğrenciler ile yönetimler arasında derin bir uçurum olduğunu ortaya koyuyor. Çünkü yönetimler son on yıllarda büyük ölçüde büyüdüler ve devasa bürokrasiler haline geldiler, ayrıca kendi kurumsal çıkarlarını da ürettiler.”

Ancak Nanz bile öğrencilerin protesto ettiği gerçek şiddeti ve bu şiddetle Batılı şirketler ile hükümetlerin suç ortaklığını kınamakta eksik kalmıştı. Yine de istemsizce “kurumsal çıkarlar” hakkındaki kendi iddiasını doğruladı. Akademik kurumlar Gazze konusunda taraf olmayı başaramadılar, bunun nedeni tam olarak İsrail’i desteklemeleri değil, zengin bağışçılardan savunma şirketlerine ve devlet otoritelerine kadar uzanan kazançlı ve pek de şeffaf olmayan mali bağlantılarını tehlikeye atmak istememeleridir. Toplumun diğer sektörlerinin sermayenin mantığına kapıldığı gibi akademi de temel ahlaki değerlerin önüne kârı koyuyor. Ahlaki değerler yalnızca kârı tehlikeye atmadığı sürece korunur.

Dolayısıyla, 7 Ekim’den bu yana kendi inisiyatifiyle İsrail ile bağlarını kesen tek bir akademik kurum bile yok. Bu yönde adım atan tüm üniversiteler yalnızca aşağıdan gelen baskı sonucu hareket etti ki bu akademide en az güce sahip olan öğrenciler, doktora adayları ve geçici sözleşmeli personellerin kolektif çabası sayesinde gerçekleşti.

Doğru olanı yapmak için bedenlerini ve kariyer beklentilerini ortaya koyanlar ezici çoğunlukla bu kategorilerdendi. Yukarıda bahsi geçen ECPR’ye yazılan açık mektupta bile profesör olanlar toplam imzacıların yalnızca yüzde 13’ünü oluşturuyordu. İşte bu tam olarak Nanz’ın bahsettiği güç sahibi olanlarla olmayanlar arasındaki derin uçurumdur.

Öğrenciler daha önce de defalarca olduğu gibi yine tarihin doğru tarafındalar. Öğretmenlerine ahlaki cesaret ve siyasi netlik dersi veriyorlar. Umarız daha fazla kişi onlara katılır, şu an bile bunu yapmak için çok geç sayılmaz. Latin Amerika solunun ünlü bir sloganında söylendiği gibi “Halkı ancak halk kurtarabilir.” Bu, neoliberal akademi için olduğu kadar toplumun geneli için de geçerlidir.

Çeviri: Alper Kara

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu