Toplum ve Siyaset

Kıbrıs’taki 50 Yıllık Ateşkes Barışı Getiremedi – Julian Emre Sayarer

“Temmuz 1974’te Yunanistan’daki cunta Kıbrıs’ta bir darbe gerçekleştirdikten beş gün sonra adaya bir Türk harekatı gerçekleşmişti. O dönemden beri ada ikiye bölünmüş durumda ve ufukta bir yeniden birleşme gözükmüyor.”

Julian Emre Sayarer’in Jacobin’de yayınlanan yazısının çevirisidir.

Julian Sayarer kitaplarını bisikletinin selesinden yazmış bir seyahat yazarıdır ve yazılarını hem politiktir hem de tarihi ayrıntılarla bezenmiştir. Önceki eserleri arasında, İsrail ve Filistin arasında pedal çevirirken yaşadıklarını aktardığı çok beğenilen “Fifty Miles Wide” yer almakta. Son kitabı “Türkiye: Cycling Through a Country’s First Century”, modern Türkiye devletinin kuruluşundan bu yana geçen yüzyılını inceliyor. Kitap için Türkiye’yi baştan uca dolaştığı bu yolculuğu esnasında, Kıbrıs’ın Türk tarafına düzenli feribot seferleri düzenlenen Taşucu Limanı’na da uğramıştı. Kıbrıs Barış Harekatı’nın üzerinden 50 yıl geçmesinin ardından Sayarer, çatışmanın kalıcı mirası ve barışa bir türlü ulaşılamaması üzerine düşüncelerini aktardı.

Taşucu Limanı’nda Kıbrıs gemisinin anakaraya doğru yanaştığını görüyorum; ada seksen kilometreden daha az uzaklıkta ve üzerinde bulunduğu deniz tabanının altındaki gaz rezervleri tüm bu hikâyede yalnızca küçük bir dipnot. Orada daha önce sadece bir defa konaklamıştım; gereksiz yere bölündüğüne inandığım bir adanın iki yakasında da on gün. Son akşamımda, her birinin kendilerini basitçe “Kıbrıslı” olarak tanımlamaktan mutluluk duyacak Türk ve Rum bisiklet kulüplerinin üyeleriyle tanıştım. Etnik ayrımların yarattığı sorunlar orada olmayan insanların derdiydi çünkü bisikletçiler genelde dünyayı seven ve daha iyi bir dünyanın ileride gerçekleşeceğine dair umutlarını koruyan insanlardan oluşur.

Kıbrıs adası, kilometrekare olarak, bugün yeryüzündeki en fazla militarize olmuş kaya parçası. Akdeniz’deki İngiliz birliklerinin büyük bir kısmı adaya konuşlandırılmıştır ve İngiliz – Türk ilişkileri tarihsel olarak tüm Avrupa ve Batı devletleri arasında kurulan ilişkiler arasında en iyilerinden biri olarak sayılsa bile, Türkler askeri kuşatılmaya tarihsel olarak hiçbir zaman razı olmadılar. Kıbrıs, adadaki iktidarına tutunmaya kararlı İngilizlerin rastgele cinayetler, katliamlarla genel bir vahşet içeren bir böl – yönet stratejisi güdene kadar, büyük ölçüde birbirleriyle uyumlu Türk – Yunan ilişkilerinin yürütüldüğü bir İngiliz kolonisiydi. İngiliz yönetimi en sonunda 1960’ta sona erdi, ancak İngilizler adadaki askeri üslerini terk etmediler ve Kıbrıslı Türk öz savunma milisleri, İngiliz himayesinin bitişinden itibaren adadaki nüfus çoğunluğuna sahip Kıbrıslı Rum nüfusun kendilerine yönelik etnik saldırganlıkların olasılığına karşı her zaman tetikte olmuşlardı.

Maalesef korkulan başa geldi. Fakat suçlanacak olan yalnızca Kıbrıslı Rumlar değildi; Atina’daki askeri diktatörlük olmasaydı adadaki aşırılık yanlıları çok daha az etkili olurlardı. Panhelenist fantezilerle sarhoş olan cunta liderleri bağımsız bir Kıbrıs devletinden ziyade Kıbrıs’ın Büyük Yunanistan içinde olmasını diliyorlardı. Cunta’nın Kıbrıs’ta organize ettiği darbe o kadar vahşiydi ki, dönemin Kıbrıs Cumhurbaşkanı İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri’nden yardım dileyerek Malta’ya iltica etmek zorunda kalmıştı. Onlarca yıldır Türklere vahşet uygulayan aşırı milliyetçi Rum milis gücü EOKA (Ulusal Kıbrıslı Savaşçılar Örgütü) o kadar cesaretlendirilmişti ki Kıbrıslı Rumlar bile fanatizmin ne hale geldiğinden ve bunun ada için ne anlam ifade ettiğinden fazlasıyla korkar olmuşlardı. Kıbrıs’ta Türk kalmayıncaya kadar eylemlerine devam edecekler gibi görünürken Kıbrıslı Türkler büyük bir korku ve dehşet içinde yurtlarında kapana kısıldılar, ta ki Türk hükümeti 1960 Kıbrıs anayasasının tamamen reddi pahasına yeni bir normalin tesis edilmesini sağlamak için adaya asker göndermeye karar verene dek.

Yoğun çatışmaların ardından, cuntanın kurmuş olduğu kukla rejim düştü ve ada dışarıdan bir müdahaleyle ikiye bölündü. Kıbrıs’taki müdahale Atina’daki cuntanın devrilmesine kadar yol açacak hayırlı bir işe vesile olmasına rağmen Batılı tarih yazımı bir şekilde sırf boyun eğmedikleri, direndikleri ve tarih sahnesinde bir figüran olmayı reddettikleri için Türkleri kınamaya devam ediyor. Ankara’daki hükümetin organize ettiği o karşı koyuş olmasaydı her şey Batılılar için yolunda gidebilirdi. Eğer Kıbrıs Barış Harekâtı hiç gerçekleşmeseydi, adada yaşananlardan çıkan arşiv görüntüleri, izleyicisine yarın işe gitmeden önce gündelik vicdan mastürbasyonunu sağlayacak elli dakikalık mükemmel bir History Channel belgeseli olabilirdi. Ancak bugün, Türkler yüzünden (!) dünya siyasi bir açmazı yaşamaya devam ediyor.

Biz Türklerin çoğunun ailesinde ve çevresinde birer Kıbrıs hikayesi vardır. Babam 1974’te harekât emri verildiğinde zorunlu askerlik hizmetini yerine getiriyordu. Ateşkes imzalandığında ise askerleri adaya çıkarmak için emir bekleyen bir sonraki çıkarma gemisinin içindeydi. Kıbrıslı Türk bir arkadaşı olan Rana’nın ailesinin terk edilmiş evi, telsiz istasyonu olarak ordu tarafından kullanılıyordu. Rana’nın ailesi güvende olmak için adanın yeterince kuzeyinde olduklarını düşünüyorlardı. Ancak Yunan güçlerinin karşı saldırısı o denli güçlüydü ki, aile evinden kaçmak zorunda kaldı.

Atina’daki cuntanın savaşı başlattığı gerçeği bugün unutuldu. Rumların Kıbrıslı Türklere yaptığı korkunç şeyler bugün unutuldu. Türkler de saldırıya uğramış olmalarına rağmen bazı korkunç şeylere kalkıştıkları tartışılmaz. Savaş korkunçtur, bu yaşananların hepsi savaş koşullarında olağan olduğundan savaştan her koşulda kaçınılmalıdır.

Batı kamuoyunda Kıbrıs’a dair çözüm bulma girişimleri hakkında az şeyler biliniyor. 2004’te, Birleşmiş Milletler tarafından desteklenen, özenle aracılık edilen ve adayı yeniden birleştirmeyi amaçlayan bir plan için referandum yapıldı. Kıbrıslı Türklerin yüzde 65’i lehte oy kullanırken, Kıbrıslı Rumların yüzde 76’sı aleyhte oy kullandı. Şüphesiz iki toplum arasındaki kültürel farklar bu kutuplaşmayı yaratmış olabilir, ancak Kıbrıslı Rumlar arasında katı bir bağnazlık oluştuğunu da bu sonuçlar aşikâr hale getirdi.

Güney Kıbrıs’tan Kuzey kısmına geçerken, nazik bir Rum hanımefendinin, hiç kimsenin gitmediği tarafa doğru geçmemize şaşırarak, yemeğimi yanımda götürüp götürmeyeceğimizi sorduğunu hatırlıyorum; çünkü Türklerin verdiği yemek ona göre temiz olmayabilirdi. Atina’nın en popüler kafelerinden birinde, Exarcheia’nın üstündeki tepede, gerçek bir Kıbrıslı Rum olan sevgili Nikoleta’nın Türk olduğumu öğrenince bana kendi dilimde “Nasılsın?” diye sorduğunu hatırlıyorum. Nikoleta, çok sevdiği yurdunu paylaştığı bir topluluğa yönelik sistematik ırkçılığa tepki olarak Türkçe öğreniyordu. Bisiklet kulübünde, Kıbrıslı bir Türk’ün bir Rum’a söylediği şeyi asla unutamam: “Medyamız bizim düşman olduğumuzu sürekli söylüyor, bu iyi değil ama sizin medyanızın yaptığı gibi sizden nefret etmemiz gerektiğini söylediğini sanmıyorum.” Arkadaşım olan Kıbrıslı Rum, bu sözü ciddiyetle başını sallayarak onaylamıştı.

Güney Kıbrıs’ta ne ülkenin güneşinden faydalanmak için adada yaşayan emekli İngiliz askerlerin, ne de kendi milliyetçi ve Hristiyan üstünlükçü ideolojilerini topluma yaymaya çalışan Rus oligarkların herhangi bir katkısının olmadığı üstünlükçü bir akım var. Tüm yaşananların Kıbrıslı Rum topluluğunun çıkarlarına aykırı olduğu tartışılmazdır, çünkü üstünlükçülük zararlı bir uyuşturucudur. Üstünlükçüler düşman edinir ve üstünlük konusundaki temel inançlarına bağımlı kalarak diğerlerinin değerlerini küçümserler.

Türklerin yaşadığı mübadele şu an değinilmesi gereken konu değil. Sorun Kuzey’in çözüm yanlısı olması, Güney’in değerlendirmeye bile almadığı bir barış istemesi. Zaten neden istesinler ki? Güney’dekiler devlet gemisinin dümenini tutuyorlar. Denizden çıkarılan doğalgaz üzerinde tam kontrolleri var ve elde edilen geliri kendilerine saklayabiliyorlar. Sahip olduğu pasaportlar dünya çapında tanınırken, Kıbrıslı Türkler yarı vatansız bir pozisyonda yalnız bırakılıyorlar. KKTC pasaportu sadece akraba oldukları ancak koşulsuz güvenemedikleri Türkiye Cumhuriyeti anakarası tarafından tanınıyor.

“Peki dış aktörler ne durumda? Belki biraz arabuluculuk yapabilirler mi? Ya Avrupa Birliği, çözüme yardımcı olabilir mi?” Pardon, ne demek istiyorsunuz? Kıbrıs’ın hiçbir kısmının, meseleleri daha da çözümsüz hale getirme korkusuyla, karşılıklı mutabakat olana kadar AB’ye kabul edilmemesi gerektiği kabul edilmişti. 2005’e geldiğimizde; bayraklar göndere çekildi, trompetler çalındı: Avrupa Birliği en yeni üyesi olarak “Kıbrıs Cumhuriyeti’ni” aralarına kabul etti. Bu kadar cesur bir iddiada bulunmak bana düşmese de AB eğer Kıbrıs’taki sorunu gerçekten çözmek istese, bu şekilde davranır mıydı pek de emin değilim.

Şimdi süreçte neredeyiz? Ankara, Kuzey Kıbrıs’la birlikte resmi bir bölünme çağrısında bulunuyor: Mutabık kalınan sınırlar ve karasularının paylaşılmasına dayalı iki devletli bir çözüm. Batılı politikacılar, daha önce birleşme yanlısı olan ancak bu istekleri reddedilen Türklerin şimdi adanın bölünmesini isteklerinden yakınıyorlar; bu hiç kimsenin istemeyeceği bir sonuçtu belki ancak elli yıldır kimse Ankara veya Kuzey Kıbrıs ile birlikte bunu engellemek için çalışmadı. Batılı bir devlet olmanın nihai gereği budur; diplomasiyi kasıtlı olarak marjinalleştirirler, sonra insanlar marjinalleştirmekten bıktığında avaz avaz yakınırlar.

Son zamanlardaki gelişmeler de hiç iç açıcı değil. Küresel gerginlikler artarken, 2022 sonbaharında Amerika Birleşik Devletleri, Güney Kıbrıs’a yönelik onlarca yıllık silah ambargosunu, gerginliği Rumların aleyhine tırmandırmayı önleme bahanesiyle kaldırmaya karar verdi. Bu kararın gerekçelerinde belki de anlaşılması gereken en önemli ve aynı zamanda en trajik şey yatıyor: Adadaki hemen hemen herkesin aksine, bazı devletler Kıbrıs’ta barış istemiyor. Çatışmaların uzağında kalacak bir devlet için çatışma tehdidi korkunç değildir, tam aksine kendi hedeflerinize ve çıkarlarınıza ulaşmak için yaslanabileceğiniz veya istediğiniz zaman serbest bırakabileceğiniz bir dinamiktir. Barış olduğunda bu dinamik kırılır; geriye sadece barış kalır. Belki Kıbrıs yalnızca güneşli bir ada olarak anılmaya devam eder. Böylesi daha güzeldir ancak bu devletler için işe yaramayacak çözüm de budur.

Çeviri: Ergi Gümüş

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu