DünyaToplum ve SiyasetToplumsal Cinsiyet

“Toplumsal Cinsiyet” Fikri Neden Dünyanın Dört Bir Yanında Tepki Topluyor? – Judith Butler  

Giderek artan bir şekilde otoriterler, “toplumsal cinsiyet ideolojisini” (gender ideology), “komünizm” ve “totalitarizm” ile özdeşleştiriyor.

Judith Butler’ın the Guardian’da yayınlanan yazısının Türkçe çevirisidir.

Macaristan parlamentosu LGBTQI hakları ve eğitimini pedofili ve totaliter kültürel politikalarıyla ilişkilendirerek, kamu okullarında “eşcinsellik ve cinsiyet değişimi” ile ilgili tüm öğretimi kaldırmak için ezici bir çoğunlukla oy kullandı. Danimarka meclisi milletvekilleri, cinsiyet çalışmalarını, ırk teorisini, post-koloniyel ve göç çalışmalarını da sorun yaratan alanlara ekleyerek akademik araştırma ortamlarındaki “aşırı aktivizme karşı” bir karar tasarısını onayladı. Romanya’daki yüksek mahkeme “toplumsal cinsiyet kimliği teorisi”nin öğretilmesini yasaklayacak bir yasayı hükümsüz kıldı. Ancak tartışmalar tüm hararetiyle devam ediyor. Polonya’da ABD ve Birleşik Krallık’tan gelen yıkıcı kültürel etkileri Polonya’dan arındırmaya hevesli transfobikler tarafından transların bulunmadığı alanlar ilan edildi. Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi, AB’de büyük bir endişe uyandırdı. Çünkü Türkiye’nin sözleşmeye yönelik temel itirazlarından biri, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddete karşı sağlanan korumalardı ve bu “sorun” yabancı bir kelime olan “toplumsal cinsiyet” (gender) ile ilişkilendirildi.

Son yıllarda “toplumsal cinsiyet ideolojisi” (gender ideology) olarak nitelendirilen kavrama yönelik saldırılar giderek arttı. Dijital ağların körüklediği, geniş çaplı sağcı katolik ve evanjelik örgütlerin desteklediği bu saldırılar, kamusal tartışmalara damgasını vurdu. Her zaman aynı şekilde olmasa da bu gruplar geleneksel ailenin saldırı altında olduğunu, okul sınıflarında çocukların eşcinsel olmaları için beyninin yıkandığını ve bu “toplumsal cinsiyet” kavramının şeytani bir şey değilse bile aileleri, yerel kültürleri, medeniyeti ve hatta tüm insanlığı yok etmekle tehdit eden tehlikeli bir ideoloji olduğu konusunda birleşiyorlar.

Anti-toplumsal cinsiyet ideolojisi hareketinin kullandığı argümanları tam olarak yeniden oluşturmak kolay değil. Çünkü bu hareket, tutarlılık veya bütünlük standartlarına bağlı kalmamaktadır. Bu gruplar, “toplumsal cinsiyet ideolojisi” veya “toplumsal cinsiyet çalışmaları” olarak gördükleri her şeyi herhangi bir retorik araçla alt etmek için kışkırtıcı iddiaları bir araya getirir ve ortaya atarlar. Örneğin, “toplumsal cinsiyet”e itiraz ederler, çünkü bu kavramın biyolojik cinsiyeti reddettiğini veya heteronormatif ailenin doğal ve ilahi karakterinin altını oyduğunu düşünürler. Toplumsal cinsiyet temelli düşünmeye başlarsak erkeklerin egemen konumlarını kaybedeceğinden veya onarılmaz şekilde zayıflayacağından korkarlar. Çocuklara cinsiyetlerini değiştirmelerinin söylendiğine, gey ve trans kişiler tarafından aktif olarak kullanıldıklarına ya da toplumsal cinsiyet hakkında açık bir söylemin bir tür endoktrinasyon olarak karikatürize edildiği eğitim ortamlarında kendilerini gey olarak ilan etmeleri için baskı yapıldığına inanıyorlar. Ve eğer “toplumsal cinsiyet” denen şey toplumsal olarak kabul edilirse, hayvanlarla cinsel ilişki ve pedofili de dahil olmak üzere bir cinsel sapkınlık tufanının yeryüzüne salınacağından endişe ediyorlar.

Milliyetçi, transfobik, kadın düşmanı ve homofobik olmakla birlikte, hareketin temel amacı son on yıllarda hem LGBTQI hem de feminist hareketler tarafından kazanılan ilerici yasaları tersine çevirmektir. Nitekim “toplumsal cinsiyete” saldırırken kadınların üreme özgürlüğüne, bekâr ebeveynlerin haklarına, kadınların tecavüz ve aile içi şiddete karşı korunmasına karşı çıkmakta; trans bireylerin yasal ve sosyal haklarına ve cinsiyet ayrımcılığına, zorla psikiyatrik gözetim altına alınmaya, acımasız fiziksel tacize ve öldürülmeye karşı bir dizi yasal ve kurumsal güvenceye karşı çıkmaktadırlar. Tüm bu hararet, aile içi istismarın arttığı, queer ve trans çocukların yaşamı destekleyen topluluklarda bir araya gelme alanlarından mahrum bırakıldığı pandemi döneminde arttı.

“Toplumsal cinsiyet çalışmaları cinsiyeti reddetmez; cinsiyetin nasıl, hangi tıbbi ve yasal çerçeveler aracılığıyla kurulduğunu sorgular.”

Toplumsal cinsiyet çalışmaları ya da toplumsal cinsiyet kimliğine karşı ileri sürülen iddiaların birçoğunu çürütmek ve hatta alaya almak yeterince kolaydır, çünkü bunlar ince karikatürlere dayanmakta ve çoğu zaman hayal ürünü olmanın eşiğine gelmektedir. Eğer bir önemi varsa,  umalım ki hâlâ vardır, tek bir toplumsal cinsiyet mefhumu yoktur ve toplumsal cinsiyet çalışmaları çok çeşitli akademisyenleri içeren karmaşık ve iç çeşitliliği olan bir alandır. Toplumsal cinsiyet çalışmaları cinsiyeti reddetmez; fakat cinsiyetin nasıl, hangi tıbbi ve yasal çerçeveler aracılığıyla belirlendiğini, bunun zaman içinde nasıl değiştiğini ve doğumda atanan cinsiyeti, iş ve aşk konuları da dahil olmak üzere sonraki yaşamdan ayırmanın dünyamızın sosyal organizasyonunda ne gibi bir fark yarattığını sorma eğilimindedir.

Cinsiyet atamasının genellikle bir kez gerçekleştiğini düşünürüz, peki ya yanlış atanmış olanlar için zaman içinde tersine çevrilebilir, karmaşık ve gözden geçirilebilir bir süreçse? Bu şekilde tartışmak bilime karşı bir pozisyon almak değil, sadece bilim ve hukukun kimliğin sosyal düzenlemesine nasıl müdahil olduğunu sormaktır. “Ama iki cinsiyet var!” Genel olarak evet, ancak günlük cinsiyet kavramlarımızı yöneten dimorfizm idealleri bile birçok yönden bilim ve interseks hareketi tarafından tartışılmaktadır, bu da cinsiyet atamasının ne kadar çetrefilli ve sonuç odaklı olabileceğini göstermiştir.

Toplumsal cinsiyet hakkında sorular sormak, yani toplumun toplumsal cinsiyete göre nasıl düzenlendiğini ve bunun bedenleri, yaşanmış deneyimleri, mahrem birliktelikleri ve hazzı anlamak için ne gibi sonuçlar doğurduğunu sormak, özgürlükçü değişimi durdurmaya ve tersine çevirmeye çalışan dogmatik toplumsal konumlara karşı çıkarak bir tür açık sorgulama ve inceleme yapmaktır. Yine de, kendilerini “eleştiri” tarafında görenler, “toplumsal cinsiyet çalışmaları”na “dogma” olarak karşı çıkmaktadır.

Toplumsal cinsiyet çalışmalarındaki çeşitli metodolojileri ve tartışmaları, akademinin karmaşıklığını ve dünya çapında dinamik bir çalışma alanı olarak kabul görmesini açıklamak için uzun uzadıya devam edilebilir, ancak bu, okuyucu ve dinleyici tarafında kendini eğitime adamayı gerektirir. Karşı çıkanların çoğunun inançlarıyla çelişebilecek herhangi bir materyali okumayı reddettiği veya bir karikatürü desteklemek için karmaşık metinlerden cımbızlamalar yaptığı göz önüne alındığında, nasıl ilerlemek gerekir?

Hala kimileri “toplumsal cinsiyet” kavramının Hıristiyanlığa veya bazı ülkelerde geleneksel İslam’a bir saldırı olduğunu iddia etmekte ve “toplumsal cinsiyet” savunucularını kendi dini inançlarına karşı ayrımcılık yapmakla suçlamaktadır. Yine de, toplumsal cinsiyet ve dinin önemli alanı, düşmanların dışarıdan gelmediğini ve dogmanın sansürleyenlerin tarafında bulunacağını göstermektedir.

Bu gerici hareket için “toplumsal cinsiyet” terimi, neoliberal rejimler altında artan ekonomik güvencesizliğin, yoğunlaşan sosyal eşitsizliğin ve pandemi dönemindeki kapanmanın ürettiği çeşitli sosyal ve ekonomik kaygıları kendine çekmekte, yoğunlaştırmakta ve tahrik etmektedir. Altyapısal çöküş korkusu, göçmen karşıtı öfke ve Avrupa’da heteronormatif ailenin, ulusal kimliğin ve beyaz üstünlüğünün kutsallığını kaybetme korkusuyla körüklenen birçok kişi, toplumsal cinsiyet, post koloniyel çalışmalar ve eleştirel ırk teorisinin yarattığı tahrip edici etkilerin suçlanması gerektiğinde ısrar ediyor. Toplumsal cinsiyet bu şekilde yabancı bir istila olarak görüldüğünde, bu gruplar ulus inşası için çalıştıklarını açıkça ortaya koymaktadır.  Uğruna savaştıkları ulus, beyaz ırkın üstünlüğü, heteronormatif aile ve özgürlükleri açıkça kısıtlayan ve pek çok insanın hayatını tehlikeye atan normların eleştirel bir şekilde sorgulanmasına karşı bir direnç üzerine inşa edilmiştir.

Birçok feministin haklı olarak savunduğu gibi neoliberalizm koşullarında sosyal hizmetlerin ortadan kalkması, geleneksel aile üzerinde bakım işi sağlama konusunda baskı yaratmıştır. Bunun karşılığında aile ve devlet içindeki ataerkil normların güçlendirilmesini ortadan kaldırılan sosyal hizmetler, ödenemeyen borçlar ve kaybedilen gelir karşısında bazıları için bir mecburiyet haline gelmiştir. Bu kaygı ve korku arka planına karşı “toplumsal cinsiyet”, yıkıcı bir güç, beden politikasına sızan ve geleneksel aileyi istikrarsızlaştıran yabancı bir etki olarak tasvir edilmektedir.

Zira toplumsal cinsiyet, göçmenler, ithalat, küreselleşmenin etkisiyle yerel ekonominin bozulması gibi milli bünyeye yönelik her türlü hayali “sızma”yı temsil eder ya da bunlarla ilişkilendirilir. Böylece “toplumsal cinsiyet” bir hayalete dönüşür, bazen “şeytanın” ta kendisi olarak tanımlanır, Tanrı’nın yarattıklarını tehdit eden saf bir yıkım gücüdür. (Anladığım kadarıyla iklim değişikliği böyle algılanmıyor, ki bu çok daha olası bir aday olurdu.) Böylesine yıkıcı bir güç fantezisi ancak milliyetçilik, anti-entelektüalizm, sansür, sınır dışı etme ve daha güçlü tahkim edilmiş sınırlar gibi çaresiz çağrılarla bastırılabilir. O halde toplumsal cinsiyet çalışmalarına her zamankinden daha fazla ihtiyaç duymamızın bir nedeni de bu gerici hareketi anlamlandırmaktır.

Toplumsal cinsiyet ideolojisi karşıtı hareket sınırları aşarak Latin Amerika, Avrupa, Afrika ve Doğu Asya’daki örgütlenmeleri birbirine bağlamaktadır. “Toplumsal cinsiyet” karşıtlığı Macron’un Fransa’sı ve Duda’nın Polonya’sı gibi çok çeşitli hükümetler tarafından seslendiriliyor, İtalya’da sağcı partilerde dolaşıma giriyor, Kosta Rika ve Kolombiya’da başlıca seçim platformlarında yer alıyor ve Brezilya’da Bolsonaro tarafından yüksek sesle ilan ediliyor. Bu karşıtlık birçok yerde cinsiyet çalışmalarının kapatılmasından sorumluydu, en korkuncu da 2017’de Viyana’ya taşınmadan önce Budapeşte’deki Orta Avrupa Üniversitesi.

Almanya’da ve Doğu Avrupa’da “toplumsal cinsiyetçilik”, “komünizm” ya da “totalitarizm”e benzetilmektedir. Polonya’da yüzden fazla bölge kendilerini “LGBT karşıtı bölgeler” olarak ilan etmiş, bu kategorilere ait olduğu düşünülen herkes için açık bir kamusal yaşamı suç sayarak gençleri ülkeyi terk etmeye veya yeraltına inmeye zorlamıştır. Bu gerici akımlar, “toplumsal cinsiyet ideolojisini” “şeytani” ilan eden, onu kuzey kökenli bir “sömürgeci emperyalizm” biçimi olarak nitelendiren ve okullarda “toplumsal cinsiyet ideolojisinin” “aşılanması” konusunda korkuları artıran Vatikan tarafından harlanmıştır.

“Toplumsal cinsiyet karşıtı hareketler sadece gerici değil, otoriter hükümetleri destekleyen türden faşist eğilimlerdir.” 

Elzbieta Korolczuk ile birlikte Popülist Dönemde Toplumsal Cinsiyet Karşıtı Siyaset (Anti-Gender Politics in the Populist Moment) kitabının yazarlarından Agnieszka Graff’a göre; toplumsal cinsiyet karşıtı bakış açısını güçlendiren ve yaygınlaştıran ağlar arasında, konferanslarına binlerce kişinin katılımıyla böbürlenen Uluslararası Aile Örgütü ve İspanya’da kurulan ve insanları LGBTQI haklarını savunan konferanslara, sergilere ve siyasi adaylara karşı harekete geçiren çevrimiçi CitizenGo Platformu yer alıyor. Bu örgütler her an harekete geçmeye hazır 9 milyondan fazla takipçileri olduğunu iddia ediyorlar. (2018’de Brezilya’da bana karşı harekete geçtiler ve kızgın bir kalabalık konuşma yapacağım mekanın dışında “benzerimin” kuklasını yaktı). Bunlardan üçüncüsü ise eşcinsel evlilik, trans hakları, üreme özgürlüğü ve LGBTQI ayrımcılık karşıtı çabaları Hıristiyanlığa yönelik saldırılar olarak nitelendiren ve 100’den fazla kuruluştan oluşan Agenda Europe’tur.

Toplumsal cinsiyet karşıtı hareketler sadece gerici değil, gitgide otoriterleşen hükümetleri destekleyen türden faşist eğilimlerdir. Argümanlarının tutarsızlığı, sol ve sağ retorik stratejilerine eşit fırsatlar sunan yaklaşımları, kimileri için kafa karıştırıcı, kimileri içinse ilgi çekici bir söylem üretiyor. Ancak bu hareketler rasyonaliteyi aşırı milliyetçi amaçlara uyacak şekilde çarpıtan faşist hareketlerin tipik örnekleridir.

“Toplumsal cinsiyet”in emperyalist bir kurgu ve küresel güneyin yerel kültürlerine dayatılan bir “ideoloji” olduğu konusunda ısrar ediyorlar ve bunu yaparken de sahte bir şekilde kurtuluş teolojisi ve sömürgecilik karşıtı retorik dilini kullanıyorlar. Ya da sağcı İtalyan grup Pro Vita’nın savunduğu gibi, “toplumsal cinsiyet” kapitalizmin sosyal etkilerini yoğunlaştırırken geleneksel heteronormatif aile sosyal çözülme ve anomik bireyciliğe karşı son siper olarak ortaya çıkıyor. Tüm bunlar LGBTQI insanların bizzat varoluşlarından, ailelerinden, evliliklerinden, mahrem birlikteliklerinden ve geleneksel ailenin dışında yaşama biçimlerinden ve kendi kamusal varoluş haklarına sahip olmalarından kaynaklanıyor gibi görünmektedir. Bu aynı zamanda feministlerin üreme özgürlüğüne ilişkin yasal taleplerinden, cinsel şiddetin sona erdirilmesine yönelik feminist taleplerden ve kadınlara yönelik ekonomik ve sosyal ayrımcılıktan da kaynaklanmaktadır.

Aynı zamanda, “toplumsal cinsiyet” karşıtları, kadın ve erkek arasındaki doğal hiyerarşiyi ve eril ile dişilin ayırt edici değerleri hakkındaki görüşlerini savunmak için İncil’e başvurmaktadırlar (her ne kadar ilerici teologlar bunların İncil metinlerinin tartışmalı okumalarına dayandığına işaret etmiş olsalar da). İncil’i doğa yasası doktrinine entegre ederek, atanmış cinsiyetin ilahi olarak beyan edildiğini iddia ediyorlar ve çağdaş biyologların ve tıp doktorlarının ilginç bir şekilde 13. yüzyıl teolojisinin hizmetinde olduklarını öne sürüyorlar.

Kromozomal ve endokrinolojik farklılıkların cinsiyet ikiliğini karmaşıklaştırması ve cinsiyet atamasının gözden geçirilebilir olması önemli değildir. Toplumsal cinsiyet karşıtları, “toplumsal cinsiyet ideologlarının” kadın ve erkek arasındaki maddi farklılıkları inkar ettiklerini iddia etseler de, özcü yaklaşımları çabucak iki cinsiyetin ebedi “gerçekler” olduğu iddiasına dönüşmektedir. Toplumsal cinsiyet karşıtı hareket, net bir ilkeler bütününe sahip muhafazakâr bir pozisyon değildir. Aksine, faşist bir akım olarak, çeşitli ekonomik ve sosyal güçlerden gelen sızma ve yıkım korkusunu en üst düzeye çıkarmak için siyasi yelpazenin dört bir yanından bir dizi retorik stratejiyi harekete geçirir. Tutarlılık için çaba göstermez, çünkü tutarsızlığı gücünün bir parçasıdır.

Umberto Eco, faşizmin unsurlarını içeren meşhur listesinde “faşist oyun pek çok biçimde oynanabilir” diye yazar; çünkü faşizm “bir kolajdır… çelişkilerden oluşan bir arı kovanıdır”. Gerçekten de bu ifade günümüzün toplumsal cinsiyet karşıtı ideolojisini mükemmel bir şekilde tanımlamaktadır. Bu gerici bir kışkırtma, çelişkili ve tutarsız iddia ve suçlamalardan oluşan tahrik edici bir demettir. Zapt etmeyi vaat ettikleri istikrarsızlıktan besleniyorlar ve kendi söylemleri sadece daha fazla kaos yaratıyor. Bir yığın tutarsız ve abartılı iddia aracılığıyla, otoriter yönetim ve sansürü savunmak için çok sayıda muhtemel tehditten oluşan bir dünya kurguluyorlar.

Faşizmin bu biçimi, ilerici siyasetin getirdiği toplumsal düzenin “istikrarsızlaşmasını” savuşturmaya çalışırken bile istikrarsızlık sergilemektedir. “Toplumsal cinsiyet” karşıtlığı genellikle göçmen karşıtı infial ve korkuyla birleşir, bu nedenle Hıristiyan dünyasında sıklıkla İslamofobi ile bir araya getirilir. Göçmenler de uluslararası hukuk kapsamında geçiş haklarını kullanırken bile “suç” teşkil eden eylemlerde bulunan “sızan” kişiler olarak tasvir edilmektedir.  Toplumsal cinsiyet karşıtı ideolojiyi savunanların tahayyülünde “toplumsal cinsiyet” istenmeyen bir göçmen, yaklaşan bir leke, ama aynı zamanda defedilmesi gereken bir sömürgeci ya da totaliter gibidir.

Faşist bir akım olarak toplumsal cinsiyet karşıtı hareket, her geçen gün güçlenen otoriterlik biçimlerini desteklemektedir. Taktikleri, devlet güçlerini üniversite programlarına müdahale etmeye, sanat ve televizyon programlarını sansürlemeye, transların yasal haklarını yasaklamaya, LGBTQI’ları kamusal alanlardan men etmeye, üreme özgürlüğünü ve kadınlara, çocuklara ve LGBTQI’lara yönelik şiddete karşı mücadeleyi baltalamaya teşvik etmektedir. Aralarında göçmenlerin de bulunduğu kişilere karşı şiddet tehdidinde bulunuyorlar. Bu kişiler şeytani güçler olarak nitelendirilmekte ve bastırılmaları ya da sınır dışı edilmeleri halinde tehdit altındaki ulusal düzenin yeniden tesis edileceği vaat edilmektedir.

Bu nedenle “toplumsal cinsiyet eleştirisi yapan” feministlerin trans, non-binary ve genderqueer kişileri hedef alan gerici güçlerle ittifak yapmasının hiçbir anlamı yoktur. Şimdi hepimiz gerçekten eleştirel olalım, çünkü bu hareketin hedeflerinden herhangi birinin diğerine karşı dönmesi için uygun bir zaman değil. Şimdi anti-faşist dayanışma zamanıdır.

Çeviri: Alper Kara

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu