Demokrasi ve SolPolitikaToplum ve SiyasetToplumsal Adalet

Modern Bir İman Olarak Hukukun Üstünlüğü – Kadir Tanrıverdi

Hukukun renginin bir bukalemun gibi egemen sınıfın kürküne göre değiştiğini fark etmemek çok zor.

Yakın zamana kadar “yatırım demokrasi ve hukuk ister, bunun olmadığı yerde yatırım olmaz” miti çok yaygındı. Çok şükür ki artık bu söylemler eskisi kadar moda değil. Ancak yine de bir yerlerde hukukun olmazsa olmaz olduğu, ekmek gibi su gibi bir ihtiyaç olduğu ve insanın yaratılışında saklı kutsal bir öz olduğu inancı sürüyor. Hukuk gereksizdir demeyeceğim tabi ki, bir önceki cümlenin son önermesi dışında hukukla bir problemim de yok. Hatta ekmeğini hukuktan kazanan bir çok insan gibi pekala ben de sattığım ürünün sıhhatini garanti etmek isterdim.  Ancak gelgelelim konu hukuk olunca olması gerekene dair ürettiğimiz her sav güç ilişkilerine, idari ve teknik imkansızlıklara ya da üstünlerin isteksizliğine çarpıp durmaya çok müsait.

Peki hukuk gerçekten üstün olabilir mi? Mitolojimizin adalet divası muhterem Themis Hanımefendi’nin kılıcı gerçekten keskin midir? Gözleri görmese de kulakları hep doğru sesleri mi duyar? Terazisi altından mıdır yoksa bakırdan mı? Hukuk gerçekten de yaratılışımızdaki tanrısal bir özden fırlayıp daima doğruyu işaret eden kılıçtan bir pusula mıdır?

İşin tuhafı laikliğin – ya da benim sevmediğim kelimeyi kullanmak gerekirse sekülerliğin- hüküm sürdüğü bu dünyada hukuka ilişkin ilk üstünlük iddiaları tanrı katından geliyor. Eski yunan filozofları tanrılara, kadere, Logos’a ve bir dizi başka mitolojik kavrama inandılar. Hristiyanlık sonrası Avrupa’da doğrudan Tanrı denilerek kısaltılan, rönesanstan sonra da akıl, mantık, rasyonalite diye geçiştirilen ve günümüzde dayanağı konuşulmaya bile gerek duyulmayan ilginç bir kavram var hukuk felsefesinde: doğal hukuk. Doğal hukuk özünde insanların hiç kural olmadığı zaman bile uymaya meyilli olduğu söylenen, doğruluğu zamana ve coğrafyaya göre değişmeyecek kurallar bütünüdür.  Hiç şaşırılmayacak bir biçimde Aquina’lı Thomas’tan Cicero’ya, John Locke’un öğretilerinden ABD bağımsızlık bildirgesine kadar temellerini dinden ve tanrıdan almış bu görüş modern dünyanın siyasi dehlizlerinde hukukun üstünlüğü postunda kamufle olmuş bir şekilde geziyor.  Gezsin ne zararı var diyebilirsiniz, gerçekten de geceleri güven içinde uyumanızı sağlayan hukuk güvenliği ilkesi, başınıza ne geleceğini bilerek suç işlediğiniz ya da işlemediğiniz bir toplumun hayali ancak bir deliyi rahatsız edebilir. Ya da bu hayalin bir afyon olduğunu bilen eleştirel bir kimseyi diyelim.

Hukukun üstünlüğünün tatlı bir hayal olduğundan şüphelenmemek en azından güç ilişkilerinin toplumu ve ekonomiyi savurup durduğu bizimki gibi ülkelerde işten bile değil. Şüphelerimi daha düşünsel bir alana çeken ise keşfettiğim hukuk tarihine ilişkin bazı eserler oldu. Bunlardan birisi Mitchel P. Roth isimli yazarın “Göze Göz” isimli bir kitabıydı. Kitap, çeşitli coğrafyalarda ve çeşitli zamanlarda suçlara ve cezalara ilişkin ortak bir algının olup olmadığını tarıyor. İnsanın yaratılışından gelip objektif bir iyiye yönelen bir hukuk anlayışının olup olmadığını değerlendirmek için ideal bir eser. Eserin içinde örneğin kasten öldürme suçu için diyet ödeyen, aileye yemek getiren ya da intikam için öldüren onlarca topluluğun farklı bakış açıları mevcut. Kitabın ana tezi bu olmasa bile suç ve cezanın bölgedeki üretim ilişkilerine göre nasıl da değiştiğini kolayca anlıyoruz. Nüfusun fazlalığı; topluluğun tarım ya da hayvancılıkla uğraşması ve tüm bunlara etki eden bölgedeki biyoçeşitlilik bile yargının kurumsallığından cezaların sertliğine kadar çeşitli spektrumlarda örnekler sunuyor.

Konuyu sorgulayan bir diğer kitap ise önemli bir kısmını “Bir isyancı olarak tacir” başlığına ayıran Michael E. Tigar’ın “Kapitalizmin Yükselişi ve Hukuk” isimli kitabı oldu. Daha çok özel hukuk ilişkilerine, sözleşmelere ve hak kavramının değişimine vurguda bulunan bu kitap günümüz hukuk dünyasının kurumlarının tacir sınıfının isyanı ile yükselen kurumlar olduğunu başarıyla anlatıyor.

Tüm bunları örneklerken paralel bir anlatı olarak David Graeber’in Borç isimli kitabını da es geçmemek lazım. Bu kitap ise ekonomi ilişkilerinin kendiliğinden doğduğu ancak devlet aygıtının daha sonraları ekonomi aygıtlarına müdahale ettiği gibi bir anlatıyı reddediyor. İlkel toplumlardaki komün ilişkilerini ve alışverişe farklı bakış açılarını anlatıyor.

Gerçekten de tarih boyunca tüm kurumlar ve tüm siyasi kuramlar sık sık değişmiş: tiranlık, teokrasi, hukukun üstünlüğü, ceza hukuku, yargıçlar, paranın değeri, demokrasi gibi tüm kavramlar trajik ve kanlı eylemlerle, kaybolan ya da katledilen topluluklarla sorgulanmıştır. Hukuk hiçbir zaman bir uzlaşı ile değiştirilmemiş, çatışmaların şiddeti ise günden güne sadece yumuşamıştır. Bir dönemin köleleri yerini fabrika işçilerine bıraktı, bir dönemin soylu savaşçıları yerini milliyetçi bir onur taşıyan zorunlu askerlere bıraktı. Ne tesadüftür ki seçme seçilme hakkı, sivil mahkemelerde makul şekilde yargılanma hakkı, devleti vatandaşın can güvenliğini temin etmesi gibi gelişmeler de tarlanın yerini fabrikaya bırakmasıyla aynı ana denk geldiler. Ancak hukukun üstün olduğunu savunanlar için bu tesadüfler gerçekten de tesadüf olsa gerek. Zira hukukun renginin bir bukalemun gibi egemen sınıfın kürküne göre değiştiğini fark etmemek çok zor.

Adına hukuk denilen duvarın yalnızca rengi ve biçimi değil, üzerindeki delikler de tam olarak duvar ustası egemenlerin tercihlerine göre açılmakta veya sıvanmaktadır.  Örneğin geçtiğimiz yıllarda 12 Adet Banka’nın kartel haline gelerek tüketicilerden yüksek faizler tahsil ettiği tespit edilmişti. Rekabet Kurulu’nun verdiği karar Danıştayca onanmasına rağmen istisnai bir kanun yolu olan karar düzeltme yoluyla tüm süreç geriye çevrilmişti. Süreç esnasında Ticaret Bakanlığı ise vatandaşların açacağı tazminat davalarında karar düzeltme sürecinin beklenmesi gerektiğini savunmuştu. Bir hayal edin; sizler bir bankadan alınması gerekenden daha fazla faiz almanın yasadışı bir yolunu bulsanız ne olurdu? Sadece tazminat ödemekle mi yargılanırdınız, yoksa dolandırıcı mı ilan edilirdiniz?

Ya da soruyu tersten soralım, yüksek sermayeli gruplar için tüm aktörlerin kendileri için seferber olduğu bir hukuk düzeni mi iyidir? Yoksa vatandaşın hakkının kanunlara göre korunduğu mu? Kanunların kendisi dahi yüksek sermayeli grupları korumak üzere tasarlanmasına rağmen hayır; uygulayıcının sermayeyi koruma adına kendi kurallarını bile yıktığı bir sistem sermayenin işine gelmektedir.

Korunan yalnızca “temiz” sermaye de değildir üstelik. Demirel’in tabiriyle “25 cente muhtaç” hale gelen bizimki gibi bağımlı ülkeler soluğu kara parada aramaktan hiç çekinmezler. Bilindiği üzere suç gelirlerini aklamak ülkemizde tabi ki bir suç. Ancak cezası ise şaka gibi bir rakam. TCK’nın 282.maddesindeki ceza miktarlarını okuduğunuzda Dilan Polat’ın hayatını yaşamak için birkaç sene yatmakta sakınca görmemek çok normal. Hukukun üstünlüğü gözlüğünü bir an olsun çıkardığınızda Dilan Polat’ın tahliye olması ne kadar da vicdani görünüyor değil mi? Hal böyleyken hukuk hala üstün müdür? Ya da belki olmalı mıdır?

Yukarıda sorduğum soruyu yeniden sorayım; gerçekten de hukukun üstün ve kendinden sadır bir kuvvet, Themis’in muhterem bir hanımefendi olduğuna inanmak neden zararlı olsun? Çünkü her din gibi hukukun üstünlüğü dini de afyondur da ondan. Bu yazıyı yazmak bir süredir aklımdaydı ancak sosyal medyada  Dilan Polat’ın tahliyesini hukuka uygun bulmakla belli belirsiz bir hukukçu takdiri bekleyen bazı meslektaşlar bu iç döküşünü biraz hızlandırdı diyebilirim. Bu inanç neden zararlıdır? Neyin doğru neyin yanlış olduğunu ortaya konulurken hiçbir etkimiz olmayan metinler yarattığı için zararlıdır. Adaletin gerçekleştiği inancını “bak mahkeme kurduk, içine hakim savcı avukat koyduk, iyi kötü bu karar çıktı hadi dağılın artık siz de” diyerek kafalarımıza tıkıştırdığı için zararlıdır. Nasıl ki din ölüm gibi mutlak bir şeye cevapsa ve organ bağışını yasaklayan dini metinler varsa hukuk da adaletsizlik gibi mutlak bir şeye cevap, ve isyanı yasaklıyor. O yüzden hukuka başka bir yerinden bakmayı, onunla moral bulup avunsak bile gerçek reçeteleri yazmayı öğrenmemiz gerekiyor.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu