Musk, Trump ve Broligarkların Yeni Hiper-Silahı – Yanis Varoufakis

Zenginlik, yoksulluğu siyasi özgürlüğünü kullanarak zenginliği iktidarda tutmaya nasıl ikna eder? Aneurin Bevan 1952’de bu göz kamaştırıcı soruyu sorarak liberal demokrasinin en büyük paradoksunu yakalamıştı. Bugün, Elon Musk, Peter Thiel, J.D. Vance ve onların Büyük Teknoloji (Big Tech) çevresindeki kardeşlik döneminde, Bevan’ın kadim paradoksu sadece daha da vurucu bir hale geldi.
Yanis Varoufakis’in Le Monde’da yayınlanan yazısının Türkçe çevirisidir.
Donald Trump’ın ikinci gelişinden olabildiğince zenginlik ve güç çekmek için örgütlenmiş yeni palazlanan broligarşinin (broligarchy) karmaşık komplosunu gözlemlemek, insanın midesini bulandırması için yeterli. Olağanüstü servete sahip bu insanlar, çocuklarının annelerine sadistçe davranma geçmişine sahip, işkenceyi ve insan haklarının ortadan kaldırılmasını meşrulaştıran kitapları onaylamış, hükümetten ve askeri ihalelerden trilyonlar kazanmalarına rağmen, yoksullara ufak da olsa bir koruma sunan devlet programlarını yok etmek için yorulmadan çalışan tipler… Hepsi Mar-a-Lago’ya göçüp Donald Trump’ın yüzüğünü öperek doğrudan hükümet gücüne hazırlık yapıyor.
Onların açısından bakıldığında, Donald Trump ile yaptıkları anlaşma inanılmaz bir pazarlık; hiçbir geleneksel iş modelinin yaklaşamayacağı bir kâr oranı sunuyor. Trump’ın yeniden seçilmesi için yatırdıkları birkaç yüz milyon doların karşılığında, Trump’ın zaferinin üzerinden dakikalar geçmeden servetlerine yüz milyarlarca dolarlık artış eklediler. Daha somut örnek vermek gerekirse, Thiel’in Palantir’inin değeri %23 yükselirken, Musk’ın Tesla’sının hisseleri %40 arttı; bu da Tesla’ya dünyanın geri kalan otomotiv sektörünün büyük kısmının toplam değerinden daha yüksek bir piyasa değeri kazandırdı.
Trump kampanyasına ayırdıkları masalarından dökülen birkaç kırıntı karşılığında, Büyük Teknoloji kardeşliği şu üç muazzam armağanı almak üzere: Devasa devlet ihaleleri. Düzenlemelerin ortadan kaldırılması sonrası kamuoyunun kaygılarını (örn. otonom araçlar, başıboş yapay zekâ botları ve insansız hava araçları, muazzam artan elektrik tüketimi vb.) dikkate almadan istedikleri gibi hareket edecekleri, “eldivenleri çıkarmış” bir taarruz özgürlüğü. Ve son olarak, çalışanlar, tedarikçiler, rakipler ve geriye kalan hepimize karşı devletin onayladığı muazzam bir pazarlık gücü.
Üstelik, onların daha geniş çaplı emelleriyle ilgili önemsiz olmayan başka endişeler de var. Thiel’in en sevdiği kitap, söylendiğine göre, The Sovereign Individual (Egemen Birey). Yazarları James Dale Davidson ve William Rees-Mogg, en küçük bir ironi kırıntısı dahi taşımadan broligarkları Olimpos tanrılarına benzetiyor ve dünyaya hükmetmelerinin son derece doğal ve doğru olduğunu savunuyorlar. “Çok daha fazla kaynağa hükmedip birçok zorlayıcı gücün ulaşamayacağı konumda olacak bu Egemen Birey, hükümetleri yeniden tasarlayacak ve ekonomileri yeniden yapılandıracak,” diye ilan ediyorlar. Thiel’in kendisine gelince, bu uyduruk kitabı bu kadar çok sevmesinin nedeni, “bugün bize hükmeden güçlü devletlerin” olmadığı bir geleceği “doğru şekilde” öngörmesi. Tabii Thiel’in söylemediği şey, hayalini kurduğu geleceğin aşırı gücün ortadan kalktığı bir dünya değil; tam tersine, o gücü tekelinde toplayan insanlar (yani kendisi gibi olanlar) tarafından yönetilen bir dünya olduğu. En azından özgürlüğü tanımlayış biçiminin demokrasiyle bağdaşmadığını açıkça kabul edecek kadar dürüst.
Fakat bunların hepsi gerçekten yeni mi? Broligarkların uygulamaları ve inançları ne kadar iğrenç olursa olsun, geçmişe dair öyle pervasızca iyimser bir tabloya teslim olmamız, bu sayede şimdiki zamanı bir çöküş gibi algılamamız mümkün değil mi? Oysa aslında yaşanan sadece geçmişin tekrarı olabilir. George W. Bush, Guantanamo Körfezi’nde bitmek bilmeyen işkenceyi yasallaştırmak için Cenevre Sözleşmesi’ni, hatta Amerikan anayasasını bile ihlal ettiğinde, Amerikalı dostlarım Amerika’nın masumiyetini kaybettiğinden yakınıyordu. Ben onlara katılamamıştım. Amerika’nın masumiyeti İç Savaş’ta kaybedilmemiş miydi? İspanya-Amerika Savaşı’nda? Yasak (Prohibition) döneminde? Hiroşima’da? McCarthy döneminde? Vietnam’da? Kennedy’lerin, Martin Luther King ve Malcolm X’in suikastlarında? Oklahoma bombalamalarında? Bu kadar kolayca kaybedilen bir masumiyet, herhalde bir o kadar kolay geri kazanılır! Şimdi de aynı şeyi yapmıyor muyuz? Bir grup oligarkın Büyük İş Dünyası (Big Business) ile devlet arasında gidip gelen dönme kapılarından yine geçmesine şaşırıyoruz, sanki ilk kez oluyormuş gibi.
Pek çok açıdan, bunların hepsini daha önce de gördük. Amerika’nın ilk yağmacı baronlarından (robber baron) John D. Rockefeller, Musk’ın servetini acemi işi bırakacak düzeyde büyük bir hanedana liderlik etmişti. Bu hanedanda medya patronu bir oğul ve Başkan Yardımcısı olacak bir torun vardı. Thomas Edison, George Westinghouse’ın alternatif akımıyla çalışan bir fili herkesin önünde elektrik akımına maruz bırakarak öldürdü, sadece hükümeti doğru akım elektik üretim sistemi lehine ikna etmek için. Henry Ford, bir gazete satın almıştı; belediye başkanlarını ve belediye meclislerini sokaklardan tramvayları söküp yerine Ford otomobilleri ve otobüslerini koymaya zorlamak için.
O zamanlar Büyük İş Dünyası’nın elinde internet gücü yoktu ama siyasal, felsefi ve kültürel ortamımızı şekillendirmenin başka yollarına sahiptiler. Örneğin, oligarklar (Koch kardeşler gibi), Atlas Network ve Mont Pelerin Society’yi onyıllarca finanse ederek neoliberalizmi, acımasız bir sınıf savaşını özgürlük mücadelesi gibi gösteren evrensel bir inanç haline getirdiler. Ya da Goldman Sachs’ın Bill Clinton yönetimine kendi CEO’sunu Hazine Bakanı olarak gönderip, Wall Street’in en uç, en tehlikeli uygulamalarına engel teşkil eden bütün düzenlemeleri ortadan kaldırmasını nasıl sağladıklarını hatırlayalım.
Bunların hepsi doğru. Ancak broligarşinin elinde bugün, geçmişin Büyük İş Dünyası ve Wall Street öncüllerinde olmayan bir süpergüç, bir hiper-silah var. Yakın zamana kadar var olmayan bir sermaye biçimi: bulut sermayesi (cloud capital). Tabii “bulut”ta falan yaşamıyor, tam da Dünya üzerinde varlık gösteriyor: Ağ bağlantılı makineler, sunucu çiftlikleri, baz istasyonları, yazılımlar, yapay zekâ güdümlü algoritmalar – ve okyanuslarımızın tabanlarında yatan sayısız kilometrelik fiber optik kablolar.
Geleneksel sermayenin (buhar makinelerinden modern endüstriyel robotlara dek) üretilmiş üretim araçlarından farklı olarak, bulut sermayesi mal üretmez. Bunun yerine, insanların davranışını değiştirmek üzere imal edilmiş makinelerdir. Bu “üretilmiş davranış değiştirme araçları” bizi, ne istediğimizi tayin etmeleri için onları eğitmeye mecbur eder. Ve bir kez onu ister hale geldiğimizde, aynı makineler bize o ürünü doğrudan pazarları atlayarak satar. Bu açıdan bulut sermayesi, geçmişte sermayenin yapamadığı beş işlevi yerine getirir: Dikkatimizi çekmek. İsteklerimizi imal etmek. Bize, geleneksel pazarların dışından, kendimizin istemesine sebep olduğu şeyi doğrudan satmak. İşyerlerinde proleter emeğini harekete geçirmek. Ve kendi devasa davranış değiştirme makine ağının sürmesi için bizden muazzam miktarda ücretsiz emek talep etmek: Ürün değerlendirmeleri yazarken, yorum yaparken, video, öfke dolu yazılar veya fotoğraflar yüklerken aslında bulut sermayesini yeniden üretiyoruz ve bunun için tek bir kuruş bile almıyoruz. Özünde, bu bizi bulutun serflerine dönüştürdü; aynı algoritmalar, fabrikalarda ve depolarda, genellikle işçilerin bileklerine takılan dijital cihazlar aracılığıyla davranışımızı şekillendiren ve bize ürünleri satan sistemin ta kendisi olarak, işçileri daha hızlı çalışmaya yönlendiriyor, onları gerçek zamanlı izliyor.
Şaşırtıcı değildir ki, bu bulut sermayesinin sahipleri, yani bulutalist broligarşi, artık hayal bile edilemeyen bir sömürü gücüne kavuştu: Hemen herkesten muazzam miktarda ücretsiz emek çekebilme, vasal (bağımlı) kapitalistlerden bulut rantları elde edebilme ve elbette proleterlerden artı-değer sağlama gücü. Özellikle Trump’ın başkanlık masasında bir koltuk satın aldıkları şu dönemde, sahip oldukları güç öyle ki, John D. Rockefeller, Henry Ford, hatta hâlâ aktif olan Rupert Murdoch bile böyle bir güce sahip olmak için bir kolunu, hatta bacağını vermeye razı olurdu.
Bevan’ın o parlak sorusuna geri dönersek, zenginliğin bugün yoksulluğu özgürlüğünden vazgeçip broligarklara hizmet etmeye ikna etmesinin nasıl mümkün olduğunu daha net görebiliyoruz: Daha önce hiçbir sermaye biçiminin ya da devlet dairesinin sahip olmadığı bir kapasiteye – davranışımızı doğrudan ve otomatik biçimde şekillendirme kapasitesine – sahip bulut sermayeleri aracılığıyla. Kişisel iradenin, hele ki demokrasinin, yeniden yeşerebilmesi için bir devrimden daha azı kurtuluş getirmeyecektir.
Çeviri: Kemal Büyükyüksel