Demokrasi ve SolDünyaEkonomi ve KamuculukEmek, Dijitalleşme ve GelecekGündemPolitikaToplum ve Siyaset

Donald Trump’ın Gerici Fütürizmi – Maya Vinokour

20. yüzyıldaki selefleri gibi, günümüz aşırı sağı da, modern teknolojiyi fetişleştirirken antik dünyanın sözde görkemine özlem duyuyor.

New York Üniversitesi’nde Rus ve Slav Çalışmaları Bölümü’nde ders veren Maya Vinokour’un Jacobin dergisinde yayınlanan yazısının çevirisidir.

Donald Trump, ikinci başkanlık döneminin henüz ilk birkaç haftasında, eski sırdaşı Steve Bannon’un “idari devleti parçalama” (deconstructing the administrative state) diye adlandırdığı hedef doğrultusunda ilerlemeye devam ediyor. Elon Musk’ın “devlette verimliliği artırma” konulu danışma ekibinin öncülüğünde yürütülen bu girişim, şimdiden bir dizi manşet ve tartışmaya yol açmış durumda.

Mevcut yönetim, bir “muhafazakâr” hükümetin yapacağı gibi mevcut durumu korumaktan çok uzak; tam tersine, geleceğimizi, idealize edilmiş bir geçmişin yansıması hâline getirmeyi amaçlıyor. Bu tuhaf “ilerleme” biçimi, nostaljik bir Hıristiyan etno-milliyetçiliğine ileri gözetim teknolojileri, bilgi kontrolü ve kitlesel katliam yöntemlerini — bunun yanı sıra büyük dozda tekno-iyimserliği — yamalıyor. Trumpizmin gerçekten faşist olup olmadığı pek de önemli değil: Geleceğe aitmiş izlenimi veren bu kılıfına rağmen, Trumpizmin bakışı, reddettiği o durağan liberal siyasetten bile daha az ilerici.

Geçmiş mitolojilerin günümüz teknolojileriyle böyle harmanlanmasının tarihte açık bir örneği var. 1980’lerin ortalarında Nazizm tarihçisi Jeffrey Herf, “Aydınlanma ve liberal demokrasinin değer ve kurumlarını reddetmekle birlikte modern teknolojiye büyük bir coşku besleyen” bir tutumu tanımlamak için “gerici modernizm” (reactionary modernism) terimini ortaya attı. Herf, iki savaş arası dönemde Almanya’daki gerici modernistlerin, soyut, entelektüel ve kâr odaklı uygulamaları “Yahudi” ve “sosyalist” diye yaftalarken, somut, “ruhsal” ve girişimciliği övdüklerini gösterdi. “Medeniyet” sözcüğünü Yahudilikle özdeşleştiren bu düşünürler, “kültür”e hayranlık duyuyor ve bunun ancak “Alman kanından” gelen insanlar tarafından üretilebileceğine inanıyorlardı.

Bugün Trump yönetimi ve ona hizmet eden Silikon Vadisi eliti, gerici modernizmin tam da bu reçetesini yeniden uyguluyor. Tarihsel Nazizmin temelini oluşturan düşünceler bütünü, aradan geçen yüzyılda türlü ideolojik çöp yığınlarından yuvarlanarak geçmiş ve üstüne pek çok şey eklemiş bir kaya gibi. Nazizmin Teuton efsanelerinden ve Doğu mistisizminden yaptığı alıntılara, günümüz Silikon Vadisi aşırı sağının Horatio Alger efsanesi, Misesçi ekonomi ve Otostopçunun Galaksi Rehberi veya Yaban Diyarlarda Yabancı gibi eserlerden serbestçe “kaynak” aldığı çocukça bilimkurgu fantezileri ekleniyor.

Bu gerici fütürizmin sonuçlarının en iyi ihtimalle kaotik olduğuna hızla tanık oluyoruz. Trump’ın ilk büyük “yeniden biçimlendirme” hamlesi, pek muhtemelen yasa dışı olan kapsamlı bütçe kesintileri emrini vermek oldu. 28 Ocak’ta, 2.3 milyon federal çalışan, konu satırında “Yol Ayrımı” (Fork in the Road) yazan bir e-posta aldı. Bu e-postada, derhal istifa etmeleri koşuluyla sekiz aylık maaş ve ek haklar öneriliyordu. 1 Şubat itibarıyla yönetimin, Musk’ın görev gücüne “Hazine Bakanlığı’nın hassas verilerine, Sosyal Güvenlik ve Medicare ödemelerine” erişim verdiği anlaşıldı. 7 Şubat’ta ise 1961’den beri ABD’nin yurt dışındaki yumuşak gücünün aygıtı olan dış yardım kurumu USAID’in binlerce çalışanı zorunlu izne çıkarıldı. Devletin ortadan kaldırmak ya da ağır kesintiye uğratmak istediği kurumlar arasında Eğitim ve Tarım bakanlıkları, Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) ve Çevre Koruma Ajansı (EPA) da var. Hedef, federal maaşlı personelin yaklaşık yüzde 75’ini kesmek. Musk veya Trump bağlantılı başka herhangi bir isim, bu şekilde “tasarruf” edilen fonların nereye aktarılacağını henüz açıklamış değil.

Bu adımların çoğu, “kamu kurumlarını Beyaz Saray öncelikleriyle sürekli uyum hâlinde tutma”yı vurgulayan Project 2025’ten (2025 Projesi) geliyor. Resmî metindeki örtük ifadelerine rağmen Project 2025, yeni hükümetin kendini adeta “külliyen tasfiye etme” niyetini açıkça dile getiriyor. O belgeleri veya onunla ilgili sayısız haber yazısını okumayan seçmenler, Musk’ın “Herkesin saç tıraşı olması gerekecek” (Everyone’s going to have to take a haircut) sözüne de kulak verebilirlerdi. Bu söz, tüm Amerikalılara, istisnasız acı çektirmeye niyetli bir politikayı ima ediyordu.

Bu işin basit bir “McKinsey’leşme” (yani bir şirketin varlıkları elinden alınıp iflasa sürüklendiği bir süreç) olmayacağını gösteren en büyük işaretlerden biri, Musk’ın dâhil olması. Musk’ın “verimlilik” anlayışı, “yenilikçilik” (innovation) vaadiyle süslense de, Twitter hissedarlarının gayet iyi bildiği üzere, onun müdahaleleri bir şirketi “parlak kapitalist geleceğe” taşımaktan ziyade, kârsız bir geçmişe geri çekiyor. Trump 2.0 programı da benzer şekilde yeni bir altın çağa değil, hastalık kontrolü, ekonomik büyüme ve çevre yönetimi konularında diğer gelişmiş ülkelerin çoktan terkettiği modellere doğru bir geri dönüşe işaret ediyor.

Zaten “Make America Great Again” sloganındaki “again” (yine, yeniden) ifadesi de, vaat edilen “gelecek ütopyasına” ancak bir geriye dönüşle varılabileceğini ima ediyor. Gerek Project 2025, gerek Trump, bütün o “nezaketli” veya “kaba” üsluplarıyla, hep “geri döndürmek”, “geri almak”, “geri sarmak” gibi ifadelere başvuruyor; hedef, Biden ya da Obama döneminde yapılmış tüm politika ve düzenlemeleri söküp atmak. Trump, 2016’da bu işi oldukça acemice ve kaba kuvvetle denemişti. Ancak 2025 itibarıyla bu geri sarma işini, “yapılacak her şeyi yetiştirmesiyle” ve “doğası gereği geleceğe dönük” olduğu varsayılan bir teknoloji oligarkları ekibi yönetiyor gibi görünüyor.

Trump’a destek veren “tekno-iyimser”lerden Marc Andreessen, “gelecek nesillerin yıldızlarda yaşayacağını” öngörüyor. Bu adamlar, ironiden hiç nasibini almamış hâlde, yeni yönetimle içli dışlı olup OpenAI, Palantir ve SpaceX için son derece kârlı devlet ihaleleri kapmaya çalışıyorlar. Oysa teknoloji sektörünün maliyet düşürme sevdası kendi kapısından içeri girince sekteye uğruyor. Sektörün son icadı yapay zekâ, Ford F-150 kamyonetlerin benzin tükettiği gibi elektrik ve su tüketiyor.

MAGA (Make America Great Again), edebiyat kuramcısı Svetlana Boym’un “restoratif nostalji” (restorative nostalgia) dediği kavramın tipik bir örneği; Boym’a göre bu tür bir nostalji kendisini nostalji olarak değil, hakikat ve gelenek olarak sunar. Bu yönetim, “kaçak” saydığı tüm nüfusları ortadan kaldırmak, kadınların bedenleri üzerinde tasarruf haklarını yok etmek ve cinsel azınlıkları ikinci sınıf vatandaşlığa itmek isterken; hedef, sadece 2020’ye ya da 2008’e dönüş değil, en azından Franklin Delano Roosevelt’in Yeni Düzen (New Deal) fikrini ortaya attığı 1932 öncesine gitmek.

Hatta belki daha da eskisine. Kendilerini “mantık ve aklın” savunucusu olarak tanıtan Silikon Vadisi’nin tekno-fütüristleri, aslında hayli irrasyonel bir şekilde çok uzak bir geçmişin saplantısı içinde. Örneğin, mühendis ve PayPal kurucularından Peter Thiel’in müridi olan sağcı blog yazarı Curtis Yarvin, 18. yüzyıl Prusya monarşisine özlem duyuyor. Sonra bir de tekilliğin (singularity) geleceği var: Ray Kurzweil tarafından popülerleştirilen bu kuram, yapay zekânın egemen olacağı bir “geri dönülmez nokta” hayal ederken, bir yandan da dünyanın sonuna dair kadim korkulardan besleniyor. Kişisel düzeyde bile tekillik teorisinin duygusal temeli “iyimserlik” değil, basitçe ölüm korkusu.

Musk’a gelince, pek çok “çevrimiçi” akranı gibi o da Antik Roma’ya takıntılı hâle geldi. Mark Zuckerberg’e “er meydanı”nda karşı çıkma teklifini sunduğunda bile, “yayının yapıldığı kameranın gördüğü her şeyin Antik Roma’daki gibi olacağı, modern hiçbir şeye yer vermeyecekleri” bir sahne hayal etti. Ne var ki, “her gün Roma İmparatorluğu hakkında düşündüğünü” söyleyen biri olarak Roma tarihini pek de bildiği söylenemez; mevcut ideolojisini, yüzeysel bir “Roma sosu” ile tatlandırmaktan öteye gidemiyor. Doğum oranlarının düşüklüğünü öne sürerek, “Roma’nın çöküş nedenini” yanlış şekilde buna bağlayarak “replacement theory” (nüfus ikamesi teorisi) söylemini körüklüyor. Ocak ayındaki Trump yemin töreninde yaptığı “Sieg Heil” selamını ise bir “Roma selamı” diye pazarlamaya çalıştı — antik Romalıların öyle bir selam kullanmadığı gerçeğine rağmen.

Tıpkı 20. yüzyıldaki selefleri gibi, bugünün aşırı sağ hareketi de Antik dünyanın sözde görkemine özlem duyarken, modern teknolojiye tapınmayı sürdürüyor. Weimar dönemi Proto-Nazileri için en hayranlık uyandıran figür, teknik yetkinliğini “Cermen” kimliğiyle bütünleştiren “mühendis” idi — Orta Çağ’a atıfla süslenen bir sahicilik, otantiklik tasviri. 2000’lerden beri ABD’de teknoloji girişimciliğinin yüceltilmesi de benzer bir çizgide ilerliyor. Teknoloji sektörü tekrar tekrar çöküş yaşasa da çocuklara, “faydasız” görülen sanat ve beşerî bilimler yerine mutlaka STEM (Fen, Teknoloji, Mühendislik, Matematik) alanlarını seçmeleri öğütleniyor. Elon Musk ve Steve Jobs gibi teknoloji “mogul”ları ise neredeyse dini bir coşkuyla kutsanıyor. Girişimci olmak, bize sürekli “gerçek Amerikan” olmanın yüce bir ifadesi olarak anlatılıyor.

Bugünün gerici modernizmine inananlar, “yumuşak” veya “dayanıksız” olan her şeyi (“hislerin gerçeklerin önüne geçemeyeceğini” savunan ya da “kar topu” benzetmesiyle “liberallerle alay etmeye” çalışan ifadeler) küçümsüyor ve “geleneksel” veya “otantik” değerleri agresifçe savunuyorlar. “Batı medeniyeti”ne methiyeler diziyor ama mutlak monarşi ya da feodalizm gibi Batı’nın yüzyıllar önce geride bıraktığı toplumsal örgütlenme biçimlerine özeniyorlar. Aydınlanma’yı överken, 18. yüzyıl filozofları David Hume, Voltaire ve Jean-Jacques Rousseau’nun, toplumlara “kralların vazgeçilmez olmadığı” ve hatta “tahttan indirilebilecekleri” fikrini aşılamış olduklarını hiç anmıyorlar.

Trump’ın Silikon Vadisi’ndeki dostlarının “RETVRN” (geri dönüş) olarak adlandırdığı bu kavrayış, ahlaken olduğu kadar entelektüel açıdan da iflas etmiş bir perspektif. Geçmişe dönme çabaları, antik çağın görkemini yeniden kazandırmaya yaramayacağı gibi, “Kanada’yı ilhak edelim” tarzı ilkel emperyalist heveslerin daha da artacağına işaret ediyor. “İdari devletin parçalanması” vaadiyle, zaten kusurlu olan cumhuriyetimizin enkazı üzerine, hukukun üstünlüğü veya seçmenlere hesap verme zorunluluğu olmaksızın yürütülen, gücün doğrudan liderden geldiği bir “modern öncesi” devlet inşa edilmeye çalışılıyor.

Böylesi bir “RETVRN” (geri dönüş) sadece Roma estetiğini veya Antik yaşam tarzlarını yeniden diriltmekle kalmaz, esasen Roma’nın acımasızlığını diriltir. İmmanuel Kant’ın “kategorik buyruğu” ve Fransa’nın “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi”nden önceki bir çağa dönüştür. Gerici modernizmin yeniden canlanması, zararsız bir “siyasi steampunk” fantezisi değil; geleceği, geçmişi tekrar ettirerek gasp etme girişimi — sadece biraz daha gelişmiş “oyuncaklarla.”

Fakat bu dönemin en önemli “geri dönüşü” belki de “doğa durumuna” (state of nature) doğru. Devletin “ötekinin insanlığını tanıması” yolunda attığı zayıf adımları — cılız refah devleti, kamusal eğitime yönelik yatırım, çevre düzenlemeleri, azınlık haklarına asgari saygı gibi adımları — kökünden iptal etmek demek, “herkesin herkesle savaşı” (bellum omnium contra omnes) hâline dönmek demek.

Çeviri: Kemal Büyükyüksel

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu