Siyah Marksistler Irksal Baskıyı Nasıl Anladı?

W. E. B. Du Bois, C. L. R. James ve Frantz Fanon’un da aralarında bulunduğu zengin Siyah Marksist düşünce geleneği, kapitalizmin ırksal baskıdaki merkeziyetini ve bu baskının tüm işçiler için yıkıcılığını vurgulamaktadır.
Bu yazı, Jacobin dergisinden Jonah Birch’in Jeff Goodwin ile yapmış olduğu İngilizce röportajın çevirisidir.
Sosyalistler sıklıkla ırkçılığı görmezden gelmekle ya da küçümsemekle veya sakıncalı bir şekilde sınıfa “indirgemekle” suçlanırlar. Ancak bu yaklaşım, “Siyah Marksizm” olarak bilinen, ırksal baskıya ilişkin zengin bir Marksist kuram birikimini görmezden gelmektedir. W. E. B. Du Bois, C. L. R. James ve Frantz Fanon’u da içeren Siyah Marksist düşünce geleneği, hem kapitalizmin ırksal baskıdaki tarihsel merkeziyetini hem de ırksal baskının siyah işçiler ve tüm işçiler için yıkıcı sonuçlarını vurgulamaktadır. Jacobin yazarı Jonah Birch geçtiğimiz günlerde, devrimler ve toplumsal hareketler uzmanı olan ve Catalyst için Du Bois ve Siyah Marksist gelenek hakkında yazılar kaleme alan New York Üniversitesi profesörü Jeff Goodwin ile bir araya gelerek Siyah Marksist entelektüellerin toplumsal ve siyasi düşünceye kalıcı entelektüel katkıları hakkında konuştu. İkilinin tartışması, kapitalizmin ırksal baskıdaki merkez rolü, Siyah Marksist düşüncenin heterojenliği ve bu teorik geleneğin günümüzde de yaşamaya devam etmesi gibi konuları içeriyordu.
Jonah Birch: Kısa süre önce Catalyst’te Siyah Marksizm’i övgüyle anlatan bir yazı yazdınız. “Siyah Marksizm” ile tam olarak neyi kastediyorsunuz?
Jeff Goodwin: Bu terim, sömürgecilik de dahil olmak üzere hem ırksal baskıyı hem de sınıf sömürüsünü anlamak ve dolayısıyla ortadan kaldırmak için Marksist teoriden yararlanan Afrikalı, Afro-Amerikalı ve Afro-Karayipli yazarları, örgütleyicileri ve devrimcileri ifade etmektedir. Yani Marksizm içindeki teorik ve siyasi bir eğilimi ifade eder. Bu anlayış Marksist feminizme benzemektedir. Zira Marksist feminizm toplumsal cinsiyet baskısını anlamak için doğal olarak Marksist teoriden yararlanır.
İnsanlar bazen Marksizm’de bir “ırk sorunu” bulunduğunu, yani Marksistlerin ırkı ciddiye almadıklarını söylerler. Fakat dürüst olmak gerekirse ister liberalizm ister siyah milliyetçiliği veya kritik ırk teorisi olsun, ırksal baskı konusunda Marksizm’den daha fazla içgörü sunan bir teori veya siyasi gelenek düşünemiyorum. Her ne kadar Rosa Luxemburg ve Vladimir Lenin gibi klasik Marksistlerin çalışmalarında ve Karl Marx’ın kendi çalışmalarında ırksal baskı ve sömürgeciliğe karşı düşmanlık bulsanız da bu düşüncem büyük oranda Siyah Marksist gelenekten kaynaklanıyor. Fakat sol görüşlüler de dahil olmak üzere pek çok kişi bu teori ve pratik geleneğinden habersizdir.
Jonah Birch: Siyah Marksizm’in temel prensipleri sizce nelerdir?
Jeff Goodwin: Siyah Marksizm homojen değildir, ancak esas fikir kapitalizmin tarihsel olarak modern çağda ırksal baskının temel dayanağı olduğudur. Irksal baskıdan kastım, Afrikalı ve siyah halklar üzerindeki siyasi, hukuki ve sosyal tahakküm ya da kontroldür.
Kapitalizmin ırksal baskının ana direği ya da temeli olduğunu söylemek ne anlama geliyor? Siyah Marksistler, ırksal baskının temel nedenleri olarak kapitalizmin iki temel özelliğine, bir yanda kapitalistlerin durmaksızın ucuz işgücü ve kaynak arayışına, diğer yanda işçilerin iş bulmak için sergiledikleri rekabete işaret etmektedirler. Siyah Marksistlere göre ırksal baskı, kapitalizm tarafından üretiliyor ve güdüleniyor olsa da sınıf sömürüsüyle aynı şey olmadığı açıktır. Aksine, siyah işçilerin ve dolayısıyla tüm işçilerin sömürülmesini kolaylaştırır.
Ve ırkçılığın modern haliyle kapitalizmin bir ürünü olduğunu söylemek, onun korkunç sonuçlarını hiçbir şekilde küçümsemek anlamına gelmez. Bilakis tam tersi. Siyah Marksistler, modern çağda siyah halkların siyasi ve sosyal tahakkümün yanı sıra bu tahakkümün mümkün kıldığı aşırı ekonomik sömürü biçimleriyle nasıl karşı karşıya kaldıklarını vurgularlar. Siyah halklara yönelik siyasi baskı başlı başına korkunçtur ve ayrıca emek sömürüsünün, özellikle de vahşi biçimlerini mümkün kılmaktadır.
Daha net olmak gerekirse, kapitalizmin doğasında var olan bir özellik, kapitalistlerin durmaksızın ucuz işgücü ve kaynak arayışıdır. Bu dürtü, kapitalistlerin birbirleriyle rekabet etmelerinden ve dolayısıyla sürekli olarak üretim maliyetlerini düşürmenin yollarını arıyor olmalarından kaynaklanmaktadır. Emeği ucuz ve uysal tutmanın bir yolu da işçileri siyasi olarak baskı altına almaktır; onlara hükmetmek, kontrol etmek ve böylece örgütlenmelerini ve etkili bir şekilde direnmelerini engellemektir. Kapitalistler tüm işçileri ezmeyi tercih edebilirler, ancak ikinci en iyi seçenek işçi sınıfının önemli bir bölümüne, belki kadınlara, belki göçmenlere, belki de siyah işçilere hükmetmektir.
Siyah Marksistler, siyah halkların kapitalistler, hükümet ve polis tarafından korkunç bir şekilde ezildiğini, bunun da kendi başına bir hedef olmadığını ya da sadece ırksal art niyetten kaynaklanmadığını söylüyorlar. Büyük ölçekli ırksal tahakküm ve eşitsizliğin var olduğu yerlerde, amaç genellikle siyah emeğin sömürülmesini ve kontrol edilmesini kolaylaştırmaktır. Plantasyon köleliğini, ortakçılığı ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki düşük ücretli ve güvencesiz çalışmayı düşünün. Birçok durumda, ırksal tahakkümün ardındaki motivasyon, belirli ırksal gruplar tarafından kontrol edilen toprak ve kaynaklara el koyulmasını da içerir. Sömürgecilik, açıkça bu tür bir mülksüzleştirmeyi gerektirir ve kapitalistlerin ucuz işgücünün yanı sıra ucuz kaynaklar için bitmek bilmeyen arayışları tarafından yönlendirilir.
Irkçı baskılar genellikle beyaz işçiler tarafından da desteklenmekte ve yürütülmektedir. İşte bu noktada, kapitalizmin bir diğer temel özelliği olan işçilerin iş bulmak için rekabeti önem kazanmaktadır. Ancak Siyah Marksistler için büyük ölçekli ırksal baskı ve eşitsizlik sistemlerinin genellikle güçlü egemen sınıfların kontrol ettikleri ya da egemen oldukları devletlerle bağlantılı projeler olduğunu, bu sınıfların Afrikalı ve siyah halkların emeğini ucuzlatmak ve sömürmek ya da sahip oldukları kaynakları ele geçirmek konusunda maddi çıkarları olduğunu vurgulamama izin verin. Irkçı baskı, özellikle güçlü yönetici sınıflar ve devletler bu baskıdan maddi çıkar sağladığında acımasız ve kalıcıdır.
Dolayısıyla, bireysel ırkçılık eylemlerinin ardındaki motivasyonlar karmaşıktır ve her zaman tam olarak bu terimlerle açıklanamaz. Ancak şu ya da bu bireyin kişiler arası davranışını açıklamak Siyah Marksizm’in konusu değildir. Daha önce de söylediğim gibi, büyük ölçekli ırksal tahakküm kurumlarının arkasındaki ana itici gücü bulmaya çalışmaktadır ve iddiası, emek sömürüsünün, yani sınıf sömürüsünün genellikle bu itici güç olduğudur. Kurumsallaşmış ırkçılık kişiler arası ırkçılıktan oldukça farklıdır.
Jonah Birch: Siyah halklardan çoğul olarak bahsettiğinizi fark ettim. Bunun, Afrika içinde veya Afrika’dan sömürgeleştirilen yahut köleleştirilen ve Yeni Dünya’ya getirilen kültürel ve etnik grupların heterojenliğini vurgulamak için olduğunu varsayıyorum.

Jeff Goodwin: Evet, kesinlikle ve genel olarak sömürgeleştirilmiş halkların heterojenliği. W. E. B. Du Bois bir yerlerde, sanırım Renk ve Demokrasi (Color and Democracy)’de, sömürgeleştirilmiş halkların muazzam derecede farklı tarihlere, kültürlere ve fiziksel özelliklere sahip olduğunu yazıyor. Onları birleştiren şey ırk ya da ten rengi değil, kapitalist sömürünün getirdiği yoksulluktur. Du Bois, ırklarının sömürülmeleri için görünürdeki neden -ya da gerekçe- olduğunu, ancak asıl nedenin siyah ya da beyaz ucuz işgücünden kâr elde etmek olduğunu söylüyor. Siyah işçilerin ezilmesinin kaçınılmaz olarak beyaz emeğini de ucuzlattığını vurgulamıştır.
Jonah Birch: Irkçı ideoloji bu hesaba nasıl uyuyor?
Jeff Goodwin: Irkçı ideoloji ya da beyaz üstünlükçü ideoloji yani kültürel anlamda ırkçılık, genellikle egemen sınıflar ve devlet kurumları tarafından ırksal baskı ve eşitsizliği meşrulaştırmanın ve makulleştirmenin bir yolu olarak geliştirilir, yaygınlaştırılır ve kurumsallaştırılır. Irksal düşmanlık ya da nefret, ırksal baskının birincil motivasyonu değildir; siyah emeğin sömürülmesiyle elde edilen zenginlik ya da kâr temel motivasyondur, ancak ırkçılık bu baskıyı meşrulaştırır ve sürekliliğinin bir nedeni haline gelir.
Bu arada bu durum, bazı ırkçı ve üstünlükçü kavramların kapitalizmden çok daha öncesine dayanmadığı anlamına gelmiyor. Ancak bunların kapsamı ve etkisi, güçlü kapitalistlerin ve devletlerin maddi çıkarlarına bağlanana kadar sınırlı kalmıştır; bu noktada ırkçı fikirler sistematikleşir ve kurumsallaşır, böylece kendi başlarına somut bir güç haline gelirler. Dolayısıyla ırk, siyah emeğin sömürülmesini başka bir şekilde mümkün olabileceğinden daha kolay ve yoğun hale getiren siyasi ve sosyal baskının hem sosyal ölçütü hem de ahlaki gerekçesi haline gelebilir. Dahası da var. Bahsettiğim gibi, ırksal olarak baskı altında olmayan işçiler, yine de kendi emeklerinin ucuzladığını ve siyah işçilerin ezilmesiyle yaratılan ırksal bölünme nedeniyle potansiyel kolektif güçlerinin azaldığını görüyorlar. O halde Siyah Marksistler için ırkçılık, Marksizm’in bir “ırk sorunu” olduğu fikrine rağmen, kendi başına olağanüstü derecede önemlidir. Siyah Marksistler hiçbir şekilde “sınıf indirgemecisi” değildir.
Ezilen siyah işçilerin sorunlarının tüm işçilerin karşı karşıya olduğu sorunlardan farklı olmadığını iddia eden “bayağı” ya da basit görüşlü Marksistler ve sosyalistler olmuştur. Bu bariz bir şekilde yanlıştır. Tarihsel olarak, beyaz işçiler kimi zaman oldukça acımasız biçimde sömürülmüşlerdir, ancak Amerika Birleşik Devletleri’nde hiçbir zaman siyah işçilerin karşılaştığı siyasi, yasal ve sosyal baskıya benzer bir durumla karşılaşmamışlardır.
Büyük Amerikan sosyalisti Eugene V. Debs bir keresinde “zencilere sunacak özel bir şeyimiz yok” demişti, yani Sosyalist Parti’nin beyaz işçilere sunduğu sınıf politikasından başka bir şey yoktu. Ancak William Jones’un da gösterdiği gibi, bu nükte bağlamından koparılmıştır. Gerçekte Debs ırkçılığın amansız bir düşmanıydı ve ırkçılığı görmezden gelen ya da sınıf mücadelesinin ırkçı yasa ve kurumları ele alma ihtiyacını “ortadan kaldırdığını” düşünen sosyalistleri eleştiriyordu.Debs’e göre ırkçılık sınıf dayanışmasının önünde bir engeldi ve bu nedenle tüm işçiler buna karşı mücadele etmeliydi. Paul Heideman’ın derlediği Sınıf Mücadelesi ve Renk Çizgisi (Class Struggle and the Color Line), Debs de dahil olmak üzere, beyaz işçiler arasında ve daha geniş toplumda ırkçılıkla yüzleşmenin ve ırkçılığı yok etmenin derin önemini kavramış siyah ve beyaz birçok Amerikalı sosyalist ve komünistin yazılarını içeriyor.
Bugün çoğu Marksistin, biraz da Siyah Marksistlerin çalışmaları sayesinde, ırksal baskının çeşitli kurum, yasa ve normlarının siyah emeğin sömürülmesinden farklı ve en az onun kadar kötü olduğunu, hatta bu sömürüyü hızlandırdığını anladığını söylemek yanlış olmaz. Irkçı pratikler işyerlerine nüfuz eder, “üretim noktasında” işlerler, ancak aynı zamanda bir bütün olarak topluma yayılırlar ve hükümetler ile yurttaşları arasındaki ilişkileri şekillendirirler. Bu ırkçı kurumlar, yasalar ve uygulamalara karşı verilen mücadele, sınıf sömürüsüne karşı verilen mücadeleyle birlikte yürütülmelidir.
Jonah Birch: Biraz önce Siyah Marksistlerin kapitalist toplumlarda işçilerin iş bulma rekabetini ırkçılıkla bağlantılı gördüklerinden bahsettiniz. Bu konuda biraz daha bilgi verebilir misiniz?
Jeff Goodwin: Bazı Siyah Marksistler, ırkçılıkları kapitalistlerinkinden farklı olsa da beyaz işçilerin de şiddet içeren ırkçılık yapabileceğini vurgulamaktadır. Aslında Siyah Marksizm’in önemli bir içgörüsü, ırkçılığın tek parça olmadığı, farklı ekonomik ve siyasi bağlamlarda farklı sınıfsal biçimler aldığıdır. Beyaz işçiler için ırkçılık, genellikle siyah işçilerin, belirli etnik grupların ya da göçmenlerin, daha düşük ücretlerle çalışmaya razı oldukları, düşük ücretlerle çalışmaya zorlandıkları ya da hiç ücret almadıkları için işlerini ellerinden alacakları yahut gelirlerini düşürecekleri korkusundan kaynaklanmaktadır.
Kapitalistler, doğal olarak, bu korkuyu tetiklemeye çalışırlar. Bu korku nedeniyle, beyaz işçilerin siyahları (ve bazı beyaz etnik grupları) genellikle şiddet kullanarak, daha iyi ücretli işlerden ya da tüm sektörlerden ve sendikalardan dışlamaya çalıştığını görürsünüz. Sonuç, bölünmüş işgücü piyasası olarak adlandırılan ve siyah işçilerin daha düşük ücretli işlere yönlendirildiği, hatta bazı bağlamlarda işgücü piyasasından tamamen dışlandığı bir durumdur. Aynı şekilde, ırkçı veya üstünlükçü inançlar da bu dışlama ve şiddeti meşrulaştırmanın bir aracı haline gelmektedir. “Bölünmüş işgücü piyasası” teriminin 1970’lerde Marksist bir sosyolog olan Edna Bonacich tarafından geliştirildiğini belirtmeliyim, ancak temel fikir en azından Du Bois’ya kadar uzanmaktadır.
Unutulmamalıdır ki, işçilerin işe alma ve işten çıkarma yetkisi yoktur, bunu kapitalistler yapar. Dolayısıyla, bölünmüş işgücü piyasaları yalnızca kapitalistlerin ırkçı işçilerin taleplerini kabul etmekte çıkarı olduğunda ortaya çıkar. Ancak kapitalistler, bazen işçilerin siyah işçileri belirli mesleklerden ya da sektörlerden dışlama taleplerine karşı koyarlar ki bu da özellikle vasıflı işçi kıtlığı ya da grevlerin yarattığı işgücü kıtlığı gibi durumlarda söz konusudur. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki kapitalistler, grevci beyaz işçilerin yerine siyah grev kırıcıları kullanmakla ünlüydü; bu hem grevleri baltalayan hem de tipik olarak beyaz işçilerin ırksal düşmanlıklarını alevlendiren ve işçi sınıfı içindeki ırksal bölünmeyi pekiştiren bir hareketti.
Marksistler elbette işçi sınıfı ırkçılığını kaçınılmaz olarak görmezler. Örgütlenme ve kapitalistlere karşı yürütülecek sınıf mücadelesi yoluyla, beyaz işçilerin geniş, çok ırklı bir sınıf dayanışmasına duyulan ihtiyacı ve iyi ücretli işlerin azlığının sorumlusunun hayatta kalma mücadelesi veren diğer işçiler değil, kapitalizm olduğunu anlayabileceklerine inanıyorlar.
Bu perspektifin siyasi çıkarımı, sınıf mücadelelerinin hem üretim noktasında hem de daha geniş anlamda sivil toplumda herhangi bir siyah kurtuluş veya dekolonizasyon stratejisinin ayrılmaz bir parçası olacağı ve olması gerektiğidir. Eğer Siyah Marksistlerin öne sürdüğü gibi siyah emeğin sömürülmesi ve eş zamanlı olarak siyah emeğin daha iyi ücretli işlerden dışlanması ırksal baskının ekonomik temelini oluşturuyorsa, o zaman bu temel tamamen yok edilmese bile zayıflatılmalıdır. Dahası, siyah işçiler ırksal baskıya ve sınıf sömürüsüne karşı mücadelelerinde, ırkçılık bu tür bir dayanışmayı engellemeyi vaat etse bile başarıya ulaşmak için diğer ırk gruplarından işçilerle mümkün olan en geniş dayanışmaya ihtiyaç duyacaklardır. Dolayısıyla bu ırkçılıkla her fırsatta mücadele etmek gerekir. Elbette sınıf dayanışması, Amerika Birleşik Devletleri’nde olduğu gibi, ırksal olarak ezilen işçilerin azınlıkta olduğu yerlerde özellikle önemlidir.
Jonah Birch: Du Bois’dan bahsettiniz, peki Siyah Marksist geleneğin diğer kilit isimleri kimler? Tartıştığınız fikirlerin mimarları kimler?
Jeff Goodwin: Bu gelenek inanılmaz derecede etkileyici bir grup insanı içermektedir. Siyah Marksistlerin kısa bir listesi Du Bois’ ya ek olarak C. L. R. James, Harry Haywood, Claudia Jones, Oliver Cromwell Cox, Aimé Césaire, Frantz Fanon, Walter Rodney, Claude Ake, Neville Alexander, Manning Marable ve Stuart Hall’u içermektedir. Paul Robeson bu eğilime ve özellikle Du Bois’ya çok yakındı. Malcolm X’in öldürülmeden bir yıl önce bu geleneğe doğru ilerlediği anlaşılıyor. Kwame Nkrumah, Amílcar Cabral, Agostinho Neto ve Eduardo Mondlane gibi Afrikalı devrimcileri de bu gelenek içinde sayabiliriz. Huey Newton, Fred Hampton ve Stokely Carmichael (Kwame Ture) dahil olmak üzere önde gelen Kara Panterler (Black Panthers) ve bazı Siyah Güç (Black Power) savunucuları da bu geleneğe mensuptur. Hem Martin Luther King Jr’ın arkadaşı hem de Panterlerin hayranı olan James Baldwin de 1970’lerin başında aynı geleneğe yakındı. Sokakta İsim Yok (No Name in the Street) adlı kitabını okuyabilirsiniz. Irksal tahakküm sorununu ele alan başka hiçbir teorik ya da siyasi gelenek böylesine parlak bir yazar, entelektüel ve devrimci kadrosuna sahip değildir.
Jonah Birch: W. E. B. Du Bois’nın Marksist olup olmadığı konusunda bir tartışma var, değil mi?
Jeff Goodwin: Aslında yakın zamana kadar ortada bir tartışma yoktu. Herkes, en azından soldaki herkes, Du Bois’nın altmış beş yaşındayken büyük eseri Amerika’da Siyahların Yeniden İnşası’nı (Black Reconstruction in America) ve sonraki radikal eserlerini yazmadan önce Marksist bir sosyalist olduğunu anlamıştı, her ne kadar daha önceki çalışmalarında Marksizm ve sosyalizmin izleri kesinlikle bulunsa da. Du Bois’nın Marksizmden esinlendiği ölümünden sonra yayımlanan otobiyografisinde açıkça görülmektedir. Du Bois sonunda komünist hareketin bir yolcusu oldu, aslında sadık bir Stalinistti ve 1961’de, doksan üç yaşındayken, Komünist Parti’ye ya da McCarthyciliğin ardından ondan geriye kalanlara katıldı.
Son zamanlarda bir grup liberal sosyolog tüm bunları şiddetle reddetti ya da küçümsedi ve “Du Bois sosyolojisi” adını verdikleri, Marksizm’in tüm izlerini sildikleri bir şey uydurdular, deyim yerindeyse gerçek bir aklama yaptılar. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, bu grup Marksizm’i “sınıf indirgemeciliği” ile eş tutmaktadır. İlgilenenler Catalyst’te benimle bu sahte “Du Bois’cı”lardan biri arasında geçen bir konuşmayı okuyabilirler. Siyah Marksizm savunmamı hem sonraki Du Bois hem de Siyah Marksist gelenek hakkında derin bir cehalete dayanan bu inkârcılığa bir yanıt olarak yazdım.
Jonah Birch: Irk ve etnisite meseleleri birçok ırktan ve milletten çok çeşitli Marksistler tarafından ele alınmadı mı?
Jeff Goodwin: Kesinlikle. Siyah Marksizm, Marksizm içinde ırksal tahakkümün yanı sıra sömürgecilik de dahil olmak üzere etnik ve ulusal baskıyı anlamaya çalışan daha geniş birçok ırklı ve çok uluslu geleneğin sadece bir parçası, ancak bence en ilginç parçasıdır. Bu daha geniş gelenek Luxemburg ve Lenin gibi klasik Marksistlerin yanı sıra Latin Amerika’daki “Kızılderili sorunu” hakkında yazan Perulu Marksist José Carlos Mariátegui ve Japon ekonomist Kamekichi Takahashi’yi de içermektedir. M. N. Roy’dan A. Sivanandan’a kadar birçok Güney Asya kökenli insan da bu listede yer almaktadır. Ayrıca, tahmin edebileceğiniz gibi, Avrupa ırkçılığı hakkında söyleyecek ilginç sözleri olan Ho Chi Minh de yer almaktadır.
Bu gelenek aynı zamanda Avustromarksist Otto Bauer, Amerika Birleşik Devletleri’nde ırk üzerine yazan Max Shachtman ve Du Bois’nın arkadaşı ve edebi vasisi olan ve Amerikan köle isyanları üzerine büyük bir kitap yazan Herbert Aptheker gibi beyaz Avrupalı ve Kuzey Amerikalı figürleri de içermektedir. Bu gelenek Eric Hobsbawm, Theodore Allen ve ulusun “hayali bir cemaat” olduğu fikriyle ünlenen Benedict Anderson gibi ırk ve etnisite için de geçerli olan daha yeni figürleri de içermektedir. Ayrıca Martin Legassick ve Harold Wolpe gibi apartheid karşıtı mücadelede yer alan beyaz Güney Afrikalıları da içermektedir.

Jonah Birch: Siyah Marksist gelenek hâlâ yaşıyor mu?
Jeff Goodwin: Hem de fazlasıyla! Columbia’lı tarihçi Barbara Fields, Adolph Reed ve oğlu Touré Reed, Kenneth Warren, Zine Magubane, Cedric Johnson, August Nimtz, Preston Smith ve kendini “Afro-Analitik Marksist” olarak tanımlayan Harvard’lı filozof Tommie Shelby gibi bir dizi ilginç ve önemli yazar hemen akla geliyor. Üstelik bunlar sadece Amerika Birleşik Devletleri’ndeki isimler.
Jonah Birch: Peki ya 1983 yılında Siyah Marksizm adında ünlü bir kitap yazan Cedric Robinson’a ne demeli? “Siyah Marksizm” terimi onun tarafından popülerleştirilmemiş miydi?
Jeff Goodwin: Sadece onun tarafından olmasa da ironik bir şekilde öyleydi. “İronik olarak” diyorum çünkü Robinson Marksizm’in sert bir muhalifiydi. Marksizm’in, bir bütün olarak “Batı” kültürü gibi, ırkçılığa karşı kör olduğunu ve aslında örtük ve çoğu zaman açık bir şekilde ırkçı olduğunu ve sınıflandırmalarının Avrupa dışı toplumlara uygulanamaz olduğunu düşünüyordu. Bahsettiğim “Du Bois’cı” sosyologlar gibi Robinson için de tek bir tür Marksizm vardır: bayağı, sınıf indirgemeci bir Marksizm.
Ancak Robinson Siyah Marksizm adında bir kitap yazdığı için, sanırım pek çok insan kendisinin Marksist ya da Marksizm yanlısı olması gerektiğini varsayıyor. Ancak hiçbir şey gerçeklerden daha öte olamaz. Görünüşe göre Robinson kitabına Siyah Marksizm adını vermek bile istememiş, ancak yayıncısının bu başlıkla daha çok satacağını düşündüğüne inanıyorum.
Siyah Marksizm kitabının, gerçek Siyah Marksistlerin düşüncelerinin, özellikle Du Bois ve C. L. R. James’in fikirlerinin berbat bir şekilde yorumlanması da dahil olmak üzere birçok kusuru vardır. Robinson’ın Du Bois’yı sözde bir Marksizm eleştirmeni olarak görmesi, Du Bois’nın çalışmalarının kısaltılmış bir okumasına ve özellikle Amerika’daki Siyah Yeniden Yapılanması’nın derin bir yanlış okumasına dayanmaktadır. Du Bois’ yı ele alışı “Du Bois’cı” sosyologlarınkine benzemektedir. Robinson, hiçbir kanıta dayanmadan Du Bois ve James’in Marksizm’i terk ettiklerini ve bu sayede kendisinin “siyah radikal gelenek” olarak adlandırdığı şeyi keşfettiklerini iddia etmektedir. Ancak bu tamamen kurgudur. Ne Du Bois ne de James Marksizm’i terk etmiştir. Du Bois’nın Marksizm’e ve komünist harekete olan bağlılığı, Nikita Khrushchev’in 1956’da Joseph Stalin’in suçlarını ifşa eden ünlü konuşmasından ve aynı yıl Sovyetlerin Macaristan’ı işgalinden sonra bile zaman içinde daha da derinleşti. Bahsettiğim gibi, Komünist Parti’ye hayatının çok geç bir döneminde, ölümünden sadece birkaç yıl önce katıldı. Marksizm’den vazgeçtiği iddia edilen biri için bu oldukça tuhaf bir durumdur.
Jonah Birch: “Siyah radikal gelenek,” bugünlerde bu ifadeyi çok sık duyuyoruz. Bu terim ne anlama geliyor ve Siyah Marksizm ile nasıl bir ilişkisi var?
Jeff Goodwin: Kime sorduğunuza bağlı! Robinson’un Siyah Marksizm kitabının alt başlığı “Siyah Radikal Geleneğin Oluşumu” (The Making of the Black Radical Tradition). Bunu ilk gördüğümde, Siyah Marksizm’i bu siyah radikal gelenekle eşitlediğini ya da en azından Siyah Marksistlerin siyah radikal geleneğin bir parçası olduğunu öne sürdüğünü düşündüm. Bu da gayet mantıklı. Ancak Robinson’a göre bu ikisi arasında hiçbir bağlantı yoktur. Marksizm özünde ve sonsuza dek Avrupalı ve ırkçıdır; siyah radikal gelenek ise özünde ve sonsuza dek pan-Afrikan ve ırkçılık karşıtıdır. Dolayısıyla Robinson, Marksizm’in ırkçılık karşıtlarına sunabileceği hiçbir şey olmadığı konusunda ısrarcıdır. Marksizm iflah olmaz bir şekilde ırkçı olan Batı kültürünün bir parçasıysa, bu nasıl olabilir?
Gerçek dünyada siyah entelektüeller ve devrimciler ırkçılığı, emperyalizmi ve sömürgeciliği daha iyi anlamak için elbette Marksizm’den yararlanmışlardır. Bu tanım Du Bois ve James’i mükemmel bir şekilde tarif etmektedir. Sözünü ettiğim diğer Siyah Marksistler gibi onlar da bu terimin her türlü geçerli anlamında siyah radikal geleneğin merkezinde yer alırlar. Bu geleneğe, kapitalizmin ırksal baskı ve eşitsizliğe nasıl dahil olduğunu gören ve vurgulayan, bu nedenle devrimci olmasa da anti-kapitalist olan Marksist olmayanları da dahil ediyorum. Aklımda A. Philip Randolph, Chandler Owen, Eric Williams (C. L. R. James’in öğrencisi), Bayard Rustin, Ella Baker ve elbette Martin Luther King Jr. gibi çeşitli sosyal demokrat ve Hıristiyan sosyalist figürler var. 1960 yılında Şiddetsiz Öğrenci Koordinasyon Komitesi’nin (SNCC) kurulmasına yardımcı olan Baker, aslında Marksistlere oldukça yakındı. Her halükârda, tüm bu insanlar siyah radikal gelenek içinde bir yeri kesinlikle hak etmektedir.
Jonah Birch: Yani siyah radikalleri diğer ırkçılık karşıtlarından, liberal ırkçılık karşıtlarından ve siyah milliyetçilerden ayıran şeyin kapitalizm karşıtlığı olduğunu mu söylüyorsunuz?
Jeff Goodwin: Evet, temel ayırt edici kriter anti-kapitalizmdir. Siyah radikal geleneği aynı anda hem ırkçılık karşıtı hem de anti-kapitalist olarak anlamalıyız. Radikaller bu ikisinin bir arada olması gerektiğini düşünüyor. Eğer kapitalizme ilkesel olarak karşı değilseniz, bu dünyada kendinize nasıl radikal diyebileceğinizi anlamıyorum. Bu nedenle, tüm siyah milliyetçileri ve sömürgecilik karşıtları olmasa da bazılarını siyah radikal geleneğe dahil ediyorum. Ancak sözde siyah kapitalizm de dahil olmak üzere kapitalizmi destekleyen milliyetçiler, mecburen sömürü ve eşitsizliği desteklemektedir. Bunda radikal bir şey yok. Bu, Frantz Fanon’un Yeryüzünün Lanetlileri’ndeki temel tezidir. Siyah burjuvaziye, ya da kendi deyimiyle ulusal burjuvaziye karşı tetikte olun, diye uyarıyordu. Robinson’un aksine, ırkçılık ve sömürgecilik karşıtlığının tek başına sizi radikal yapacağını düşünmüyorum. Açıkçası pek çok elitist, otoriter, ırkçı ve sömürgeci karşıtı milliyetçi var.
Jonah Birch: Martin Luther King Jr’ı da siyah radikal geleneğin içine yerleştirir misiniz?
Jeff Goodwin: Kesinlikle. Hayatının son yıllarında kapitalizme olan düşmanlığı ve demokratik sosyalizme olan desteği konusunda giderek daha açık hale geldi. Aldığı eğitim onu pek çok Hristiyan sosyalistle ve onların yazılarıyla temasa geçirmişti. King’in doktora tezi iki solcu teologu, Paul Tillich ve Henry Nelson Wieman’ı tartışmaktadır. Matt Nichter yakın zamanda King’in Güney Hıristiyan Liderlik Konferansı (SCLC)’nı destekleyen ya da bu konferans için çalışan çok sayıda sosyalist, komünist ve eski komünist hakkında yazmıştır. King aynı zamanda işçi hareketini de güçlü bir şekilde destekledi ve ülkedeki en radikal sendikalar onun arkasında durdu. King suikasta uğradığında Memphis’teki temizlik işçilerinin grevini destekliyordu.
Bu arka plan göz önünde bulundurulduğunda, King hiçbir zaman kızıl yaftalamaya tevessül etmedi ve aslında liberal anti-komünistlere şüpheyle baktı. Komünistlerin sivil haklar hareketini nasıl desteklediklerini memnuniyetle karşıladı. Son büyük konuşmalarından biri, doğumunun yüzüncü yıldönümünde Du Bois’ya övgü niteliğindeydi. Du Bois’nın komünist siyasetini inkâr edenleri ya da küçümseyenleri azarladı zira bunların sadece sosyalizm ve komünizm hakkındaki olumsuz klişeleri güçlendirmeye yaradığını düşünüyordu.
Doğrusu King’in Amerikan tarihindeki en büyük sosyalistlerden biri olarak kabul edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu arada King, yoksulluğa karşı verdiği zorlu mücadelede herkes için güvenceli bir geliri destekledi ve bu gelirin yoksulluk sınırında değil, ülkenin ortalama gelir düzeyinde belirlenmesini istedi. Bunun pratikte mantıklı olduğundan emin değilim, zira ortalama gelirden daha az kazanan insanlar muhtemelen işlerini bırakıp güvenceli geliri kabul edeceklerdir! Ancak bu öneri King’in sadece yoksulluğa değil, insanları sadece hayatta kalmak için değil, gelişmek için ihtiyaç duydukları maddi kaynaklardan mahrum bırakan her türlü ekonomik sisteme duyduğu nefreti açıkça yansıtmaktadır.
Jonah Birch: Çağdaş Siyah Marksistler “ırk indirgemeciliği” olarak adlandırdıkları şeye karşı özellikle eleştirel görünüyorlar. Irk indirgemeciliği tam olarak nedir?
Jeff Goodwin: Bu ifade muhtemelen en iyi Touré Reed’in 2020 tarihli kitabı, Özgürlüğe Doğru: Irk İndirgemeciliğine Karşı Dava (Toward Freedom: The Case Against Race Reductionism)’dan bilinmektedir. Oysa ki bu ifadeyi başkaları da kullanmıştır. Sınıfı ırkçılıktan ayırma, ırkçılığı özellikle emek sömürüsünden kopuk olarak görme yönündeki liberal eğilime dayanıyor. Bu yaklaşım, emek sömürüsünü ve daha iyi ücretli işlerden sistematik olarak dışlanmayı ırksal baskının merkezinde gören Siyah Marksizmin ana ilkelerinden biriyle taban tabana zıttır. Liberaller genellikle ırkçılığı sınıftan ayırır ve ardından ırkçılığı genel, soyut bir anlamda, irrasyonel önyargı olarak, ırksal baskıya bir açıklama olarak kullanırlar. Bu idealist bir argümandır; bir fikir olarak ırkçılık siyah halkların ezilmesine neden olmaktadır. Sınıf indirgemeciliği ki gördüğümüz gibi Siyah Marksistler bunu şiddetle reddediyor, bize ırksal tahakkümü unutmamızı tavsiye ediyorsa, ırk indirgemecileri de bize sınıfsal ayrışmaları ve sınıfsal sömürüyü unutmamızı tavsiye ediyor. Dolayısıyla elbette Siyah Marksistler ve siyah radikaller bu teorik hamleye karşıdır.
Başka bir deyişle, ırk kavramı, bir ırk grubu içindeki sınıfsal bölünmeleri ve sömürüyü, aynı zamanda ırk gruplarını kesen ve sınıf dayanışması için potansiyel bir temel olan ortak sınıf çıkarlarını gizlediğinde indirgemeci ve ideolojik hale gelir. Benzer şekilde, ırkçılığın veya ırkçı fikirlerin bir açıklama olarak kullanılması, ırkçılığın sınıf çıkarlarından koparılması halinde indirgemeci hale gelir.
Önemli bir Siyah Marksist sosyolog olan Oliver Cromwell Cox bir yerde, eğer inançlar tek başına bir ırkı baskı altına alabilseydi, o zaman siyahların beyazlar ile ilgili inançlarının, beyazların siyahlar ile ilgili inançları kadar güçlü olması gerektiğini söyler. Ancak bu sadece sınıf ve devlet gücünü unutursanız doğrudur. Yine benzer bir şekilde, Stokely Carmichael (Kwame Ture) bir keresinde eğer beyaz bir adam onu linç etmek istiyorsa, bunun beyaz adamın sorunu olduğunu söylemişti. Ancak beyaz adam onu linç etme gücüne sahipse, ancak o zaman bu Carmichael’in sorunu haline gelir. Cox ve Carmichael sadece aşikâr olanı söylüyorlar: güçten kopuk fikirler iktidarsızdır. Tüm bunlar ırk ve ırkçılığın hiçbir zaman önemli olmadığı anlamına gelmiyor. Elbette değil. Irkçılık, tam da güçlü sınıfların ve devletlerin maddi çıkarlarıyla bağlantılı olduğunda çok etkili ve kalıcı olabilir. Bu, Siyah Marksizm’in temel ilkelerinden biridir.
Jonah Birch: Son olarak size “ırksal kapitalizm” kavramını sormak istiyorum. Bugünlerde solda sıkça duyduğumuz bir başka ifade de bu. Bu Siyah Marksistlerin geliştirdiği bir kavram mı? Peki tam olarak ne anlama geliyor?
Jeff Goodwin: Bu terimi Marksistler geliştirdi, ancak bu ifadeyi tanımlamak için çok fazla mürekkep harcandığını söyleyerek başlayayım. Kendilerinden çok şey öğrendiğimiz büyük Siyah Marksistlerin hiçbiri bu ifadeyi kullanmadı. Ne Du Bois ne James, ne Cox ne Fanon, ne Rodney ne Hall, ne Nkrumah ne de Cabral. Dolayısıyla, bu terimi kullanmadan da ırk, sınıf, kapitalizm ve baskı hakkında konuşmak, hem de derinlemesine konuşmak mümkün. Sadece “ırk” ve “kapitalizm” kelimelerini bir araya getirmek, kapitalizm ve ırkçılık arasındaki ilişkiyi anladığınızı sihirli bir şekilde garantilemez. Elbette buna dikkat çeken ilk kişi ben sayılmam.
Aslında “ırksal kapitalizm” ifadesi ilk olarak Güney Afrika’da apartheid döneminde Marksistler tarafından geliştirilmiştir. Marcel Paret ve Zach Levenson adlı iki sosyolog, bu ifadenin ilk kez 1972 yılında beyaz bir Berkeley profesörü olan Bob Blauner tarafından kullanıldığını göstermiştir. Ancak bu terim 1970’lerin sonu ve 1980’lerde Neville Alexander, Martin Legassick ve Bernard Magubane gibi Güney Afrikalı Marksistler tarafından yaygın olarak kullanılana kadar çok az kişi tarafından benimsendi. Demek istedikleri, kapitalizm Güney Afrika’daki ırksal baskının temeli olduğu için, apartheid karşıtı mücadelenin demokratik haklar mücadelesi olduğu kadar anti-kapitalist de olması gerektiğiydi.
Bu, Nelson Mandela’nın Afrika Ulusal Kongresi (ANC) ve Güney Afrika Komünist Partisi’nin bakış açısının tam tersiydi. Onlar sosyalizm için mücadelenin, apartheidın yıkılacağı bir demokratik devrim, kendi deyimleriyle “ulusal demokratik devrim” sonrasına ertelenmesi gerektiğini savunuyorlardı. Ancak bu, mantıksız bir şekilde, apartheidın kapitalizmle ve siyah işçilerin sömürülmesiyle çok az ilgisi olduğunu ya da hiç ilgisi olmadığını ima etmektedir. Aslında ANC, sosyalizm mücadelesini ertelemekten daha fazlasını yapmış, onu tamamen terk etmiştir. Her halükârda, Siyah Marksistler için “ırksal kapitalizm” terimi, kapitalizmin dünyanın dört bir yanındaki toplumlarda çeşitli türlerde ırksal baskının temeli olduğu gerçeğini ifade eder.
Yine de birçok insan yanlış bir şekilde “ırksal kapitalizmin” Cedric Robinson’un fikri olduğuna inanıyor. Oysa kitabını okuma zahmetine katlansalar, bu terimi neredeyse hiç kullanmadığını görecekler. Yine Marksizm’e düşman olan Robinson bu terimi Siyah Marksistlerden çok farklı kullanıyor. Aslında, terimi ırk indirgemeci bir şekilde anlıyor. Robinson’a göre kapitalizm kadim Batı kültürünün bir başka tezahürüdür, dolayısıyla elbette doğası gereği ırkçıdır. Ona göre, Siyah Marksistlerin iddia ettiği gibi kapitalizm ırksal baskı sistemleri yaratmıyor. Aksine, Batı kültürünün yüzyıllar öncesine dayanan ırkçı karakteri, bir şekilde onunla ilişkili herhangi bir ekonomik düzenin de, feodalizm, kapitalizm, sosyalizm gibi, ırkçı olmasını sağlamaktadır.
Yine idealist bir argüman. Fikirler, bu bağlamda Batı kültürüne ait olanlar, önce Avrupa’da sonra da tüm dünyada ırksal baskıyı kendi güçleriyle sürekli olarak yeniden üretmektedir. Peki ama bu fikirler nasıl bu kadar güçlü? Siyah Marksistlerin iddia ettiği gibi, güçlü sınıfların ve devletlerin maddi çıkarlarıyla bir ilgisi olabilir mi? Robinson bazen bu yönde imalarda bulunsa da çoğunlukla bir şey söylemiyor. Ona göre fikirlerin kendisi çok güçlü. Bu ırkçılık için ciddi bir açıklama değil.
Birçok liberalin “ırksal kapitalizm” terimini çok sevdiğini belirtmeliyim. En azından akademide, son yıllarda bu terimin yaygınlaşmasından herkesten çok onlar sorumlu. Liberaller bu ifadeyi, işverenlerin siyahlara ve diğer azınlıklara karşı ayrımcılık yaptığı bir ekonomi anlamında kullanıyorlar. Onların ideal dünyası ırkçı olmayan bir kapitalizmdir, yani ayrımcılığın olmadığı bir emek sömürüsü. Bu, Siyah Marksist sosyalizm vizyonundan gerçekten de çok uzak bir idealdir.
Ancak başlangıçtaki noktama geri dönecek olursam, burada asıl söz konusu olan kapitalizm, ırksal tahakküm ve bu ikisi arasındaki ilişkiye dair anlayışımızdır. Birinin “ırksal kapitalizm” kelimelerini kullanıp kullanmaması gerçekten önemli değil. Siyah Marksist geleneğin kendisi, bu konuları anlamak için bu kelimeleri kullanmamıza gerek olmadığını açıkça göstermektedir. Bu ifade, bizi sihirli bir şekilde aydınlatmayacak ve terimin bazı anlamları, yani ırk indirgemeci ve liberal tanımlar bizi yoldan saptıracaktır.
Başladığımız yere dönecek olursak, kapitalizmin nasıl ırksal tahakkümün ana dayanağı olduğunu ve olmaya devam ettiğini tam olarak anlamak elzemdir. Bu da kapitalizmi ortadan kaldırmadan ya da en azından güçlü bir şekilde düzenlemeden ırkçılığı ortadan kaldıramayacağınız anlamına gelir. Siyah Marksist geleneğin mesajı budur.
Çeviren: Alper Kara