En İleri Demokrasi – Kadir Demiryürek
Demokrat olduğunu iddia etmeyen bir siyasetçiye rastlanmayan ülkemizde, her icraatın demokrasi adına yapıldığını bilmenin huzuruyla yolumuza devam ediyoruz. Yol, uçurum aşağı olsa da…
AKP’nin demokrasiyi, ihtiyacı bitince kenara atacağı bir araç olarak kullanacağını en başından ilan etmesi, ama iktidarı boyunca yaptıklarını ileri, daha ileri, en ileri demokrasi adına yaptığını iddia etmesi, akıllara şu soruyu neredeyse hiç getirmedi: demokrasi nedir? Herkesin, bildiğini düşünerek üzerine düşünmediği bu kavrama yakından bakalım.
Her şeyin, hep daha fazla, daha fazla demokrasi adına, AKP’nin sıkça dile getirdiği biçimde, onun “en ileri” haline ulaşmak adına yapıldığı söyleniyor. Birbirine zıt ideolojilere sahip –ya da en azından sahipmiş gibi görünen- politika yapıcılar, temsilini üstlendikleri partileriyle birlikte, ötekilerden daha demokrat olduklarını örtük ya da açıktan ifade ediyor. Peki, demokrasi nasıl bir kaftan ki, her bedene uyuyor?
Kökeni Antik Yunan’a uzanan bu kavrama yakından bakalım ki, kim en demokrat, karar verebilelim. Demokrasi, “demos” ve “kratos” kelimelerinin birleşiminden oluşuyor. Demos, “yurttaş/vatandaş” demek. Toprağı, hayvanları, köleleri ve yönetimde söz hakları olan “yetişkin erkekler”e “demos” deniliyor. “Kratos” ise “erk, güç, iktidar” anlamlarına geliyor. Neticede “demokrasi”, “demosların iktidarı” demek.
Antik Yunan, Polis adı verilen siyasi birliklerden oluşan yerin adıydı. Polis’ler arasında yalnızca Atina demokrasisi hakkında yeterli bilgimiz var. Atina’da yurttaşlar yönetime üç biçimde “doğrudan” katılıyordu: Halk Meclisi (Ekklesia), Beşyüzler Konseyi (Boule) ve Halk Mahkemeleri (Dikasterion) yoluyla. Bugünkü anlamda bu üç biçimin yasama, yürütme ve yargıya denk düştüğünü söyleyebiliriz.
Demos’lar, Platon’un rivayetine göre, Sokrates’i, gençleri yolundan çıkardığı için baldıran zehriyle idam etmeye oy çokluğuyla karar verenler aynı zamanda. Onların “doğrudan demokrasi”nin özneleri olduğunu anlatan bir örnek bu.
Aristoteles’e göre ise demokrasi, bozuk yönetim biçimlerinden biri. Politeia’nın (anayasal yönetim biçiminin) bozulmasıyla demokrasi ortaya çıkıyor. “İyi” yönetim biçimlerinden monarşi, aristokrasi ve politeia’da herkes yönetimden faydalanmakta iken, tiranlık, oligarşi ve demokraside yalnızca yöneticiler yönetimden faydalanıyor.
Eski Roma’nın ardından gelen Orta Çağ Avrupa’sında aforoz edilen demokrasinin, yeni bir biçimde yeniden doğuşunun sancılarını 1215’teki Magna Carta’ya dek geri götürmek mümkün. Büyük Sözleşme’den yüzlerce yıl sonra, 1762 yılında, Jean-Jacques Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi ile birlikte,yaşadığı yer’de hak sahibi olması gerektiği düşünülen birey modeli yükselişe geçiyor. Nihayet günümüzdeki demokrasinin düşünsel temelleri, 1783 Fransız İhtilali’nde atılıyor. İhtilal ile birlikte, mutlak güç sahibi kralın ve onun hemen yanında konumlanan din adamlarının karşıtı olanın ifadesi olarak demokrasi, yeniden Batı toplumlarının gündemine alınmaya başlanıyor. Ardından 1784’te Immanuel Kant, “Aydınlanma Nedir?”i kaleme alıyor. Onun “sapare aude!”si, dinin “nakil”ine karşı “akıl”ı öne alıyor; her bir bireyin kendi aklı ile hakikatlere varabileceğini söylüyor. Tüm bu gelişmeler, 17. Yüzyıl’ın düşünsel düzleminde demokrasiye hayat verirken, 19. Yüzyıl’da bu yönetim biçimi, Antik Yunan Atinasındaki gücüne yeniden kavuşuyor. Ancak bunun eskisinden farklı bir demokrasi olduğunu belirtmek gerekiyor.
Halkın yönetime doğrudan katılımının, Antik Çağ’ın coğrafi ve demografik yapısı düşünüldüğünde, olanaklı olduğunu belirtmek gerekiyor. 2500 yıl öncesinin kentlerinin nüfus ve coğrafi hacimleri bakımından günümüzün köylerine, kasabalarına denk düştüğünü göz önüne aldığımızda, doğrudan demokrasinin o koşullarda fiziki olarak uygulanabilir olduğu sonucu çıkıyor. Sözgelimi, 83 milyonluk nüfusa sahip ülkemizde, yurttaşların Ekklesia’ya toplanıp yönetimde doğrudan söz sahibi olması beklenemez. Dolayısıyla bugün “doğrudan” değil, “temsili demokrasi” söz konusu. Temsili Demokrasi’de yurttaşlar, yönetimdeki söz haklarını, seçtikleri kişilere “vekaleten” belirli süreliğine devrediyor. Ama biliyoruz ki teori, pratiğe geçerken işler değişiyor.
Bugün demokrasinin pek çok türü var. Marksist Demokrasi’den Liberal Demokrasi’ye dek uzanan, birbirine karşıt gibi görünen yönetim biçimleri “demokrasi” çatısı altında buluşuyor. Hepsinin ortak özelliği, bir biçimde her vatandaşın yönetime katılması. İşte sorunlar tam da bu noktada başlıyor.
Demokrasinin üç temel biçimi var: doğrudan, temsilî ve delege demokrasisi. Türkiye’de “temsili demokrasi” uygulanıyor. Siyasi partiler içinde ise delege demokrasisi uygulanıyor. Her bir vatandaş, yaşadığı şehirde kendisini temsil etmesini istediği kişilere/partiye oy veriyor. Ancak mevcut düzende bir vatandaşın yaşadığı şehrin milletvekillerini seçerken, kendisini yakın hissettiği parti hangi milletvekili adaylarını ilan ederse onlara oy vermek dışında seçme şansı neredeyse yok. Tanımadığı ya da istemediği birine oy vermek, bağımsız bir adaya oy vermek ya da oy kullanmamak dışında seçenek bulunmuyor. Siyasi partilerin ise milletvekili adaylarını belirlerken demokrasiyi parti içinde ne derece işlettikleri sorusu yanıtlanmaya muhtaç. “Siyasi Partiler Kanunu” da partilerin iç işleyişinde şeffaf ve demokratik olmasını sağlamıyor. Böylece siyasi partilerin içinde oluşan serbestlik alanında belirleyici olan güç ilişkileri ve birtakım bireysel avantajlar oluyor. Hal böyle iken, vatandaşların yönetimde temsiliyetinin sağlanması, yani temsili demokrasinin tam anlamıyla uygulanması mümkün olmuyor. Temsili demokrasi bir temsil sorunuyla baş başa bırakılıyor.
İki temel demokrasi çeşidi var: çoğunlukçu ve çoğulcu demokrasi. İlki kabaca, “kalabalık olan haklıdır”, ikincisi ise “kalabalık olan her zaman haklı değildir, azınlıkta olanların da hakları gözetilmelidir” diyor.
AKP, “çoğulcu” ve “çoğunlukçu” demokrasi çeşitleri arasındaki gerilimi iyi kullanarak uzun süre iktidarda kalmayı başardı. Çoğunluğun iktidarı olan AKP, çoğulcu demokrasiyi zaman zaman kullanarak, azınlıkların desteğini arkasına aldı. Çıkarları her ters düştüğünde ise çoğulcu demokrasiye sırt çevirerek, en temel dayanağı olan çoğunlukçu demokrasiyi arkasına aldı. Çoğunluğun iktidarı olmak, AKP’nin icraatlarının meşruluk zeminini oluşturdu.
“X konusunda Y eylemini gerçekleştirmemize hakkımız olmadığını söylüyorsunuz ama biz Y eylemini gerçekleştirelim diye çoğunluk bizi seçti. Demek ki haklıyız!” olarak formüle edebileceğimiz biçimde, kalabalıkların seçimlerinin her zaman “doğru”, “haklı”, meşru” olduğu önkabulü topluma dayatıldı.
Esasen AKP bir yanıyla haksız sayılmaz. Antik Yunan’dan beri demokrasi, en temelde çoğunluğun yönetim biçimidir. Hangi yoldan gidilirse gidilsin, seçeneklerden birinin, diğer seçeneklerden daha fazla sayıda seçilmesi esasına dayanır. Bu ise bir anlamda, “sayıca çok olan haklıdır”a götürür. En ilkel düzeyde demokrasi budur.
Zaten sakat olan bir temsili demokrasi işleyişi içinde AKP, demokrasinin özüne uygun hareket ederek, çoğunluğun seçmek isteyeceği seçenekleri çoğunluğa sunarak, hedefleri doğrultusunda demokrasiyi araçsallaştırdı. Tarihsel süreçte, demokrasinin bu temel biçiminin yetersizliğinden doğan yeni demokrasi yorumları ortaya çıktı. Çünkü yönetimde sayısal çoğunluğun haklılığına dayalı bir model, şahsi ikbalinin peşinden gidenlerin, para, iktidar ve intikam hırsıyla yanıp tutuşanların, faşizm potansiyeli taşıyan kişilerin ve grupların ekmeğine yağ sürüyordu. Her bir vatandaşın kendisi ve ülkesi adına kararlar alması milliyetçilik akımının getirdiği bir rüyaydı; ancak bu rüya çoğunluğun tahakkümü ile kabusa dönüşmeye son derece müsaitti. Neticede 19 yıllık AKP iktidarı, çoğunluğun tahakkümünün iktidarı oldu.
Aristoteles’in politeia’sına benzeyen cumhuriyet rejimi de pratikte pek çok sorun barındırıyordu. Ama halk iradesini (demokrasiyi) anayasal düzen çerçevesinde mümükün kılarak, salt çoğunluğa dayalı üstünlüğün önüne “yasa” setini çekiyordu. AKP ile birlikte, cumhuriyetin çoğunluğu sınırlayan yasal duvarları yıkıldı, çoğunluğu kendine bağlayan lidere dayalı siyasi hareket kazandı. Temsil sorununu çöz(e)meyen pre-AKP dönemine karşın AKP, temsili doğrudan tek bir kişiye, lidere bağladı. Artık kitleleri “Reis” temsil ediyor, eskinin sorunlu demokrasi yapısı içinde bir türlü temsiline ulaşamayan asıllar olan kitleler ise, Reis’te doğrudan kendi temsillerini buluyorlardı. Bu ise AKP’nin giderek demokrasiden uzaklaşmasıyla değil, aksine demokrasinin tam da özüne ilerleyişiyle mümkün hale geliyordu.
“İleri demokrasi”den kastedilenin ne olduğu sorusunu, “özgürlükler” olarak yanıtlıyordu AKP. Özgürlükler ile kastedilenin, çoğunluğu peşine takan çeşitli grupların dilediğini yapması, “öteki” olarak imlenenlerin ise esarete mahkum edilmesi olduğunu kimimiz başından beri biliyorken, kimileri türlü acılar sonunda anlamaya başladı, kimileri bir yalana inandırdı kendini, kimileriyse çıkarları aynı doğrultuda olduğu için iktidarın ilerleyişine ya ses çıkarmadı ya da onu savundu. Neticede ülkede hemen herkes, çoğunluğun kendisi de dahil, az ya da çok bir şeyler kaybetti, kaybetmeye de devam ediyor.
Bir siyasi partinin temsilcilerinin demokrasi yanlısı olduklarını ifade etmelerine, en azından 19 yıllık tecrübeden hareketle, şüpheyle yaklaşmak, sorgulamak, tahrip edici olmak gerekiyor. Oysa hala “demokrasi mücadelesi”nden tek anlaşılan çoğunlukçu demokrasi mücadelesi. Bu model üzerinden yürütülen mücadele, AKP’nin kullanmakta ustalaştığı silahıyla AKP’ye karşı gelmekten ibaret. Gerçi AKP tarafından dar bir kalıba sıkıştırılan siyaset sahnesi içinde başka yollara izin verilmiyor. Ancak yine de sahneye dışarıdan akınlarla da dahil olmak ve çoğulcu demokrasiyi sahneye davet etmek mümkün.
Sonuç olarak, hangi kişinin ya da grubun daha demokrat olduğuna, en demokrat olduğuna; hangisinin ise antidemokrat olduğuna karar vermeden önce, birbirimize şu soruyu yöneltmemiz hayati bir öneme sahip: iyi de, hangi demokrasi? Böylece, çoğunlukçu değil çoğulcu, her bir yurttaşın temsilcilerine şeffaf biçimde erişebildiği, ortak aklın ve ortak akılla oluşturulan yasaların işlerlik kazandığı, şimdikinden çok daha adil bir yönetim biçimine kavuşma yolunda adım atabiliriz.
Yoksa, demokrasi buysa, ben demokrat değilim.
Kadir Demiryürek