Hep Beraber ODTÜ ’ye Gidiyoruz – Ozan Şahin
Yeni Türkü’yü dinlemedikçe, o dönemi anlatan kitapları okumadıkça ODTÜ ’yü tatmanızın imkânı yoktur. İşte bu anlatmak istediğim için güzel bir örnek sanırım. Karşıdaki iki AVM Türkiye’dir. Diğer yaka ise Türkçe’nin hikâyesi ile erişebileceğiniz bir yer.
Bu sefer yazıma Hatırla Sevgili’nin bir sahnesinden ufak bir alıntı ile başlayayım dedim. Birkaç gün içerisinde ben de rotamı Ankara’ya, ODTÜ yerine Bilkent’e çevireceğim. Son bir ayda kendimi siyasi bütün tartışmalardan soyutlayarak edebiyata adadım. Adadıkça da her gün Ankara özlemimin arttığını hissettim. Bunun zaten gitmemin yaklaşması dışında bir açıklaması daha olduğunu düşünüyorum. Bugün de bu konu hakkında konuşmak istedim.
Bizim memlekette, özellikle İstanbullularda bir düşünce vardır. Ankara sıkıcıdır. Son derece gridir. Zaten muhtemelen gezilmesi de bir iki gün alır. İşte Anıtkabir, biraz da meclis. Daha ne olacaktır ki zaten? Ankara, İstanbul kadar belirgin bir şehir değildir; çünkü Ankara her şeyden önce Türkiye’nin başkentidir. Başkenti olduğu ülkenin kişisel özelliklerini taşır aslında. Türkiye kuruluşu itibari ile unutmak üzerine kurulu. İnsanını unutmak üzerine kurulu bir düzen inşa edildi bu topraklarda. Bu eskiden on yılda bir yapılan darbeler, muhtıralarla olurdu; şimdilerde ise baskı ve topluma, sokağına, insanına yabancılaştırma politikaları ile.
Bu sebeptendir belki Ankara’yı gerçekten anlamak, sevebilmek, tüm sokaklarına bağlanmak için Türkiye’yi bilmekten öte Türkçe’yi bilmek gerekir. En azından benim gözlem ve tecrübem bu yöndedir. Bu sebepten bu yazımı aynı zamanda Ankara’ya yeni başlayacaklar için bir sohbet şeklinde de görebilirsiniz.
ODTÜ’nün tam karşısında, daha doğrusu ODTÜ’yü arkanıza aldığınızda biraz solunuzda iki tane AVM görürsünüz. Güzel oturma yerleri vardır, kafeleri güzeldir. İsim vermeyeceğim hatta bir tanesinin altında fiyatı yüksek olma ihtimali ile güzel profiteroller satan bir kafe de mevcuttur. Fakat karışınızda ODTÜ vardır. Bütün ihtişamı ile dursa da kendini Türkiye’nin hikayesine bağlayamamış biri için o bölge sadece güzel profiterollerden ibaret kalacaktır. Yeni Türkü’yü dinlemedikçe, o dönemi anlatan kitapları okumadıkça ODTÜ’yü tatmanızın imkânı yoktur. İşte bu anlatmak istediğim için güzel bir örnek sanırım. Karşıdaki iki AVM Türkiye’dir. Diğer yaka ise Türkçe’nin hikâyesi ile erişebileceğiniz bir yer.
Kızılay’ın tam göbeğinde bir park vardır, Güvenpark. Sabahları güzel ve sıcak bir çay içebilirsiniz. Oturduğunuz yere göre konumu değişse de tam dibinde, son derece ucube görüntüsü ile Kızılay AVM. Yine de orada da haz alabilirsiniz tabii. Ama gözlerinizi kapatır, kendinizi Ankara’yı dinlemeye verirseniz bambaşka bir Kızılay’da, bambaşka bir Güvenpark’ta uyanıverebilirsiniz. Cemal Süreya’nın Kısa Türkiye Tarihi Şiiri’ni yaşayabilirsiniz. Akasya, Gül, Zakkum Anayasa’larını hissedebilirsiniz.
Ata Kule’nin tepesine çıkarsanız, Özal’ın gözlerinden görürsünüz. Aşağıya inerseniz kim bilir, eskilerden bir ses bile duyabilirsiniz yürüdükçe Kızılay’a doğru: Hürriyet İstiyoruz!
İşte Ankara’da okunacaksa, Ankara ziyaret edilecekse Türkiye’yi mi; yoksa şarkıları ile, anıları ile, hikâyeleri ile Türkçe’yi mi seçeceğinize karar vermelisiniz. Gerçi sanırım hepimiz karar vermeliyiz. Duygularımızın ülkesine mi, akılcılıkla verdiğimiz mücadelelerin ülkesine mi ihtiyacımız mı var? Türkiye’nin Ankara’sına mı yoksa Türkçe’nin Ankara’sını inşa edeceğiz memleketin dört bir yanına.
Umarım hep beraber günün sonunda ODTÜ ’ye gideriz biz de. Bir simit, biraz ayranla yürürüz ağaçların arasında. Her biri ayrı tarihe tanıklık etmiş ağaçların arasından. Hele bir de 5. ayın 5. günü saat 5’te. Lezzetli profiterol ve havalı mermerlere rağmen…