Demokrasi ve SolGündemİVME BlogPolitikaToplum ve Siyaset

Kılıçdaroğlu ve Demirtaş’ın birbirine benzediği noktalar – Kerem Görkem

Önümüzdeki seçimler, yalnızca iktidarı değil, Cumhuriyet’in ikinci yüzyılının siyasi iklimini de belirleyecek: Her iki taraf için de kavgacı ve rövanşist, karanlık bir siyasetin devamı mı, yoksa barışçı, bütüncül ve müzakereye açık, aydınlık bir yol mu?

Ülkenin öyle yoğun bir atmosferi var ki, gündem bir süredir artık günlerle değil saatlerle ölçülüyor. Boğaziçi Üniversitesi’nde devam eden gerilim, Devlet Bahçeli ve Ali Erbaş’ın adeta birbirleriyle yarışırcasına hiç durmadan ürettiği birbirinden fiyasko açıklamaları, Türkevi açılışı filan derken, onca şeyin arasında, Sezai Temelli’nin Kürt sorununun çözümündeki muhatabın yalnızca Halkların Demokratik Partisi olmadığıyla ilgili açıklaması Eylül ayının son günlerinin gündemini belirledi. Temelli İmralı’yı işaret etmiş, kimilerine göre yarım kalan çözüm süreci için iktidar partisine göz kırparken, kimine göre Kemal Kılıçdaroğlu’nun önderliğinde ideloji-ötesi demokratik bir zemin oluşturma gayretinde olan Millet İttifakı ile olası bir ittifakın yollarını kapamak için aralarına kesin bir çizgi çekmişti.

Hem muhalefet bloku, hem Halkların Demokratik Partisi cephesinden açıklamalar peşi sıra geldi. Kılıçdaroğlu net biçimde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni işaret ederek “ne İmralı, ne Kandil muhatabımız olabilir” derken, İyi Parti lideri Meral Akşener Temelli’nin açıklamasını bir suni gündem oluşturma çabası olarak değerlendirdiklerini ve deyim yerindeyse konuya ilgisiz olduklarını duyurdu. İktidar partisinin Kürt sorununun çözümüne ilişkin gündemi dinleyici pozisyonundan takip etmesi, çoğu çevrelerce bu defteri çoktan kapatmış oldukları, en azından iktidarda kaldıkları müddetçe tekrar masaya oturmanın imkan dahilinde olmadığının mesajı olarak yorumlanıyor.

Temelli’nin açıklamaları sonrası en çok ilgi çeken gelişme, elbette ki Halkların Demokratik Partisi cephesinden çıkan diğer sesler oldu. Selahattin Demirtaş handiyse Kılıçdaroğlu ile benzer minvalde bir açıklamayla “TBMM” derken, Mithat Sancar da Temelli’yi karşı cepheye yerleştiren, açıklamaların partilerinin duruşunu yansıtmadığını ifade eden bir çıkışta bulundu. Bunu Sezai Temelli’nin “kişisel görüşümdür” açıklaması izledi.

Bu gelişmelerle Halkların Demokratik Partisi içerisinde parti yönetimi düzeyinde çatlak seslerin çıkması ve bunun, ayrılıkçı cephenin kısa sürede yalnızlaşması olarak yorumlanması önümüze çok önemli bir soru çıkarıyor: Kürt halkının ve 2015 seçimlerinden başlamak üzere HDP’yi açıktan ya da gizli biçimde destekleyen demokratik grupların duruşu ne olacak?

Yazının içerisinde daha önce de değindiğim üzere, Kemal Kılıçdaroğlu önderliğinde ideoloji-ötesi demokratik bir zemin kurma çabasında olan Millet İttifakı’nın Kürt halkı ve tüm HDP seçmenleri için de büyük bir umut olduğu kanaatindeyim. Kürt sorununun ne silahlı mücadeleyle, ne de mikro-milliyetçi siyasetle çözüme kavuşturulamayacağını geçen yıllar gösterdi. Demirtaş ve Kılıçdaroğlu’nun ortak bir ağızla meclisi işaret etmesi, Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında Kürt sorunu da dahil olmak üzere ülkenin başat yaralarını tedavi etmek için oldukça yapıcı bir duruş gibi görünüyor. Demokrasiye inancı tam, toplumun Batı’dan Doğu’ya tüm bileşenleriyle ortak geleceğini hedef edinmiş ilerici zihinlerin başta 20 yıllık iktidar enkazının temizlenmesi olmak üzere, az evvel değindiğim tüm yaraların tedavisinde yetkiyi istediği artık çok açık.

Halkların Demokratik Partisi’nin artık parti yönetiminden daha cılız bir yerlerde temsil edilen demokratik grupları ile “hakça bir düzen” idealinin peşinde olan sosyal demokratların bu ortak dili sürdürmesi tüm toplumun lehine olacaktır. Altını çizerek söylemek gerekir ki, Kürt sorunu ancak mecliste ve ideal bir atmosferde çözüme ulaştırılabilir. Bu imkana sahip olup olmayacağımıza gelecek seçimlerde toplumun kendisi karar verecek.

Önümüzdeki seçimler, yalnızca iktidarı değil, Cumhuriyet’in ikinci yüzyılının siyasi iklimini de belirleyecek: Her iki taraf için de kavgacı ve rövanşist, karanlık bir siyasetin devamı mı, yoksa barışçı, bütüncül ve müzakereye açık, aydınlık bir yol mu?

Kılıçdaroğlu ve Demirtaş’ın birbirine benzediği noktalar, Türkiye’nin olası geleceği için akla dupduru, dalgasız bir denizi getiriyor. Çok uzak görünse de, halka ait ve iyi donatılmış bir plajda o güzel denizin keyfini çıkarmak mümkün.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu