Pandemi Sırasında Merkez Bankaları Süper-Zenginleri Daha Zengin Hale Getirdi – Çeviri: Yusuf Can
Birçok insan pandeminin başlarında, COVID-19’un dünyada yaygın olan eşitsizliği düzelteceğini iddia etti. Aşırı zenginlerin şansına, merkez bankaları devreye girerek küresel elitleri her zamankinden daha zengin hale getirdi.
Grace Blakeley’in Jacobin’de yayımlanan röportajının Türkçe çevirisidir. İzinle İVME Hareketi tarafından yayınlanmıştır.
Pandemi süresince yaklaşık 500 kişi daha milyarder oldu. İşsizlik artarken ve reel ücretler durağanlaşırken borsalar amansız bir şekilde yükseldi. Birçoğunun ekonomik aktivite yavaşladıkça nihayet düşmeye başlayacağına inandığı emlak fiyatları sabit kaldı. Yüzeysel baktığınızda, finansal piyasalarının coşkusu pek mantıklı gelmiyor. Varlık fiyatlarının, ister temettüler, ister emsal kiralar, ister faiz veya sermaye kazançları şeklinde olsun, gelecekteki getiri beklentilerini yansıtması beklenir. Artan tüketici fiyatları ile ekonomik aktivitedeki yavaşlama, yatırımcıları gelecekteki karlar gibi değişkenlere ilişkin beklentilerini güncellemeye yöneltmiş olmalıydı. Bu güncellemenin yapılmamasının nedeni, merkez bankalarının buna izin vermemesiydi.
Merkez bankaları finans piyasalarındaki ilk paniğe trilyonlarca dolar değerinde yeni para yaratarak ve bu kaynağı özel sektörden varlık satın almak için kullanarak yanıt verdiler. Bu müdahaleler, yatırımcıları nakit paraya boğarken yatırım yapacak güvenli varlıklar yetersiz kaldı – doğal olarak, yatırımcılar bu parayı teknoloji ve sağlık hisse senetleri, şüpheli şirket tahvilleri ve hatta kripto para birimleri ve NFT’ler gibi daha riskli varlıklara yönelterek daha yüksek getiri aramaya başladılar.
Dünya çapında finans piyasalarında ortaya çıkan patlama, bu varlıkları elinde bulunduranları son derece zengin hale getirerek, süper zenginlere büyük bir nimet sağlarken, emeklilik fonlarıyla orta sınıf ev sahiplerine biraz soluklanma şansı tanıdı. Birleşik Krallık’ta, hane halklarının en zengin yüzde 1’inin elindeki finansal servet, nüfusun en alttaki yüzde 80’inin elinde bulunandan daha fazla. Amerika Birleşik Devletleri’nde, en zengin yüzde 1, ülkenin hisselerinin yüzde 80’ine sahip.
Bununla birlikte, servet eşitsizliğinin ölçülmesi zor olduğu için bu müdahalelerin etkisini tespit etmek zordur. Biz, Birleşik Krallık’ta, insanların kendi kendine bildirdikleri anket verilerine dayanan Ulusal İstatistik Ofisinin (ONS) Servet ve Varlık Anketi’ni (WAS) kullanıyoruz.
Anketin bir araya getirilmesi uzun zaman alıyor, bu nedenle veriler nispeten seyrek ve önemli bir gecikmeyle geliyor. (Bugün açıklanan veriler, Nisan 2018 ile Mart 2020 arasında gerçekleştirilen ve dolayısıyla pandeminin servet eşitsizliği üzerindeki etkisini anlamak için kullanışsız hale gelen bir anketten). Verinin anket şeklinde toplanması da aynı zamanda verileri daha az güvenilir hale getiriyor – en zenginler servetlerinin kapsamını sürekli olarak olduğundan az gösterirler; çünkü zengin bireyler vergiden kaçınmak ve servetlerini gizlemek için daha fazla sebebe ve kapasiteye sahipler.
WAS’tan elde edilen verilerle Sunday Times Zenginler Listesi veya Forbes Milyarder Listesi gibi kaynaklardan elde edilen verileri karşılaştırmak, en tepedeki yüzde 1’in zenginliği hakkında çok daha derin bilgiler sağlar – belki de zenginler devletle bağlantılı olmayan kaynaklara karşı daha dürüst oldukları için; ya da belki de sadece listenin en üstüne mümkün olduğunca yakın olmak için boş bir arzu yüzünden. Sosyal bilimciler bu veri kaynaklarını, resmi anketlerin en zengin yüzde 1’in servetlerini en az yüzde 6 puan az gösterdiğini sonucuna varmak için kullandılar. Bu bile muhtemelen Birleşik Krallık’taki servet eşitsizliğinin boyutunu tam olarak ifade edemiyor.
Bu istatistikleri incelerken, tepedekilerin servetindeki çarpıcı artışın hiçbir şekilde serbest piyasanın işleyişinin “doğal” sonucu olmadığını her zaman hatırlamalıyız. Bu sonuç, bilinçli bir şekilde politika yapıcılar tarafından tasarlandı.
Artan servet eşitsizliği, çelişkili sonuçlarla da olsa, Birleşik Krallık ekonomisinin işleyişine bağlı. Varlık fiyatları ani bir şekilde düşerse, emekliliklerini finanse etmek için evlerinin veya emekli maaşlarının değerine güvenen milyonlarca insan, gelişmiş dünyanın en az cömert olanı Birleşik Krallık’ın devlet emekli maaşına bel bağlamak zorunda kalacaktı. Buna karşılık, harcamayı durdururlar ve hatta varlıklarını satmaya başlarlar, bu da sorunu daha da kötüleştirirlerdi.
Tabii, sorun şu ki, varlık fiyatlarının düşmesine izin verilmedikçe, ekonomi, pandemi boyutlarındaki bir krizden sonra normalde olabileceği gibi “sıfırlanamıyor”. Yeni ev sahipleri emlak konusunda ilerleme kaydedemeyecek ve birçoğu gelirlerinin büyük bir kısmını emeklilere kira ödeyerek harcayacak, borca girecek ve tüketici harcamalarını kısıtlayacak. Aktif olmayan şirketler, Schumpeter’in yaratıcı yıkım güçlerine maruz kalmayacak. Bunun yerine, en büyük ve en güçlü şirketler rakiplerini satın almak ve pazar güçlerini pekiştirmek için kolay paradan yararlanabilecekti.
Bu arada zenginler, ne yapacaklarını bildiklerinden daha fazla paraya sahip olacaklar. Bu nedenle, zenginler, güçlü şirketler ve daha az varlıklı şirketler için borç imkanına dönüştürülebilecek fazla nakitlerini finansal piyasalara sürmeye devam edecekler. Sonuç, yalnızca gezegen ölçeğinde bir borç köleliği sistemine benzeyen bir ekonomi olacak. Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan bir araştırma, zenginlerin artık “ABD hükümeti ve hane halkı borcu üzerinde doğrudan hak iddia eden önemli finansal varlıklar biriktirdiğini” gösterdi. Bizler, borçlarımızın çoğunu en tepedeki yüzde 1’e borçluyuz.
Mücadele etmemiz gereken eşitsizlik ölçeği reformist yaklaşımın yetersizliğini ortaya koyuyor. Zenginliği ekonominin tepesine çeken güçler artık o kadar baskın ki neredeyse durdurulamaz görünüyorlar. Ancak David Graeber’in bir keresinde yazdığı gibi, “dünyanın nihai, gizli gerçeği, dünyanın aslında bizim yaptığımız bir şey olduğu ve aynı kolaylıkla farklı şekilde yapabileceğimizdir.” “Serbest piyasa”nın soyut ekonomik güçler tarafından değil, devletler, güçlü şirketler ve finansal kurumlar tarafından üstlenilen siyasi müdahalelerle tanımlandığı gerçeği özellikle pandeminin ardından her zamankinden daha açık bir şekilde önümüzde duruyor.
Bu müdahaleler, servet eşitsizliğinin teknokratik politika değişiklikleriyle çözülebilecek ayrı bir ekonomik sorun olmadığını her zamankinden daha net bir şekilde ortaya koydu. Bu bir güç ve siyaset meselesidir. Dünya ekonomisinde servet dağıtan kurumları kim kontrol ediyorsa, kimin neyi alacağını da kontrol ediyor.