Demokrasi ve SolDış Politika ve EnternasyonalizmDünyaEkonomi ve KamuculukEmek, Dijitalleşme ve GelecekToplum ve SiyasetToplumsal Adalet

Toplu Sözleşme Eşitsizliğe Karşı En Büyük Silahımızdır – Çeviri: Mehmet Ozan Savaş

Toplu sözleşme kapsamındaki bu düşüş otomatik veya kaçınılmaz olmaktan uzak ve politik bir seçimdir. Birleşik Krallık’ta ve çoğu AB ülkesinde hükümet politikaları; sendikaları, çok işverenli sözleşmeleri, grev haklarını ve toplu sözleşmeleri bilinçli şekilde zayıflattı.

Oliver Roethig ve Stan De Spiegelaere’in Tribune Mag’de yayımlanan yazısının Türkçe çevirisidir.

Yeni araştırmalar, toplu iş sözleşmeleri azaldığında eşitsizliğin arttığını gösteriyor – bu, sendikaların ekonomimizde adalet için mücadele etmenin anahtarı olduğunun kanıtı.

Servetin birkaç kişinin elinde yoğunlaşması ancak geri kalanımız üzerinde sürekli bir güç uyguladıkları için mümkündür. Bu gücün neye dayandığını ve nasıl kurumsallaştığını belirlemek, ona meydan okumanın anahtarıdır.

Gelir dağılımının yıllar içinde nasıl değiştiğine baktığımızda, gücün dinamiklerinin nasıl değiştiğine dair olaylar hakkında bize çok şey söyleyebilir. UNI Europa geçtiğimiz günlerde Avrupa ülkeleri için toplu sözleşme kapsamı oranlarına karşı gelir eşitsizliğini haritaladı — ve bulgular keskin.

Kilit bulgu şudur: çalışanların toplu sözleşme yapma yeteneklerinin azaltan politikalar ile birlikte eşitsizlik artmıştır. Tersi şekilde, toplu sözleşme kapsamını üst düzeyde tutan ülkeler, eşitsizliği uzak tutmuştur.

Şekil 1 İngiltere’de 1960 ile 2017 arasındaki toplu sözleşme kapsamı ve gelir dağılımı kıyası. (UNI Europe)

Birleşik Krallık’ta, Thatcher hükümetinin sendikalar ve toplu sözleşmeye karşı saldırısı iyi biliniyor ve sonuçları işyerleri ve topluluklar arasında yankılanmaya devam ediyor. 1960’ta Birleşik Krallık işçilerinin yüzde 70’i çalışma koşullarının yalnızca bireysel müzakereye bırakılmadığı ve toplu bir süreçle belirlendiği toplu sözleşmeye sahipti. Yaklaşık 60 yıl sonra 2017’de, İngiltere’deki işçilerin yalnızca yüzde 27’si toplu iş sözleşmesi kapsamındaydı.


Sözleşme kapsamını yansıtarak 1960’ta İngiltere’nin milli gelirinin yaklaşık dörtte biri, gelirlerin yüzde 10’una sahip insanlara gitti.  2017 ile birlikte bu oran üçte birden fazla büyüdü.

Belçika’da 1980 ile 2017 arasındaki toplu sözleşme kapsamı ve gelir dağılımı kıyası. (UNI Europe)

Birleşik Krallık’taki model özellikle dikkat çekicidir. Ancak aynı sürecin Almanya ve İrlanda gibi ülkelerde de gerçekleştiğini görebiliriz. Toplu sözleşme azaldıkça eşitsizlik artar. Bu arada, toplu sözleşme kapsamının sabit kaldığı ülkelerde dahi -Avusturya, Belçika ve Fransa- eşitsizlik sabitti.

Çözüm Olarak Satılan Bir Saçmalık

Toplu sözleşme kapsamındaki bu düşüş otomatik veya kaçınılmaz olmaktan uzak ve politik bir seçimdir. Birleşik Krallık’ta ve çoğu AB ülkesinde hükümet politikaları; sendikaları, çok işverenli sözleşmeleri, grev haklarını ve toplu sözleşmeleri bilinçli şekilde zayıflattı.

Bu politikaları meşrulaştıran yaygın bir argümana göre bunlar bizi bir şekilde doğal olmayan kısıtlamalardan kurtarıyor. “İşgücü piyasasının serbestleştirilmesi önlemleri” işyerinde karar almayı muğlaklaştıran eskimiş sanayi dönemi yapılarına çözüm olarak sunuluyor.

Gerçeklik ise tam tersi. Bu tarz ortaklaşa güçler toplumsal gereklilik olarak eşitliğe talebine bir cevaptır. Birlikte hareket etmek bizim doğal bir parçamız, öyle ki birçok insan ilk toplumsal eylemlerini özgürleştirici bir şey olarak deneyimliyor. İnsanlara gayet somut bir toplumsal anlayış vermek hem toplumsal hem sivil onuru yeniden inşa etmenin cevabıdır. Son olarak, demokrasinin özü yalnızca konuşma özgürlüğü değil; söz sahibi de olma hakkıdır.

Aynı zamanda eşitsizlik, toplumda büyük yıkıcı etkilere sahiptir. Akıl sağlığı, suç oranları, sosyal hareket, cinsel ayrımcılık: bütün bunlar Richard G. Wilkinson ve Kate Pickett’in kültleşmiş ‘The Spirit Level’ ve ‘The Inner Level’ kitaplarında bahsedildiği gibi eşit olmayan toplumlarda çok daha kötü durumdadır.

Asıl yapay olan, toplu sözleşme yerine, adil çözümler bulma yatkınlığımızın bastırılmasıdır. Başlangıçta işçilerin mücadelesi ile kazanılan kolektif karar alma yapılarını baltalayarak sendika karşıtı önlemler alan bireyler ve kurumlar kolektif bir ajanda için doğal içgüdüyü boğuyor ve onu bireycilik ve güçsüzlük ile değiştiriyorlar. Bundan sonra ortaya çıkan öfke ise güç elde etmeye yönelik çılgınca çabalara yol açıyor – çoğu zaman tutkulu olduğu kadar yanlış yaklaşımlar üzerinden.

Toplu Sözleşme Yoluyla İleri

Bugün, yıkıcı bir pandemiden sonra on yıllar sürecek bir maaş durağanlığı ve artan fiyatlar karşısında, Birleşik Krallık’taki ve Avrupa’daki işçiler tekrardan mücadele ediyor. Kolektif eylemin yeni dalgaları, işyerlerinin bir güç alanı olarak tanındığının bir işaretidir ve işçiler öfkelerini eşitsizlik salgınının çekirdeğinde grev yapan kolektif eyleme yönlendirmektedir.

Yerel eylemleri sektörel, ulusal ve hatta uluslararası stratejilerle bağlamak; sendika kazanımlarını her alanda genişletmesi ve taahhüt etmesi açısından önemlidir. Hedef açık, toplu sözleşmeyi güçlendirmek. Bu hedefe ulaşmak için üç yol var.

İlk olarak, işçileri şirket düzeyinde örgütlemeye yönelik temel bir ihtiyaç var. Bunun için harekete geçmiş ve ilgili bir sendikacılık şart.

İkincisi, sektörel ya da çok işverenli bir sözleşmedir. Çok işverenli sözleşme, farklı şirketlerdeki maaşları birbiriyle rekabetten ayırır ve toplu sözleşmeyi her alanda güçlendirir. Şirketleri demokratik karar almayı atlatmanın yeni yollarını bulmaya teşvik etmek yerine, daha yapıcı işçi ilişkileri ile ödüllendirir; sektörde minimum koşulları yükseltme ve işçi koşullarını baltalamak isteyen şirketlere mani olma fırsatı verir.

Üçüncü olarak, çok uluslu şirketler hem kendileri adına çalışan insanlar açısından hem de toplumumuzdaki etki alanları sebebiyle kritik öneme sahiptirler. Şirketler arası rekabette olduğu gibi şirket içi farklı alanlardaki rekabet, ücret ve çalışma şartlarının baltalanmasına dayanmamalıdır; bunun yerine uluslararası ittifaklar yoluyla dayanışma ve ortak eylem esastır.

Seçim politikaları yasayı değiştirmek için hayati öneme sahiptir. Ancak Birleşik Krallık’taki ve Avrupa’daki pek çok işçinin kanıtladığı gibi, işe koyulmamız için daha iyi koşulları beklemek zorunda değiliz. İşyerinden şirkete, işçi hareketi bir güç inşa etmek ve daha adil bir gelecek için ilerlemeye devam etmek zorunda.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu