Depremde Binaların Yıkılmasını Kim İster? – Kerem Görkem
Gezi mahkumları bugün tutukludur; çünkü depremde yıkılacak kalitesiz binalar yapmanın, A4 kağıt üzerinde eşitsiz ve dayanımsız planlar yaratmanın, kentsel mekanın talan edilmesinin karşısındadırlar.
6 Şubat, tarihimize kara bir gün olarak yazıldı. Aynı gün birkaç saat arayla yaşanan Kahramanmaraş merkezli iki büyük deprem 7.7 ve 7.6 büyüklüğündeydi. Bu iki deprem, kaba bir hesapla 13,5 milyon nüfuslu bir bölgeyi doğrudan etkiledi. Toplumda, bu depremlerden dolaylı olarak etkilenen kişi sayısını hesaplamak kolay değil; ancak hemen hepimizin 6 Şubat’tan sonra artık eski bizler olmadığımız kesin.
Depremlerin yarattığı fiziksel hasara ilişkin son bilgi, 18 Şubat’ta Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay tarafından paylaşıldı. Açıklamasında “barınma konusunda bir sorun yaşanmadığını” vurgulayan Fuat Oktay’dan aynen alıntılayalım: “Toplamda 830 bin 806 bina çalışılmış durumda. Bunun 105 bini yıkılmış, yıkılacak veya acil ağır hasarlı konumda. Diğer bir ifadeyle 830 bin 806 binanın 407 bin 786’sı hasarsız. Yani çalışılan, tespiti yapılan her bir binanın yaklaşık yüzde 49’u hasarsız. Yani içinde oturulabilir. Az hasarlı binalara baktığımızda 205 bin 86’sı, o da yüzde 24 buçuğu yapıyor. Yani toplam yüzde 73’e yakın bir oranı binaların tekrar içerisinde doğrudan oturulabilir veya ufak bir bakımla oturulabilecek bir konumda.”
Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın Kahramanmaraş’ta meydana gelen depremler hakkında yayınladığı 32. basın bültenindeki satır başları ise şöyle: Depremlerin ardından 4 bin 734 artçı meydana gelmiş. 16 Şubat gece 23.30 itibariyle, 40 bine yakın insan hayatını kaybetmiş. Bölgede toplam 29 bin 160 arama kurtarma personeli görev yapmaktayken, bunların 11 bin 488’i diğer ülkelerden gelen uluslararası insan kaynağından oluşmaktaymış. Bölgeye ekskavatör, çekici, vinç, dozer, kamyon, arazöz, treyler, greyder, vidanjör vesaireden oluşan 12 bin 600 araç sevk edilmiş. 26 gemi, 121 helikopter ve 78 uçağı da unutmayalım. Ayrıca 38 Vali, 160 Mülki İdare Amiri, 87 AFAD yöneticisi, 12 büyükelçi ve 16 dışişleri bakanlığı personeli görevlendirilmiş. Bölgede, 33 milyon 908 bin 749 sıcak yemek, 7 milyon 499 bin 136 çorba, 20 milyon 722 bin 136 su, 37 milyon 72 bin 121 ekmek, 14 milyon 477 bin 997 ikramlık ve 2 milyon 384 bin 785 içecek dağıtılmış. Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından 2 milyon 179 bin 630 beslenme hizmeti verilmiş.
Afet yönetiminin istatistik işi olmadığını, her halde uzun uzadıya anlatmaya gerek yok. Dağıtılan sıcak yemek, çorba, su, ekmek, ikramlık ve içeceğin sayısı tutulup, bir işmiş gibi raporunun hazırlanmasına zaman harcanacağına hem bütün bu ayni yardımların hem de arama kurtarmanın neden bu kadar geciktiği izah edilmelidir.
Kahramanmaraş depremleri gösterdi ki, doğrudan 13,5 milyon insanın, dolaylı olarak ise tüm Türkiye toplumunun devletinden beklediği şey kudretten öte samimiyettir. Beklenen samimiyetti ama görünen o ki, karşı karşıya olduğumuz şey çok uzakta… Depremlerin ikinci haftasını doldururken ve yıkılan on binlerce binanın altında hala sayısız insan varken, yetki sahipleri iş makinalarıyla molozların kaldırılmasına ve bir an önce inşaatların başlamasına heveslendi.
Şimdi konuyla çok alakasız görünen; ama birinin sonucu diğerinin nedeninde gizli, bambaşka bir soru soralım: Gezi mahkumları neden tutuklu?
Haklarında hazırlanan “sipariş” iddianamelerden, gerekçeli ama “dayanaksız” kararlardan, ifadelerden yapılacak satırlar dolusu lüzumsuz alıntıyla gerekçelendirilebilir bu. Örneğin, Osman Kavala’nın, Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmeye yeltendiği söylenebilir.
Mücella Yapıcı’nın ise kalkışmanın yönetilmesinde ilk günden itibaren aktif görev aldığı, fiili olarak birçok eylemde ön safta bulunduğu, provokatif basın açıklamaları yaptığı, gerçekle bağdaşmayan bilgiler vererek vatandaşları kolluk kuvvetlerine karşı kışkırttığı ve böylelikle şiddet eylemlerine zemin hazırladığı, Türkiye Cumhuriyeti’ne uluslararası baskıların artırılması amacıyla Gezi ile ilgili rapor hazırladığı iddia edilebilir.
Can Atalay ve Tayfun Kahraman’ın, Taksim Dayanışması yönetim toplantılarında, kalkışmanın yönlendirilmesi ve yönetilmesinde aktif görev aldığı, sosyal medya hesabından yoğun olarak halkı Gezi kalkışmasına katılmaya davet eden provokasyon içerikli paylaşımlar yaptığı da söylenebilir.
Ne denirse denilsin, halkın vicdanında, Gezi mahkumlarının bugün neden tutulu olduğunun yanıtını arayan sorunun tek bir akılcı yanıtı var.
Gezi mahkumları bugün tutukludur; çünkü depremde yıkılacak kalitesiz binalar yapmanın, A4 kağıt üzerinde eşitsiz ve dayanımsız planlar yaratmanın, kentsel mekanın talan edilmesinin karşısındadırlar.
Mücella Yapıcı, Tayfun Kahraman ve Can Atalay’ın yalnızca Gezi sürecinde değil, tüm meslek hayatlarındaki mücadeleleri incelenecek olursa, toplumcu bir motivasyonla yalnızca kentler için çalıştıkları görülecektir. Onların amacı kentsel eşitsizliklerin giderilmesi, yaşanabilir mekanların korunması, deprem başta olmak üzere afet kırılganlığı yüksek bina ve alanların üzerine gidilmesi olmuştur.
Örneğin Tayfun Kahraman, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ndeki görevi boyunca kentin depreme hazırlanması için var gücüyle çalışmış; “sermayeye rağmen ve toplum için” bir emek ortaya koymuştur. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Deprem Risk Yönetimi ve Kentsel İyileştirme Dairesi Başkanlığı ve ilgili müdürlüklerinin kamuya açık yayın ve çalışmaları, ilgilisi tarafından incelenebilir.
İşin özü, bu ülkede depremlerde yıkılacak düzeyde kalitesiz binaların inşa edilebilmesi için Mücella Yapıcı, Tayfun Kahraman ve Can Atalay gibileri hapiste olmalıdır. Konu siyaset üzeridir; kapitalist ekonominin dinamikleri ve yapıların yeniden üretiminin inşaata dayalı büyüme modelini sürdürülebilir kılmasıyla ilgilidir.
Daha çok inşaat yapabilmek için, daha çok alan imara açılmalıdır. Artık imara açılacak bir yer kalmadığında, depreme karşı riskli olan yapıları tespit edip, kentsel dönüşüm yoluyla yeniden inşa etmek gerekir. Makroekonomik gelişmeler ışığında arsa fiyatları ve inşaat maliyetleri kontrol dışına çıkmış, serbest piyasanın dinamikleri içerisinde sürüp giden kentsel dönüşüm için gerekli zemin ortada kalkmış ise sistem kilitlenmiş demektedir.
İşte depremler, bu durumda, felaket görünümlü bir çareyi işaret eder. Başımıza gelmiştir, evet; ama bir yandan da imdada yetişmiştir. Halihazırda on binlerce bina yıkılmış veya ağır-orta hasarlı biçimde yıkılmayı beklemektedir. Deprem sayesinde, kilitlenen sistemin açılması için büyük bir pazar oluşmuştur.
Cumhuriyet tarihinin en büyük felaketi yaşanmış, on binlerce insan ölmüş, daha fazlası yaralanmıştır. Sadece Türkiye’de 13,5 milyon kişi doğrudan, hemen herkes çeşitli derecelerde dolaylı etkilenmiştir ama depremin tek kazananı sistem olur.
Yıkılan ve yıkılacak olan on binlerce binanın yeniden üretimi artık bir mecburiyettir. Hem de bu yeniden üretimin çabuk yapılması gerekir. Bir yıl müsaade istenmiştir bile!
Işık hızında planlar, jet ihaleler, acele inşaatlar…
En iyi ihtimalle bir yıl sonra yeni bir Hatay, Kahramanmaraş, Gaziantep…
Kentler hoyratça baştan yapılacak ama kaybedilen canları, kursakta kalan hevesleri, baltalanmış hayalleri ve en önemlisi, kazanılan paraları kimse bilmeyecek, düşünmeyecek de.
Bütün bunlar Mücella, Tayfun ve Can içeride tutulduğu için böyle kolay olacak.