2023 Seçimleri’nde CHP: Erdoğanizm’in Kuruluşu ve Yükselişinde Kimlik Arayışı – Ozan Şahin
CHP’nin yeniden kurultay hazırlığına girdiği bu günlerde; bütün isimlerden bağımsız bu hataların karşısında ne yapabiliriz’i konuşmamız gerekiyor.
Türkiye tarihinin en kritik seçimlerinden birini geride bıraktı. Muhalefet partilerinin ciddi bir başarısızlık yaşadığı ise sugötürmez bir gerçek. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turu muhalefet liderlerinin o zamana kadar benimsemekten kaçındığı bir dil ve gündemine almadığı yalanların doğrularını ispat çabalası ile geçti. 14 Mayıs – 28 Mayıs tarihleri arasında gözle görülür şekilde yaşanan propaganda krizi ve sonuçları aslında muhalefetin 20 yıldır deneyimlediği bir kriz ortamıydı. 2002’den bugüne kadar bulunduğu pozisyonun devamlılığı ve sürdürülebilir kurumsallığı değerlendirildiğinde; CHP ve sahip olduğu yönetim anlayışı gerçekten ele alınması gereken bir olgu. Hikayeyi doğru bir şekilde ele alabilmek için de 1980 yılından itibaren konuşmamız gerektiğini düşünüyorum. Erdoğanizm 2000’lerin hikayesi değil. Her bir hareketi, yıllar öncesinden cevap buluyor.
Bugünkü kimlik krizinin kökenlerinin SHP’nin kuruluşu ve siyasi hayatımızda aktif olduğu döneme ait olduğunu düşünüyorum. SHP, özellikle darbenin gölgesi altında ilerleyen siyaset yaşamında “CHP’lilik” tartışmalarının gündeminden hiç düşmedi. Bunun arkasında ise SODEP ile CHP’nin devamı olma iddiası ile kurulan Halkçı Parti’nin hızlı birleşmesinin etkisi var. Ecevit’in DSP’sinin kurulması ve kurulduğu ilk yıllarda benimsediği söylem ve duruşun Ecevit’in karizmatik liderliği ile birleşmesi SHP’nin kurulduğu günden beri yaşadığı “CHP’lilik” tartışmasındaki CHP’yi çok daha eskiye sıkıştırdı. Devletin organize oluşu, yapısı ve hizmet alanlarının radikal bir kırılmaya uğradığı 1980’li yıllarda, CHP geleneğinin siyasi tartışmalarda “Kuran ve Kurtaran” parti imajından öteye gidememesi kimlik sorununu resmen başlattı.
CHP’nin yeniden kurulması ve SHP’nin CHP’lileşme sürecinin de bu kadrolarca yönetilmesi krizi büyüttü. 1970’lerin sonunda Sosyalist Enternasyonal’e üye olarak dünya sol siyasetinin bir parçası olan CHP, Baykal döneminde değil sola bunca yıllık siyasi tarihinde ülke içinde sahip olduğu mevzileri kaybetme noktasına geldi. Nitekim 1999 seçimlerinde baraj altında kalınması da sürpriz olmadı. CHP’nin 1990’lı yıllarda kendisinden koparak ortaya çıkan iki siyasi parti ile giriştiği mücadele kimliğe yaramadı. Bir yandan CHP’nin 10 yıllık SHP pratiğini tamamıyla yok sayması ile iletişim kanallarını kapadığı mevziler bir yandan 1970’lerin sonundaki Ecevitçiler Baykalcılar hizip çatışmasının ulusal siyasette taşınması. CHP’nin kurumsallığı üzerinden dönen tartışmaların “Kim daha DSP?” sorusu ile özdeşleşmesi, hep kimlik krizini derinleştirdi. Anadolu Solu, Baykal’ın Ricky Martin’li gösterileri… Hatırlıyorsunuz, anlatmaya gerek yok.
1980-2000 yılları arasında CHP’nin kurumsal olarak var olup olmamasına bakılmadan gerçekleştirilen tartışmalar 2002’de AKP’nin gelişi sonrası pahalıya mâl oldu. Örneğin 1980’li yıllarda gecekondu semtleri olarak ortaya çıkan Sarıgazi, Samandıra ve Sultanbeyli gibi semtlerde İBB dışında bağlı ilçe belediyelerinde sahip olunulan sayısal çoğunluğa erişilememiştir. Sosyal Demokrat geleneğin öte yandan işçi sınıfının ideolojisinden ziyade “emek koruyucu” ideoloji olma iddiasının Anadolu Solu adında yedirilmesi de 1995-99 seçimlerinde partinin oy deposu olması beklenilen yerlerde dibe vurmasına, Anadolu’nun ortasında oyunun kısmen yükselmesine yol açtı. Anadolu’dan gelen bu oy artışını soldan ve doğru bir şekilde okuyamamak bugün bile CHP’nin en büyük sistemsel krizlerinden birinin sonucudur. SHP ile yaşanılan sorunun yaşattıkları, ideolojik pozisyonun sahibi olduklarını iddia edenlerin beklediği uzlaşamamanın sağlanmaması ile sonuçlanırken DSP ile girilen bilinçsiz yarış AKP döneminin bir kısmında CHP’nin savunmasız kalmasının önünü açtı. AKP’nin 2002 yılından 2010’ların ilk yarısının sonuna kadar en çok toplumsal desteğe sahip olduğu muhafazakar ve Kürt seçmenlerle de diyaloğunu kopardı. AKP iktidarına kadar olan süreç CHP’nin yeni kurucu kadrolarının parti açılmadan ve açıldıktan sonra verdikleri yanlış kararlar, yanlış okumalar ve benzerlerin arasında biricik olma yarışı ile geçti gitti.
Baykal bu dönemde parti içinde karizmatik bir lideri andırsa da sokakta hiçbir zaman istediği karşılığı yakalayamadı. Hem Ecevit ve Erdal İnönü’lerle yarışamaması hem de devletin en kökenine bile saldırıda bulunulmasına çekinilmediği bir dönemde yanlış bir pozisyon alarak “kuran ve kurtaran” particiliğin yanlış inşa edilmesi bunun sebepleri arasında oldu. DSP’nin CHP ile birleşmesi, Ecevit’in siyasetten çekilmesi ve ardından vefatı ile CHP ve Baykal’ın merkez solun tek temsilcisi haline gelmesi, Baykal’ın istediği popülariteyi yakalamasını sağladı. En başından beri Baykalcılık ile yanlış mevzilenen, toplumu ve siyaseti yanlış okuyan CHP geleneğinin 1980’lerin ikinci yarısından beri kaybettiği etnik, sınıfsal, nesilsel kitleleri 2007 Cumhurbaşkanlığı krizi, referandum gibi seçimlerde karşısında bulması CHP yönetiminin tabanı konsolide etmesini sağlarken bu onurlu yalnızlığı da travmalar üzerinden pekiştirdi.
Baykal’ın istifası ve ardından Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığa seçilmesini takip eden süreç CHP’nin, Baykal’ın son dönemlerinde de trajikomik bir şekilde gerçekleşen halka açılmasının hız kazanması ile devam etti. Bu dönemdeki esas sorun CHP’de çok uzun zamandır seslerini duyurmak isteyen ve farklı ideolojik pratiklere sahip grupların bir anda partinin çeşitli yönetim kademelerine akın etmesi ile başladı. Partinin belirli bir hakim kanadının aldığı karar diğer grubun ve seçmeninin hoşuna gitmesi. Tarafların birbirlerini kitlediği anlarda kimseyi memnun etmeyen ama hep “bir amaca hizmet ettiği söylenilen” kararlar alındı. Ekmelleddin İhsanoğlu bunların en önemlisiydi. Ciddi bir boykotla karşılaşmasının sebebi de bu oldu. Halka açılma gerçekten bir çok noktada gelişigüzel açılmadan öteye gidemedi. Kitlelere seslenememe sorunu sürekli karşı taraftan ithal edilen siyasetçilerle gerçekleştirildi. 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin doğru okunamaması ise sonraki 9 yıla damgasını vurdu. Kürt siyasi hareketi ile AKP arasındaki iletişimin Demirtaş’ın adaylığı ile sonlanması, 2011 Referandumu’ndaki MHP-
CHP ittifakının 2014’te bozulmaya başlaması 7 Haziran 2015 sürecinde kendini gösterdi. Milliyetçi çizginin AKP ile yakınlaşmaya başlaması CHP içinde yer alan milliyetçi kaygıları ağır basan üye ve yöneticilerin geri plana itilmesi ile devam etti. Bu süreç çok kötü ve inanılmaz kırgınlıklara yol açarak devam etti. Bu süreçte hedef alınan grup, 2006-2014 arasındaki süreçte partide tek başına mücadele ederken diğer grubun bir anda “kurtarıcı mesih” sıfatına bürünmesi de sorunları büyüttü. Bu kurtarıcıların tabanda karşılıklarının kuvvetli olmaması ise partide büyük bir merkeziyetçiliğin önünü tekrar açtı. CHP tarihini okumamak böyle olsa gerek. Kendini dışarıdan merkeze, kabuğuna çeken kaybeder. Tıpkı 1985-94 arasında bodoslama yaşanan tartışmalar gibi bu dönüşüm çabasının bodoslama, iletişim kazaları ile dolu ve temsilciler aracılığı ile sürmesinin bir sonucu olarak başlayan merkeziyetçilik ise ciddi krizlere yol açtı. Üniversitelerin AKP ile yeniden mücadeleden ön saflarda mücadeleye başladığı bir dönemde pasif bir Gençlik Kolları, genel merkez bünyesinde farklı örgütler kurularak temsil edilen kampanyalar, çatışmalar ve daha fazlası.
2023 Seçimleri’nde CHP’nin geldiği nokta şaşırtıcı değil ama doğru bir şekilde devam edebilmek için bu süreci anlatmalı ve yol kazalarına sebep olan hikayeleri ifşa etmemiz gerekiyor.
CHP’nin yeniden kurultay hazırlığına girdiği bu günlerde; bütün isimlerden bağımsız bu hataların karşısında ne yapabiliriz’i konuşmamız gerekiyor.
- Birinci yapılması gereken, CHP tarihinin doğru bir şekilde yeniden anlatılması ve ortaya konulması. Her seçim sonrasında geçtiğimiz 73 yılda yaşadığımız tartışmaları tekrar yaşamak, 1980-2000 yılları arasındaki tartışmaları esas alarak hem CHP’nin hem de Türkiye okumasının gölgelerle dolu, karanlıklar arasından yapılmasının önüne geçmek zorundayız.
- Merkeziyetçi yapının hafifletilmesi lazım. Mikro ölçekten makro ölçeğe farklı alanlardan farklı karakterlerle farklı etkileşimlere toplum maruz kalırken, hantal bir bürokrasi sonucu hem bileşenler (Kadın ve Gençlik Kolları) hem de yapılar içinde dikey bürokrasinin yoğunluğu cevap vermeyi zorlaştırıyor. Anında verilen cevaplarla tabandan gelecek kolektif bir bilinç üzerine inşa edilmiş bir örgütlenme sağlıklı olur.
- Belirli kitle gruplarını temsil ettiği iddiası ile partide adeta bir sınıf haline gelmiş danışmanlar grubu, genel başkan adına yaptıkları örgütlenme, saha çalışmaları, analizler gibi bir çok çalışmayı örgütün dinamizmini hiç ederek uygulamaya başlıyorlar. Kırgınlıklara, kurumsal kimliğin dış kaynaklarca temsil edilmesi gibi sıkıntılar meydana geliyor.
- CHP’de bir an önce SHP döneminde yapılmaya çalışılan ideolojik ve pratik tartışmaların gerçekleştirileceği ve nihayetinde demokratik ve katılımcı bir tüzüğün oluşması gerekiyor.
- MYK’dan mahalle temsilcilerine yıllardır bulundukları pozisyonları koruyanlar var. Makamlarında bu kadar zaman geçmesi herkesin “Ben haklıyım.” mücadelesini bodoslama verdiği bir dönemde bölgesel veya yeni statükolar ortaya çıkarıyor.
- Partinin finans kaynaklarının, özellikle belediyelerin parti politikaları benimseme süreçlerinden örgütlerin kuruluş ve seçim süreçlerine kadar aktif dahil olması hem kutuplaşmayı arttırıyor hem de yeni finans kaynaklarının çağırılmasına farklı gruplarca davetiye hazırlayarak statükoları kuvvetlendiriyor, partinin hareketini engelliyor.
- CHP yöneticileri günümüz sorunlarına hala SHP – DSP çerçevesinden yaklaşıyor. Bu hem CHP’nin gölgelenmiş fikirsel gelişiminin pratikte yeniden vücut bulmasını engelliyor hem de mevcut sorunları derinleştiriyor. SHP ve DSP aynı anda benimsenecek iki ekol değilken CHP’nin de kimliksiz adledilerek bu iki kutba sıkıştırılma çabası zarar veriyor. Oysa hem verilen mücadeleler hem de teorik tartışmaları ile CHP, sadece bu iki partiye değil bugün mucizevi çözümler aranan ideolojilere, sınıflara ve kimliklere ulaşmaya imkan sağlıyor.
- Partinin bütçesel anlamda bağımsızlaşması gerekiyor. Bu kemik seçmen gruplarınca kazanılan yerlerdeki karar vericilerin ulusallaşmasının önüne geçer.
- Çağın sorunlarına cevap veren, modern, demokratik, katılımcı anlayışla oluşturulmuş parti programı seçimlerden seçime fikirsel üretim hattına sıkışmış partiye yıllar sonra yeniden bir ideolojik mobilizasyon şansı verebilir.
- MYK’da Gençlik Politikaları’ndan sorumlu Genel Başkan yardımcılığı ve Gençlik Kolları var olmasına rağmen genç iletişim, genç politikaları üretim, üniversitelerde etki-tepki ve örgütlenme noktalarındaki zayıf kalınmışlık, örgütün iç sirkülasyonunun da önüne geçiyor.