Gerçek Demokrasi Kapitalizm ile Uyumsuzdur – Grace Blakeley (Çeviri: Kübra Nil Yılmazer)
Son yirmi yılda ardı ardına gelen krizler, otoriter devletlerin yükselmesine yol açarak aslında kapitalizm ve demokrasinin daha başlangıcından beri asla uyumlu olmadığını açıkça gösterdi.
Bu yazı Grace Blakeley’in Jacobin’de yayımlanan yazısının Türkçe çevirisidir.
Dünya genelinde demokrasinin gerilediği gerçeğini göz ardı etmek giderek zorlaşıyor. Bir tarafta, Çin’den Suudi Arabistan’a kadar dünyanın en güçlü devletlerinin otoriter yönetimler tarafından yönetildiği ve güçlenmeye devam ettiği görülüyor. Diğer tarafta ise protesto hakkı ve yargı bağımsızlığı gibi liberal demokratik normlara saygı, kurumsallaşmış hükümetlerde azalıyor. Macaristan ve Türkiye gibi demokrasi yolunda ilerliyormuş gibi görünen birçok ülke “illiberal demokrasi” gibi bir tür ara aşamada takılıp kalmış durumda.
Bazı uzmanlara göre, dünya nüfusunun yaklaşık %72’si bir tür otoriter yönetim altında yaşıyor. Freedom House’un araştırmacılarına göre ise dünya nüfusunun yaklaşık %38’i “özgür olmayan” ülkelerde yaşıyor. Liberal akademisyen Larry Diamond, dünyadaki demokrasinin gerilemesini “demokratik durgunluk” (democratic recession) olarak nitelendiriyor.
Demokrasinin erozyonunu kavramsallaştırmak, özellikle liberal çevreler için zor olmuştur. Sonuçta, işlerin böyle olması beklenmiyordu.
Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla birlikte demokrasi ile kapitalizm arasındaki uyumlulukla ilgili tartışmaların sona ermesi gerekiyordu. Sonuncusu yani kapitalizm, zaten kaçınılmaz olarak genişleyecek ve zengin dünyada birçok kişinin kanıksamış olduğu hakları ve özgürlükleri beraberinde getirecekti. Dünyanın geri kalanı, Batı’nın öncülük ettiği modele yaklaşmaya mahkumdu.
Liberal teorisyenler ve politikacılar, kapitalizmin yayılmasıyla demokrasinin gerilemesi arasındaki görünür çelişkiyi açıklamak için bir dizi argüman ortaya koymuştur.
Politik spektrumun sağında olanlar, sorunu “demokrasi düşmanları” olarak nitelendirdikleri yabancı güçler ile ilişkilendirir. Bu yeni Soğuk Savaş’ın öncüleri için, Xi Jinping ve Vladimir Putin – tuhaf bir şekilde Mohammed bin Salman veya Viktor Orbán değil – Batı’daki demokrasiyi seven halkları otoriter propagandayla beyin yıkamaktan sorumlu tutmaktadır.
Merkezde olanlar ise gerçek sorunun “her iki tarafın aşırılıklarında” olduğunu iddia eder ve Bernie Sanders ve Jeremy Corbyn gibi demokratik sosyalistlerin, hiçbir zaman iktidara yaklaşamamış olsalar bile, demokratik geri çekilmeden popülist sağdaki eski dünya liderleri Boris Johnson ve Donald Trump kadar sorumlu olduklarını savunurlar.
Sorunun her değerlendirmesi tabii ki tamamen bireyseldir. Birçok liberal, bugün demokrasinin önündeki en büyük zorluğun, normalde iyi işleyen bir sistemi bozan birkaç “kötü adam” olduğuna içtenlikle inanıyor.
Tabii ki, bu argümanlar tamamen absürttür. Demokrasiye olan destek, seçmenlerin TikTok’ta düşman propagandasıyla beyinleri yıkandığı için azalmıyor, demokrasiye olan destek azalıyor çünkü demokrasi bize söylendiği gibi işlemiyor.
İlk olarak, kapitalizm ve demokrasinin birleşiminin, bunu benimseyen tüm uluslara refah ve ilerleme getirmesi gerekiyordu. Berlin Duvarı’nın yıkılmasından kısa bir süre sonra, küreselleşme aşırı hız kazandığında, bu inandırıcı bir hikaye gibi göründü.
Finansal kriz, Küresel Kuzey’in bu kolektif yanılsamasına son verdi. 2008 krizi sırasında ergenlik dönemine giren insanlar, muhtemelen ebeveynlerinden daha iyi durumda olmayacakları gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kaldılar.
Ancak finansal krizden önce, 1990’ların sonundaki Asya krizi, gelişmekte olan dünyadaki birçok kişiye pazarlarını uluslararası sermayeye açmanın felaketlere yol açabileceğini gösterdi. Otoriterlik ve piyasa kontrollerinin kombinasyonu doğal bir yanıt gibi görünüyordu.
İkinci olarak, demokrasi ve kapitalizmin getirdiği ilerlemenin, daha fazla demokrasinin ortaya çıkmasına neden olacağı bekleniyordu. Denge ve denetimler yolsuzluğa son verecekti. Eğitimli bir nüfus “doğru” liderleri seçecekti. Eskiden bölünmüş olan toplumlarda liderler, miadını doldurmuş ideolojilere dayanılarak kurulmuş kampanya yerine “ortalama seçmene” hitap ederek oylar için rekabet edeceklerdi, böylece önceden bölünmüş toplumlara ılımlılık getireceklerdi.
Bunun yerine, yolsuzluk artıyor, ideoloji geri dönüyor ve insanlar “yanlış” liderleri seçmeye devam ediyor. Belki de egemen sınıfın, sıradan seçmenlerin endişelerini zar zor anlayabileceği kadar katmanlaşan toplumlar yaratmak demokrasi için kusursuz bir reçete değildi.
Biraz daha düşünceli bazı yorumcular, bu son derece basit okumanın tüm hikayeyi kavrayamayabileceğini kabul eder. Financial Times için hazırlanan yeni bir podcast serisinde, Martin Wolf, demokrasinin geleceği konusunda gerçekten endişeli gibi görünüyor ve kendisi ile meslektaşları adına suçun küçük bir kısmını kabul ediyor.
Wolf, sorunun neoliberallerin tüm tarih sonu hevesiyle serbest piyasaları çok fazla ve çok hızlı yaymış olması olduğuna inanıyor gibi görünüyor. 1990’ların şok tedavisi, bununla birlikte gelen sosyal ve ekonomik gerilimleri hafifletmek için önlemlerle birleştirilmemişti.
Bu argüman, kapitalist serbest piyasaların toplumların uyum sağlayamacağı kadar hızlı yayıldığına inanan ilerici siyaset teorisyeni Karl Polanyi tarafından ortaya atılan argümanı hatırlatıyor. Bu cesur yeni dünyanın ortaya çıkmasıyla tehdit edilen yaşamları ve idealleri olanlar, “piyasa toplumu”nun yayılmasına karşı geri adım atmışlar ve genellikle otoriter liderlere destek vermişlerdir.
Wolf gibi ilerici liberal kişiler genellikle sorunun bir şekilde düzenlenmiş kapitalizmle çözüleceğine inanırlar. Genellikle bu yorumcular, savaş sonrası dönemin sosyal demokrat konsensüsüne dönüşü savunan Keynesçilerdir.
Ancak bu tür bir özlem, “cinsiyet ideolojisi” yayılmadan önceki dünyaya dönüşü isteyen Trump hayranlarının özlemleri kadar sağlıklı değildir. Çünkü Keynesçi konsensüsün neden çöktüğüne dair bir neden vardır.
Ekonomik büyüme yavaşladığı anda, yüzeyin altında kaynamakta olan işçilerle patronlar arasındaki gizli savaş aniden siyasi ana akıma dönüşmüştür. Bu çatışmayı gizli tutmak için dünyanın geri kalanından elde edilen fazla kârlar olmadan, egemen sınıf için tek bir seçenek vardı: işçilere karşı topyekun bir savaş.
Bu nedenle, kapitalist demokrasilerin iklim değişikliğiyle mücadele ederken eşitsizliği azaltmak için bazı önlemlere ihtiyaç duyduğu apaçık bir gerçek olmasına rağmen, ilerici kapitalist vizyonun gelecekte uygulanma şansı yoktur.
Bu durumda yapılacak tek bir sonuç çıkarımı kalıyor. Bu da, kapitalizm ve demokrasinin başlangıçtan beri gerçekten de o kadar uyumlu olmadığıdır.